Türkiye'de siyasette bir arayış olduğu ortada.
Arayışta nasıl?
Mevcut partilerde yenileşme ve iyileşme mi?
Bazı partilerde topyekün kadro değişikliği mi?
Yeni parti mi?
Partilerin içinden yeni doğumlar mı?
Parti değil de kadro hareketi mi?
İlkelerde ve hedeflerde buluşma mı?
Kafalarda türlü sorular..
Bir ara yüzde 5'lere kadar gerileyen kararsız seçmende yine patlama:

'Yüzde 25'...

Türkiye'de ikinci büyük parti yine kararsızlar..
Ama...

Seçim yaklaştıkça 'O mu?', 'Bu mu?' diye ikilemde kalma..
Sonra kerhen oy..
Sonra 'Hay elim kırılsaydı...' nakaratı..
Hepsi iyi güzel de malzeme bu.
Aynı fasit daire içinde dolanıp duruyoruz.
Defalarca denenmişlerde 'yeni umutlar' arıyoruz...

Bazen şans isteyeni acımasızca eleştiriyor, hatasını kabul edip 'Yeniyi arıyorum' diyeni, dövdükçe dövüyoruz..
Biri hafif baş gösterse farklı bir şeyler söylese 'Zaten oyu yok, bir de yeni parti mi?' diye saf dışı bırakıyoruz..

Peki ne arıyoruz?
Neyi arıyoruz?
Yoksa gitgide kutuplaşan siyaset dünyamızda 'kendimizden başkasını' beğenmiyor muyuz?
İlle benim fikrim, ille benim adamım, ben, biz…

Narsist mi olduk?

Niye hiç bir fikre, niye yeni insanlara tahammülümüz yok?

Bu durum 'tedavi' mi gerektirir?

Siyaset dertlere deva olsun diye beklerken, bizler siyasetin bizzat ve içinden 'hasta insanı' mı olduk?

Siyaseti de hasta mı ettik?
Biz mi hastayız?
Siyasiler mi bizi hasta etti?

Sorular, sorular..
Gördüğüm şu ki; bu 'narsisizm sarmalı'ndan çıkmazsak bize siyasette 'karada / havada su yok'!
Oysa anlamaya çalışmak..
Karşımızdakini dinlemek..
Renklerin karşıtlığı yerine renklerin uyumunu aramak!

Neden olmasın?