Bu asabiyet, İbn Haldun'un sözünü ettiği topluluklar arasındaki asabiyet bağına hiç benzemiyor; İslamı önceleyen devletin toplum ile bağları (yeni kamusallık) henüz oluşturulma aşamasında iken çöküş emareleri çıktı ortaya ve bu bozgun havası, islamcı kadrolarda asabiyete yol açıyor. Söz konusu olan, böyle bir asabiyet işte! Büyük hedefler ve büyük laflardan sonra gelen büyük bozgunlar ve büyük hayal kırıklıkları, 'Yeni Türkiye'nin kurucularının kibirle çizilmiş zihin haritalarında depremler yaratıyor.

Bir zamanlar, ileri demokrasi günlerinde, insan haklarını savunuyorlardı; şimdi, yerli ve milli Rabia günlerinde, baskı ve zulmü savunuyorlar.

Doğu-Batı hattında gerilim yüklenen ülkede, hoşgörünün bittiği yerde, asabiyet aldı başını gidiyor...

Tuhaf ama hoşgörüsüzlüğün bayraktarlığını yapanlar ile islamın hoşgörü dini olduğunu söyleyenler, aynı insanlar… Bu paradoks can sıkıyor… Zamana bırakmak lazım…

Mesela, çoğunlukla laiklerin yaşadığı İzmir'de deprem olunca, bu insanlar çok sevindiler... Allah tarafından cezalandırıldığımızı düşünüyorlar…

Ben şahsen, insanlığın henüz ergenlik dönemini yaşayan bu insanlara kızmak, onlarla uğraşmak yerine, yokmuş gibi yapıyorum. Onlar ergen ve asabi…

Hal böyle olmakla birlikte, islami olmayan hayat tarzları üstünde giderek yoğunlaşan mahalle baskısının getirdikleri, özgürlüklerin ve insan haklarının sınırlandığı koşullarda, durumu komediden trajediye dönüştürüyor.

Günübirlik ve tekinsiz yaşıyoruz… Akşamdan sabaha başımıza ne gelecek belli değil… Zikzaklar çizerek, u dönüşleriyle, yalpalamalar ve savrulmalarla da olsa, doğulu ve islami bir gelecek arayışına giren ülkede bütün taşlar yerinden oynamış vaziyette… Yerli ve milli 'Yeni Türkiye' doğuyor. Simgesi: Rabia.

Olan biteni endişeyle izliyoruz; İslamcılara sorarsanız, kıskanarak izliyoruz...

Nihayetinde, Cumhuriyet'in getirdiği bütün kurumların içi boşaltılıyor. Cumhuriyet devrimi ve Aydınlanma fikri cerh ediliyor. Yeni rejim inşa ediliyor. Ancak, İslamlaştırılan yaşam alanlarında hoşgörü fikrine yer olmadığı bir gerçek. En az ülkenin yarısı, yeni rejim konusunda ikna olmuş değil.

Rejim değişikliğine kadar yolu olan sistem değişikliğinin toplumun yarısı tarafından benimsenmemiş olması, Erdoğan ve çevresinin canını sıkıyor. Bu radikal değişimin getireceklerinin tedirginliğini yaşayan toplumun diğer yarısının da canı sıkkın. Bir asabiyettir gidiyor…

Türkiye, gerilimden beslenen bir ülke oldu. Dünya'da kavga çıkarmakla meşhuruz; ülkede ise aykırı sesleri susturmakla… İçeri girmeyi göze almadan yüksek sesle düşünmek çok tehlikeli bir eylem…

Sonunda, ana muhalefet lideri, elinde 'Adalet' yazan bir pankart, düştü yollara… 24 günde yaklaşık 450 km yol kat ederek, Enis Berberoğlu'nun İstanbul'da tutuklu bulunduğu cezaevine ulaşacak.

Bu arada, Selahattin Demirtaş ve arkadaşlarını da ziyaret ederse, 'adaletin herkes için olduğunu' söyleyen Kılıçdaroğlu'na inancımız artacak.

'Adalet' istemek için ayağa kalkan CHP, bu çok geç kalmış talebini dile getirirken, toplumun bütün katmanlarında sesi yankılanmalı ki demokrasinin önünü açacak iklim oluşabilsin.

Muhalefet etmenin enikonu zorlaştığı zamanlardayız. Sadece baskılardan kaynaklı bir zorluktan söz etmiyorum; yeryüzünü kuşatan belirsizliğin, keyfiliğin ve akşamdan sabaha yön değiştiren ilişkilerin girdabında ortaya çıkan yönetim zafiyeti de toplumları bunalttı. Başımıza ne gelecekse artık...