Hanzade Ünuz, İzmirli genç yönetmen Gülten Taranç ile sinema yolculuğunu konuştu…
Evde kalbi sanat diye atan bir çocuğunuz varsa…
Onu engellemeye, durdurmaya, vazgeçirmeye çalışmayın.
Çünkü eninde sonunda akacak kan, damarda durmuyor.
Gülten Taranç örneğindeki gibi...
İkisi de akademisyen olan müzikolog bir anne ile yönetmen bir babanın kızı.
Sanatçı olmaması için çok uğraşmışlar.
Hayatta başka türlü nefes alamayacağını bilen Gülten Taranç ise diretmiş.
Diretmekten öte isyan çıkarmış…
Haklı bir isyanmış…
Çünkü Gülten Taranç bugün Türkiye'nin en genç kadın yönetmenlerinden biri.
28 yaşında…
İzmirli…
Epey sıra dışı…
Çok zeki…
Oldukça muzip…
Son derece duygusal…
Farkındalığı müthiş…
Ve çok yetenekli…
Uzun zaman kısa film ve belgesel çektikten sonra…
İlk uzun metrajlı filmi 'Yağmurlarda Yıkansam' ile 53. Antalya Film Festivali'nde ödül kazandı.
Film Fatallers İstanbul grubunun üyesi…
İzmir'de tanıtım filmleri çekiyor.
Aynı zamanda müzisyen.
Kendi bestelerini söylüyor, You Tube'da yayınlanan iki single'ı var.
Bestelerini söylemeye ve insanlarla paylaşmaya başladıktan sonra 30 kilo verdi.
Daha da vermeyi planlıyor.
'Yağların altında saklanan korkulardan' bahsediyor.
'İçime attıklarım dışarı çıktıkça kilo veriyorum, hedefim 40 kilo' diyor.
İzmirli yönetmen Gülten Taranç şimdilerde çekeceği ikinci uzun metrajlı filmi '12'ye 5 Kala' için çalışmalar yapıyor.
Ama en önemlisi yurtdışında da ödüller kazanan genç yönetmen Gülten Taranç, Kültür Bakanlığı'ndan alamadığı desteği sponsorlar aracılığıyla bulmaya çalışıyor…
EVİ SATIP FİLM YAPABİLİR
İzmirliyim, 28 yaşımdayım. Müzikolog bir anne ile yapımcı bir babanın kızıyım. Kendimi bildim bileli film festivallerine, konserlere, sergilere gidiyorum. Marjinal bir çocuktum, beni çocukluğumdan bu yana tanıyan herkes hep benim sanatın bir köşesinde olacağımı söylüyordu. TED Koleji'nde matematiği pi sayısına beste yaparak geçtim. Biyolojiyi sindirim ağızda başlar anüste son bulur diye şarkı yaptım, öyle geçtim. 9 yaşında yemek yapmayı öğrenmek zorunda kaldım, çünkü annem doçentlik profesörlük derken eve zor geliyordu. Biz de aç kalıyorduk. Ablam var, avukat. Bizim aile tam bir Akdeniz ailesi diri, tipik parlarız çözeriz olay biter.
Ben sanat eğitimi almak için çok mücadele verdim. Herkes zanneder ki, sanat eğitimi almak istediğimde ailem kapıları sonsuz açtı. Oysa 9 sene ayak dirediler, konservatuara gitmeme izin vermediler. Sonra evdeki gitarı satıp 15 yaşımda ilk demomu yaptım, şarkılarımı kayda aldım. Kitap denemesi yazdım. Dokuz Eylül'deki hocalar bizimkilere 'Bir gün evinizi satıp film yapabilir, o nedenle siz bu çocuğu destekleyin' demişler (gülüyor). Liseyi bitirdikten sonra üniversiteyi dondurdum bir sene Meksika'da yaşadım. Meksika'da latin dansları eğitimi aldım, sahnelere çıktım. Döndüğümde İspanyolca konuşuyordum ve Meksika folklor dansları ile latin danslarını yapabiliyordum.
