İzmirli sanayici-eczacı Enver OLGUNSOY, yazarımız İhsan Özbelge ÖZDURAN’ın sorularını yanıtladı…
Kınık Tarıma Dayalı İhtisas Organize Sanayi Bölgesi Yönetim Kurulu Başkanı, sanayici, eğitimci ve Olgunsoy Laboratuvarı sahibi Enver Olgunsoy, bu haftaki konuğumuz... Prensiplerinden ödün vermeden yazılmış bir hayat hikayesini bir röportaj sayfasına sığdırabilmek elbette mümkün değil… Cumhuriyet kazanımlarının, Atatürk ilke ve inkılaplarının sıkı savunucusu ve kuşağının güçlü temsilcisi, İzmir eczacılık ve sanayi camiasının 'Enver Hoca' olarak tanıyıp sevdiği bir değerli dost Enver Olgunsoy... Sağlık, eğitim, sanayi ve tarım dayalı üretim alanlarındaki değerli görüş ve düşüncelerini aktardığı sohbetimizle Ege'de SonSöz okurları için bir aradayız…
***
Enver Olgunsoy, kendini nasıl anlatır?
Ülkemin bu günlerini görüp, kahrolup, eski güzel günlerini özlemle andığıma göre, epeyce yaş almış bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım... 68 kuşağı olarak anılan kuşaktan geliyorum. O yıllarım İstanbul Üniversitesi Eczacılık fakültesinde geçmişti. 'Önce ülkem, insanım, sonra ben' anlayışı ile büyümüş bir nesil olarak bu kuşağın hemen hemen tüm özelliklerini taşıdığıma inanıyorum. Dünya genelinde insan hakları çalışmaları, ülkemde tek partili rejimden çok partili sürece geçişin yaşandığı yıllardı. Bu kuşak rekabetçi, işkolik bir kuşak olarak tanımlanır. Yargılayıcı, iradeli ve özgüven sahibi kişiler olduğu söylenir. O günlerde kadın-erkek eşitliği, ırkçılığa karşı mücadele, çevreye karşı duyarlılık, tutumlu olmak gibi düşünceler öncelenirdi... Bireycilikten uzak toplumsal yaşamı kucaklayan bu kuşakta, şimdilere uyumsuz bir genel davranış biçimi idi…
'OLGUNSOY LABORATUVARI'NI NASIL AÇTI?
Eczacılık ve sanayicilik alanlarındaki çalışma hayatınızdan söz edecek olursak; hayatınızın önemli bir kesiti olan akademisyenliğiniz hakkında neler söylersiniz?
1971'li olarak İ.Ü.Eczacılık fakültesinden mezun olunca hiç vakit yitirmeden – evet sadece 5 gün sonra – İzmir'de Ege Üniversitemiz bünyesindeki, şu anda Dokuz Eylül Üniversitesi tıp fakültesi ve hastanesinin yerinde olan eczacılık yüksek okulunda asistan olarak göreve başladım. Bu okul, İstanbul'da özel okullara karşı olan bir 68'li olarak, mücadele ettiğim 3 özel eczacılık okulunun yeni birleştirilip devletleştirildiği bir eczacılık yüksek okullar topluluğuydu. Yani mücadelemizde başarılı olmuş, özel yüksek okulların devletleştirilmesini sağlamıştık ve ilk görevim ironiktir, böylesi bir okuldaydı. Ama eğitimin kalitesi konusunda eleştirdiğimiz bu okullar, hele hele birde 3 okulun birleşmesi, birçok zorluk getiriyordu. Ayrıca gece bölümü öğretimi de vardı. Okul öğrenci adedi çok fazla idi ve maalesef akademik çalışmalara vakit kalmıyordu. Buna rağmen sonradan maalesef yarım kalacak bir doktora çalışmasına bahsi geçen okulda başladım. 1980 darbesi sonucu ülkede oluşan kaos ve gündeme gelen YÖK yasası yüzünden okulumdan ve akademik yaşamdan ayrılmak zorunda bırakıldım. O nedenle bu dönem yarım kalmış akademisyenlik dönemi olarak adlandırırsak hata olmaz. Ancak tabii ki, bu dönem üretime atılmamda – ki o da hemen hiç vakit yitirmeden olmuştur – önemli bir rol oynadı. İlaç ve kozmetik ürünler üretmek üzere Olgunsoy laboratuvarını açarak üretime, sanayiciliğe adım attım... Öğrenciye eğitimini verdiğim ilaç ve kozmetikleri, bu kez halkın sağlığı için onların hizmetlerine sunuyordum.
Ve devam eden süreçte EBSO Meclis üyeliğiniz ve EBSO'daki eğitim faaliyetlerinizin başladığını biliyorum... Bu faaliyetlerinizden söz eder misiniz?
