'Bir ülkede,
akıl ve sanattan çok
maddi servete kıymet verilirse
bilinmelidir ki
orada keseler şişmiş,
kafalar boşalmıştır.'


Ben demiyorum
Büyük Frederich demiş,
18. yüzyılda yaşamış Prusya hükümdarı olan Frederich.

Frederich enteresan bir adam,
vakti zamanında
baba baskısından bunalıp,
saraydan kaçmaya bile yeltenmiş.
Gerçi bu kaçış planı ona epey pahallıya mal olur,
en yakın arkadaşı gözleri önünde idam edilir.

Neyse, babası ölür,
Frederich hükümdardır artık.
Avrupa'da dönemin en acımasız hükümdarı olarak bilinse de
sanatçı yönü oldukça güçlü olan biridir.
İşkenceyi yasaklayan,
düşünce özgürlüğüne saygı duyan,
sansürü kaldıran,
okul sayısını arttıran,
arttırmakla kalmayıp ilköğretimi zorunlu hale getiren,
hatta patatesi Alman mutfak kültürüne kazandıran hükümdardır.

Gün gelir kendine bir saray yaptırmaya karar verir,
arazi hazırdır,
sadece bir değirmenin olduğu küçük bir arazinin alınması gerekir.
Değirmenin sahibi olan köylü kadın bir türlü ikna olmaz.
Frederich kızar,
kadını tehdit eder.
Tehdit eder etmesine de
köylü kadın da
'Unutma Berlin'de de hakimler var' deyiverir.
Mecburen köylü kadınla komşu olur.
Komşu olmakla da kalmaz
Prusya Krallığı devam ettikçe
değirmenin korunması emrini verir.

Saray da değirmen de günümüze kadar korunmuştur.

Nerden geldi aklıma Frederich diye sormayın.
Dün akşam Aziz Vukolos Kilisesi Kültür Merkezinde
İzmir Büyükşehir Belediyesi'nce düzenlenen
muhteşem bir etkinliğe gittim.

İzmir Barok'un konserine;
'Barok Dönem Osmanlı ve Avrupa Saray Müzikleri'.

Barok müziği oldum olası severim,
klavsenden olsa gerek,
bir enstrüman bir dönem tınılarını bu kadar mı güzel yansıtır.
Müzik bilgim sınırlıdır
ama zannımca klavsenin atası kanundur.
Kanunsa İstanbul'dur, saraydır.
Gerçi tarihçesi çok daha eskilere dayanır
ama olsun
benim algımda öyle.

Sizin anlayacağınız dün ben kendimden geçtim,
bir yanda klavsen
diğer yanda kanun.
Yaylı çalgılar, flüt ve perküsyon da eklenince
bildiğiniz huşu hali.
Hele ki o rebabın barok müziğine uyarlanması
beni benden aldı.
Konser hiç bitmesin istedim,
ses olsa
haddimi aşıp
soprano ve mezzo sopranoya eşlik edeceğim
o kadar yani.

Sonrasında aldı beni bir düşünce,
ne kadar şanslı olduğumu bir kez daha anladım.
Şehrim, memleketim, İzmir'im
dünyanın en zengin kentlerinden biri.

Aman diyeyim
şimdikilerin anladığı zenginlik babında değil
tam da bizim Frederich'in dediği gibi
kültür ve sanat anlamında müthiş bir zenginliğe sahibiz
ama maalesef değerini bilmiyoruz.

Son bir yıldır
Konak Belediyesi
Kent Tarihi Biriminde çalışma ayrıcalığına sahibim.
İşim gereği genellikle sokaklardayım,
unutulmuş, göz ardı edilmiş arka sokaklarda.

Her gün yeni bir şeyler keşfetmenin hazzıyla
dolaştığım o sokaklarda bu şehri daha da çok sevdim.
Heyecanın yanında bir de utanç duygusu,
bir insan yaşadığı şehre bu kadar mı uzak olur.
Gerçi bu çoğumuzun ortak özelliği ama olsun
arada sırada itiraf etmek iyi oluyor.

Hal böyle olunca sorumluluk da artıyor,
güzellikleri paylaşmak,
görünür kılmak lazım.

İddia ediyorum ki
doğru işler yapıldığı takdirde
bu şehir alır başını gider.

Alın size bir tartışma konusu daha,
nedense 'doğru işlerden' anladığımız
'büyük işler'
ama işin aslı öyle değil.
Bu şehre lazım olan
küçük ama kalıcı dokunuşlar
tıpkı bizim yapmaya çalıştığımız gibi.

Benim ofisim Agora'nın üst sokaklarından birinde,
aslında bir hazinenin üstünde.
O meşhur şehir efsanesi olan gizemli tüneller var ya,
hani Kadifekale'ye çıkan,
işte onlardan birinin olduğu bir evde.

Sadece o da değil
tünelini içinde küçük küçücük bir de Dua Evi var,
Sürveren Meryem Dua Evi.

İzmir'den yolu geçmiş seyyahların anlatımlarından biliyoruz ki
Hristiyanlar buraya Sütveren Meryem derken
Müslümanlar da Süt Kuyusu demişler
ve tüm inançlardan insanlar
özellikle de kadınlar
şifa bulmaya gelirlermiş
bu gizemli tünele.

Şair boşuna dememiş;
'İzmirli olmak başka be kardeşim
İzmir'de sevmek başka
İzmir'de ölmek de'…


Şair demişken,
ne yalan söyleyeyim
İzmir için bu kadar çok şiir yazılmış olduğunu da bilmiyordum
ta ki bir proje için şiir aramaya başlayıncaya kadar…

Yarın 15. Alsancak Şenliği başlıyor,
maalesef bu sene biraz buruk geçecek.
Art arda gelen şehit haberleri sonrasında
program sadeleştirildi,
eğlenceden çok kültüre ağırlık verildi
Şenliğin teması da 'Alsancak'ta Barış Var.'.
Bu kapsamda bizler de
eski İzmir fotoğraflarından oluşan bir sergi hazırladık.
Fotoğraflara İzmir için yazılmış şiirlerden mısralar da ekledik.
Sergimiz Alsancak Dantel Sokak'ta,
hani şairin;
'Sıcak yazların gün bitimi saatlerinde
İmbat gezinirmiş
Bir uçtan bir uca
Dantel sokağında'

dediği sokakta…

Sokak demişken
hemşehrimiz Tarık Dursun K.'yı anmamak olmaz.

Yazar Adnan Özyalçıner, onun için
'Sıradan insanların yazarı' der,
'hızla kapitalistleşen kenti,
kentin kenar mahallelerinin insanlarının
yaşama savaşını anlatan yazar'…

Konak Belediyesi 27 Mayıs Cuma günü
belediyece restore edilen tarihi bir İzmir evinde
Tarık Dursun K. Yazar Evi'ni açıyor.

Yazarın kişisel eşya ve kütüphanesinden oluşan bir anı odası var.
Farklı etkinliklerin ve edebiyat atölyelerinin de düzenleneceği ev
başka bir amaca da hizmet edecek;
yazarları ağırlayacak.

Bu tarihi İzmir evinde konaklayacak olan yazarlar
bu kentin ruhuyla
dinginlik içinde
yazacaklar,
hoplayıp zıplayarak
ya da takla atarak değil.

Sizin anlayacağınız
adına şiirler yazılan İzmir
sanatçılara ilham kaynağı olmaya devam edecek…

Dedim ya
küçük dokunuşlarla
büyük işler yapmak lazım bu şehirde
yapalım ki
kafalar boşalmasın…