'Gelecek yereldir' diyerek yola çıkan Seferihisar emin adımlarla hedefine doğru yol alıyor.
Geleceğin Türkiye'si üstüne önemli deneyimlerin gerçekleştiği Seferihisar'ın laboratuvardan farkı yok. Bu büyük düşüncenin ve eylemin başında Tunç Soyer var.
Tunç Soyer'in Yönetim Kurulu Başkanı olduğu SODEM'in -CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun katılımıyla- Seferihisar'da gerçekleştirdiği 'Sosyal Demokrat Belediyeler Buluşması ve Yerel Yönetim Ödülleri' programı nedeniyle, yerelleşme meselesi siyaset gündeminde daha çok yer bulacak.
Bu vesileyle, 'geleceğin yerel olduğunu' bir kere daha anımsatmak istiyorum.

Gelecek yereldir. Bu bağlamda, zaman zaman aksini söylesem de, 'Başka bir hayat mümkün.'
Bu hedefe ulaşmak için oluşturulmuş veya oluşturulacak programların, yolların, kurumların etkinliği, bölgesel koşulların nasıl ele alındığıyla son derece alakalı.
Yerelde geleceği planlarken, merkezi hükümetin temsili demokrasiye dayalı yönetim biçimini tercih etmesine karşın, yerelin doğrudan demokrasiye dayalı bir yönetim biçimini benimsemesi, aşılması en güç sorun olarak görülüyor. Yerelde mahallelerden başlayan örgütlenme ve 'Gezi etkisi' bu güçlüğün aşılmasında etkili bir yol gibi görünüyor.
Yerel politikaların sürdürülebilir olması ve kalıcı barışı sağlaması için ulusal politikalar ile uyum ve uzlaşma zorunluluğu var. Bu uzlaşma sağlanmazsa, toplumsal bölünmenin sıcak çatışmalara dönüşmesi kaçınılmaz olabilir. Tam olarak sosyal demokrat düşünceye ihtiyaç olan bir süreç…

Halkların siyasal tercihlerini belirleyen beş temel meselede, -sağlık, eğitim, istihdam, sosyal güvenlik ve güvenlik politikaları,- yerel yönetimler ile merkezi yönetim arasında uyumlu çalışmanın koşullarının nasıl oluşacağı, tam da sosyal demokratları üstesinden gelebileceği bir meseledir.
Kentler ülkelerin önüne geçerken ortaya çıkacak yeni dengeleri merkezi yönetimlerin sindirmesi kolay olmayacak. Erkin, parlamenter demokrasi elitlerinden kent halkına geçmesi büyük sarsıntılara yol açacak; sosyal demokratların bu sıkıntılı geçiş sürecinin üstesinden gelmesi gerekiyor.
Ortaya çıkması muhtemel siyasal sarsıntıların önünü alacak siyasal kültürün oluşması, etkili bir eğitim çalışmasını gerektiriyor. Bu nedenle, 'Yerel Yönetim Akademisi' öncelikle ele alınmalı.
Başka bir hayatı mümkün kılacak fikri yapının ve düşünce yöntemlerinin oluşması, bu fikri hayata geçirecek kadroların yetişmesi ve bu fikre inanan toplumun eğitimi için 'Yerel Yönetim Akademisi' üstüne bir an önce düşünmeye başlamak gerekir.
Katılımcı ve çoğulcu yerel yönetim modellerinin, yerel kalkınma modellerinin ve stratejik planların etkin bir şekilde oluşturulması için keza 'Yerel Yönetim Akademisi' bir ihtiyaçtır.
Okullaşarak geleceğin fikri yapısını ve dilini oluşturmak, bir zorunluluk olarak anlaşılmalı.

Yeni kuşakların talepleri; 'yaşam tarzlarına dokunulmaması, yatay toplum, iktidarın vaatlerini yerine getirmesi ve doğanın savunulması' olarak özetlenebilir. Bunu Gezi eylemlerinde gördük. Ne ki, mevcut siyasal yapılar bu talepleri okumakta çok yetersiz kalıyor. Bu yetersizlik, siyasal partilerde köklü bir değişim ihtiyacını işaret ediyor. Gezi eylemleri, görmek isteyene, yeni siyaset biçiminin nasıl olması gerektiğine dair ipuçları veriyor.

Kentlerin metropolleştiği süreçte, doğanın, köylerin ve köylülüğün savunulması artık bir zarurettir.
Kentler ülkelerin önüne geçiyor. Kitlesel tüketim ve sermayenin mekanları olarak metropollerde ortaya çıkan yeni durum ve yeni sınıfsal oluşumlar hakkında bildiklerimizi adam akıllı gözden geçirmenin vakti geldi.
Bütün bu meseleler, ulusal düzeyde olduğu kadar yerel düzeyde de ele alınmadıkça çözüme ulaşmanın mümkün olmadığı bir vakıadır.
Bu ahvalde, tek kutuplu dünyada bütün iktidarın tek merkezde toplanma eğilimi güçlenirken, yerelin özgürlüğü temsil ettiği koşulları yeniden tanımlamak gerekiyor.
Çatışma ya da uzlaşmanın koşulları ve erk bölüşümü üstüne yerellik bağlamında düşünmek, sosyal demokratların üstüne düşen bir görevdir.

İklim değişikliğiyle birlikte görüldü ki doğal yaşamın savunulması ertelenemez bir önceliğe sahip; ve doğanın savunulması ancak yerel düzeyde mümkün.
Artı-değerde süren genişleme ve sonsuz sermaye birikimi yoksulluğun başat nedeni olduğu gibi önü de alınamıyor.
Gerek doğanın savunulması gerek yoksullukla etkili mücadele kent düzeyinde gerçekleşmedikçe, bu sorunların daha da derinleşeceğini artık biliyoruz.
Bütün bu meseleleri yeniden düşünmek ve kent ölçeğinde çözümler üretmek için 'doğrudan demokrasi' koşulları üstüne düşünmeye ihtiyaç var. Ha keza, parlamenter rejim ve temsili demokrasi üzerine yeniden düşünmek gerekiyor. Parlamenter kapitalizme dönüşen parlamenter demokraside çözümsüzlük kronikleşti.

Sosyal demokrat düşüncenin bugünün dünyasında biricik uzlaşma alanını inşa ettiği gerçek. Bu alanı görmezden gelmek sadece çözümsüzlük üretmeye yarar.
Kentlerin kozmopolit yapısı ve 'şehirdeki yabancı' uygarlığı mümkün kıldı. Fakat kentlerde yeniden güçlenen cemaatleşme, metropol kültürünün kozmopolit yapısını tehdit ediyor. Bu tehdidi ortadan kaldırmak, sosyal demokratların öncelikli görevi olmalı. Bunun yolu da, sağ ve sol cenahta kimlik siyasetinin bir an önce terk edilmesini sağlayacak politikalar oluşturulmasından ve toplumsal uzlaşma sağlanmasından geçiyor.

Sonuç itibarıyla, sosyal demokratların ülke ve dünya problemlerini nasıl ele almak gerektiğine dair zihin dünyasında yaşadığı büyük değişim, yerelleşme ve demokrasi kavramlarında vücut buluyor.
Bu değişim sürecinde önemli bir rol üstlenen Tunç Soyer ve Seferihisar'da ortaya çıkan değişim, kimilerinin rahatını kaçırsa da, topluma gerçekten umut veriyor.