TARANÇ & TARANÇ FİLMDokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Film Tasarım Bölümü'nde yönetmenlik ana sanat dalında okudum. 2010 yılından bu yana Türkiye'de kadının yaşadığı sorunlarla ilgili filmler üretiyorum, kısa film ve belgesel çekiyorum. İlk uzun metrajlı filmim 'Yağmularda Yıkansak' ile 53. Antalya Film Festivali'nde İzleyici Ödülü aldım. 2015 yılında Taranç & Taranç Film adlı bir şirket kurdum, tanıtım filmleri çekerek para kazanıyorum. Video klipler çekiyorum, film telifleri alıyorum. İzmir'de sürekli hizmet verdiğim kurum, kişi ve kuruluşları var. Müzik de yapıyorum, ikinci single çıktı. Hem beste yapıyorum, hem söylüyorum. Filmlerimin soundtrackleri aslında bu parçalar. Toplamda yirmi bestem var, hepsi sırasını bekliyor. Film ve müzik ikisi de birbirini besliyor ama benim asıl işim, asıl sevdam sinema. Sinema elinizdeki imkanlarla doğru orantılı, çok para istiyor. Müzik öyle değil, tek sermayeniz hisleriniz.
EÐER OBEZİTEYLE SAVAŞIYORSANIZ…Ben 13 yaşımdan beri beste yapıyorum ama ailem senin müzik okumanı istemiyoruz işsiz kalırsın dedi. O nedenle sinema okudum, ben de yaptığım kısa filmlere bestelerimi koyuyordum. Bir müzik eğitimim yok, nota bilmeden beste yapıyorum. Müzikten şimdilik para kazanmıyorum, ekmeğimi yediğim işim sinema. Çok ilginçtir müziğe geri döndükten sonra yaklaşık sekiz ayda 30 kilo verdim. Hayatta yapamayacağım yegane şey kilo vermek olarak düşünüyordum. Ama insan kendini sevmeye başlayınca, değerini fark edince her şey değişiyor. Obeziteyle savaşıyorsanız yağlarınızın altında saklanan bir başarısızlık, güvensizlik, korku ya da bir sır saklı olabilir. Müzik manevi olarak beni çok besliyor, çok içimde kalmış onu fark ettim. Ruhumu çok dolduruyor, içimdekini yansıtabilmek beni çok rahatlattı. O duyguların çıkmaması beni ağırlaştırıyormuş.
KİLOLARIMDAN GÜÇ ALIYORDUM
Hedefim 40. kiloya doğru gitmek, içime attıklarım dışarı çıktıkça kilo veriyorum. Aslında insanlar neden kilo alıyorlar? Bunun altında kendini ifade edememe, içine atma, şişmanlığı kafada güçle bağdaştırma var. Ben kilolarımdan güç alıyordum, şimdi güç aldığım şey tamamen sanat. Müzikten, sinemadan güç alıyorum beni ben yapan dış görünüşüm değil, çektiğim filmler ve yaptığım müzikler. Çıkıp herkesin içinde şarkı söyleyebilmek… Eskiden mutluluk hormonumu dışarıdan alıyordum, şimdi hepsini kendim başararak içeriden salgılıyorum. Yıllardır saçımı uzatmamıştım, kiloluyum diye cezalandırıyordum kendimi, şimdi saçım uzun kendimi ödüllendirdim. Kendimi cezalandırmaya çalışmıyorum. Bu kadar yıldır kadın problemleriyle uğraşıyorum, film yapıyorum. Bence Türkiye'de kadınların en büyük problemi kendilerini değersiz görmeleri. Bu her kadında farklı yüzdelerde var, toplumsal kodlar böyle gelmiş.
OYUNCULARI İPLERLE BAÐLIYORUM
Nasıl bir yönetmenim? Beni ya çok seversiniz ya da nefret edersiniz, daha ortasını göremedim… Setten bir gece önce oyunculara yemek daveti gönderiyorum, habersizce geliyorlar, sonra ipler çıkıyor masaya ve zor yenen bir yemek… Herkes birbirine bağlı bir şekilde yemek yemek zorunda kalıyor. Çatal bıçakla yenecek bir yemek oluyor bu ve oyuncuları birbirlerine bağlıyorum. Sağ taraftaki bıçağı kullanırken, solundakinin çatalına saygı duymak zorunda kalıyor. Oyunculuk da biraz böyle bir şey, kimse tek başına oynamıyor. Sağındakinden ve solundakinden de sorumlu bir şekilde oynuyor. Bense yönetmen olarak herkesten sorumluyum. Tüm bu mesajı o yemekle veriyor. Kaynaşıyorlar, yakınlaşıyorlar.
Bunu ilk kısa filmim, 'Consensus' ile denedim. Çok etkili oldu. Bu ve benzer yöntemleri çok fazla kullanıyorum. İmkanım olsa bütün setin birbirine bağlı bir şekilde yemek yiyeceği bir masa yaptırır herkesi birbirine bağlarım… Çünkü aslında bütün set çalışanları birbirine görünmez iplerle bağlı ama en çok oyuncular ve aslında ben hepsine bağlıyım… Bütçeniz azsa yönetmen sadece yönetmen kalamıyor maalesef, kim ipi kopardıysa onu bağlamakla uğraşabiliyor. Ben o ipleri sağlamlaştırmaya, ipler karışırsa çözmeye uğraşan bir yönetmenim, her şey mükemmel değilse bile bana verilen kadrajı hakkıyla doldurmak için uğraşıyorum.
