Seksenli yıllarda sosyalist sistemde yaşanan büyük çöküş sonucu, yeryüzüne egemen olmak isteyen kapitalistlere kapılar sonuna kadar açıldı.
Tek kutuplu dünya, kapitalistlere, yeryüzü egemenliği için bütün imkanları sundu. Bu imkanların tahtında küreselleşmeye yönelen sistem, 'yeni dünya düzeni' sloganıyla ortaya çıktı.
Türkiye bu değişimden kendi payına düşeni aldı; Ülkede geçen binyılın sonunda başlayan değişim süreci tepe noktasına yaklaşıyor.
Türkiye açısından değişim, tam olarak kapitalist sistemin küresel düzeninin yeni koşullarında Türkiye'ye biçilen rolün gereklerinin yerine getirilmesidir.
Doğaldır böyle netameli bir değişim, ülke genelinde büyük tartışmaları da beraberinde getirdi.
Ne ki yaşanan değişimin yanında veya karşısında, taraflar sadece tartışmıyor fakat aynı zamanda birbirini yok etmek için fırsat kolluyor.
Her birimizin kendi 'öteki'sini sırf yıkmak için eleştirdiği toplumsal cinnet zamanlarındayız, hepimiz akıl tutulmasıyla malulüz.
'Akıl tutulmasının yol açtığı baş edilmez sorunların altında kalmak,' bir ihtimal olarak her birimizi kaygılandırmıyorsa, durum vahim demektir.
Ne hazindir, ortak kaygılar artık yok hükmünde. Doksan yılın ardından, küresel politikaların girdabında, tarifsiz bir kin ve öfkeyle birbirine giren İslamcılar ve Kemalistler, uzlaşma fikrine soğuk bakıyorlar. Kürtler ile bozulan toplumsal mutabakat tam bir sorun yumağı.
Dini ve dili için birbirine düşen toplum, neredeyse bütün tabelalarda yabancı bir dilde kendini ifade ediyor. Arabasının arkasına yabancı dilde yazılar yazıyor. 'Den beri' yazmak nasıl zoruna gidiyor ki, 'since' yazıyor.
Dindarlığı salt örtünmek ve şekli ibadet olarak anlayan dindar, komşusu aç iken, her gece, bebekler gibi uyuyor.
Diline ve inancına günlük yaşamında sahip çıkmayan toplum, Efendiler iktidar olmak için dil ve dinden medet umduğunda, tam bir ikiyüzlülükle diline ve dinine sarılıyor. Sarılıyor ama, dilini ve inancını yaşamak için değil, Efendisinin buyruklarını yerine getirmek için…
Hamaset yüklü büyük laflar ederek tozu dumana katan İslamcılar olsun, Kürt veya Türk milliyetçileri olsun, insanlığın çektiği büyük acıları dindirmek için parmaklarını bile kıpırdatmadıklarının farkında değiller. Onlar sadece ve sadece Efendilerinin iktidarı için kendilerini feda ediyorlar.
Bir avuç muktedire ve yakın çevresine iktidarı altın tepside sunmak için kanlı bıçaklı olan kitleler, anlaşılmaz bir bağnazlıkla kendilerini feda ediyorlar.
Tam bir akıl tutulması yaşıyoruz. Bu topraklar üzerinde barış içinde bir arada yaşamak fikrinden giderek uzaklaşıyoruz.
Hayatı herkese zehir etmek için elinden geleni ardına koymayanlar, sanki ağır bedeller ödemeden gerçekleri göremeyecekler; çünkü gaflet içindeler.
Gaflete düşmek böyle bir şey işte!.. Binersiniz bir alete, gidersiniz kıyamete…