KADIN YÖNETMENLER BULUŞUYORFilm Fatales İstanbul adlı bir grubumuz var. Kadın yönetmenler olarak her ayın ilk pazartesi günü İstanbul'da bir kadın yönetmenin evinde ya da ofisinde toplanıp birbirimizin sorunlarını dinleyip çözümler üretmeye çalışıyoruz. Bu kolektif bir grup, network ağı gibi düşünülebilir. Her ay bir kişi diğer arkadaşları misafir ediyor. Türkiye genelinde film yapan kadınlar olarak iki yıldır düzenli olarak toplanıyoruz, toplamda 59 kişiyiz. Bu toplantılara gitmeden önce kendimi çok yalnız hissediyordum, herkes birbirine tecrübelerini aktarıyor. Networklerini paylaşıyor, çoğunlukla genç kuşak yönetmenleriz. Yaş ortalaması 40'tır en fazla. Genelde sinema ağırlıklı çalışıyor herkes. Sevinç Baloğlu var yapımcı-yönetmen, Çiğdem Atay var yapımcı, Çiğdem Vitriner, Çiğdem Sezginer var. Hepsi uzun metraj yönetmeni, festivallerde de güzel oluyor hep birlikte oluyoruz. Teknik olarak destekliyoruz birbirimizi, işlerimize gidip destek oluyoruz.
ÇOK YALNIZ HİSSEDİYORDUM…
Bir kadın dayanışması bu aslında, sonuç itibarıyla kadın yönetmenleri ayakta tutan yapılardan biri. Yalnız hissediyordum başta ya… Gördüm ki çok da kalabalıkmışız ve aynı yollardan geçiyormuşuz, aynı dertlerimiz varmış. Bir nevi alkolikler buluşması gibi yani (gülüyor), herkes sinema bağımlısı. 'Arkadaşlar ben toplantıyı İzmir'de yapmak istiyorum, çünkü İzmir'de yaşıyorum. Dolayısıyla sizi İzmir'de ağırlarken biz birlikte nasıl bir kadın filmleri festival düzenleyebiliriz diye konuşacağız' dedim. Dolayısıyla 24. toplantıyı İzmir'de yaptık. 12 üyemiz var, hepsi böyle bir kadın filmleri haftası düzenlediğimi duyunca bana ilk filmlerini gönderdiler. Ulusal ya da uluslararası kadın festivali olabilir mi diye başladık. Dolayısıyla 'İlkler Unutulmaz' temasıyla İzmir'de ilk kadın filmleri haftasını düzenledik.
SANAT FİLMİ YAPMIYORUZ
Film Fatales İstanbul belki bendeki İstanbul eksikliğini kırdı. Çünkü her ay dirsek temasındayım, yenilikleri, film sektöründeki gelişmeleri takip ediyorum. İkinci filmimin hazırlığı içindeyim ama Kültür Bakanlığı'ndan yine destek çıkmadı. Açıkçası bu durum beni biraz demoralize etti, bu sefer kendi paramla yapamam, ilk filmim referans olmasını umuyorum. 2019 Aralık ayında vizyona girmesini planlıyorum, konusu bir yılbaşı hikayesi olacak. Yaşadığım bir hikayeyi çekeceğim, çok renkli ve samimi bir sinema olacak. Adı 12'ye 5 kala olacak. Terör olaylarından paranoyaklaşmış bir grup gencin terörden korunduklarını zannedip aslında o eve hapsolmalarını anlatacak.
Sadece sanat kaygısı taşımayan, duyguların da geri döndüğü bir sinema anlayışı bu. Uluslararası başarı alan çok önemli filmlerimiz var ama seyirciden uzak bir sinema yapılıyor. Önemli olan seyircinin salonlara geri dönmesi, benim ilk filmim gişede yaklaşık 20 bin kişi tarafından izlendi. Seyircinin kafasında bir festival filmi algısı var, sıkıcı durağan akmayan filmler. Bizim hayat ritmimiz o değil, ben 1990 doğumluyum 90 kuşağı adına konuşursam bizim hayat ritmimiz o değil. Bu filmlerimize de yansıyor. Film müziklerinde de öyküyü beslediğimi düşünüyorum, kalıplaşmış şeyleri kırıyoruz.