Okulda asistanlık dönemimde ve sonrası kendi üretim tesisimi açtığımda da İzmir Eczacı Odası'nda yönetimin çok çeşitli kademelerinde çalışmıştım. Eczacı odasının ilk dergisini çıkarmıştık. Sonraları İAOSB'nin ilk dergilerini çıkardığımız gibi ve de EBSO'da bir süre ara verilmiş, EBSO Haber dergisini… EBSO'daki eğitim faaliyetlerim, aslında Eczacı odasında başladı. İzmir'imizin geri kalmış ilçelerinden Kiraz'da Cevizli köyünde ilkokul sorunu vardı, yoğun göç veriyor ve kız çocuklarının intiharları ile gündeme geliyordu o dönemde. Eczacı odasında, o köye bir okul yapılması için çağrı yapıp para toplamaya başladık. Ancak cüzi bir para toplayabildik. Bu durumda başka bir çare bulmalıydım kaynak için, ben de EBSO'da bu kaynak bulunabilir diye, EBSO meclisine geçmeye karar verdim. Evet buldum da, Eczacı odasındaki topladığımız parayı da EBSO'ya çekerek, seri halde ilköğretim okulları yaptık. Tabii öncelikle Kiraz Cevizliye. Sonra Kınık Bergama arasındaki Dereköy'e, daha sonra da Ulamış'a. Ta ki Milli Eğitim Bakanlığı İzmir'imizde dersliğe ihtiyaç yok deyip taşımalı eğitime geçene dek.
Tabii bu okulların yapılması yetmedi, onların ihtiyaçlarının da temini de yapıldı hem de yıllarca hala da devam ediyor. EBSO'da ayrıca uzun süre efsane isimlerden meydana gelen, Teknik Eğitim Komitesine başkanlık da yaptım. Bu sırada Ebso'ya bir vakıf kazandırma düşüncesi oluştu, zira bu komite EBSO vakfı kurulmazdan önce öğrenci bursları da veriliyordu, bu bir vakıf çatısı altında devam etti sonra, hala da devam ediyor... Ki bu teknik eğitim komitemizde düşünceleri oluşan, her organize sanayi bölgesine o bölgenin yöneteceği bir teknik meslek lisesi yapılması fikri, sonraları gerçeğe dönüştü. Şu anda İAOSB'de KOSBİ'de hatta Manisa OSB'de mevcut ve de şimdilerde yapılmakta olan ALOSBİ'deki teknik meslek liseleri ile devam etti. Bu okullarımız, meslek teknik eğitimin nasıl yapılması gerektiğini, aldıkları öğrenci tercih sayısı ile tüm eğitim alemine göstermiş bulunuyor… Bölgemizin en çok tercih edilen okulları arasında hepsi…
'STK'LARDA GÖREV ALMAK GURUR VERİR…'
Bilinen bir gerçektir ki; sivil toplum kuruluşlarındaki çalışmalar özel hayatı ve iş hayatını etkiler. Bu sorumluluklarınıza ayırdığınız vakitlerin iş hayatınıza olumsuz etkisi oldu mu?
Bir değil, halen birçok STK'da görev yapıyorum. Kiminde başkan, kiminde yönetici olarak çalışıyorum. Özel hayatıma bence olumlu etki yaptığını düşünüyorum. Eşim de bazılarında çalışıyor. İş hayatı konusunda pek bir şey demek istemiyorum. Çalışanlarım 'Enver bey STK'lara çalıştığınız kadar Olgunsoy'a da çalışsanız uçardık' dedikleri ile yetineyim efendim..
Proje üretmeyi ve hayata geçirmeyi seven bir yapınız var... Her zaman dile getirdiğiniz sağlık müzesi fikir ve önerinizi hayata geçirmek mümkün olacak mi?
Sağlık müzesine gelince, aslında öncü bir çalışma olarak düşünebilecek 2015 EXPO'muz için, küçük de olsa bir sergi-müze çalışmasının 2008'de açılışı yapılmıştı. Apikam binası içinde, Belediyemiz, Tabip odası, Eczacı odası, Diş hekimleri odası, Edak kooperatifi ve sağlıkla ilgili üniversitelerimiz temsilcileri ile koordinatör olarak birlikte çalışmıştım.
Tarihinin ilk çağlarından bu yana sağlık sunan bu yöre aslında büyük bir sağlık müzesini hak ediyor. Bu düşünce ile ilk çalışmam İzmir'imizin ve bölgemizin ilk Müslüman hastanesi olan, 1851 da açılan Konak'taki ilk devlet hastanemizin binasında bu müze yer almalıydı ve o dönemdeki yetkililer ile bir çalışma başlattık. Ancak ülkemizde yöneticiler sık sık değiştiği için bu konuda birlikte çalıştığım yönetici gidince, bu çalışma maalesef yarım kaldı. Halbuki doğal bir müze olabilecek bu binanın rölevesi vs. yapılmış, özel teşebbüsten finansörler bulunmuştu. O çalışmadan şu anda tünel tarafından görülebilecek 'Memleket Sağlık Hastane Müzesi' yazısı yadigar kaldı.
Ancak canı gönülden inanıyorum ki, o bina bir gün sağlık müzesi olacak, umarım yapan heyet içinde ben olmasam da, ahir ömrümde oranın bir sağlık müzesi olduğunu görebilirim. Bu müze için yöremizde çok çeşitli bir obje zenginliği mevcut. Bu bina içinde, İzmir'imizin en eski eczanesi duruyor. Milli kütüphanemizde yer kısıtı nedeni ile bu müzemize getirilebilecek, sağlıkla ilgili bir çok eser mevcut. Daha önce ameliyathane olarak kullanılmış birçok mekan mevcut bu binada. Ve de dediğim gibi bölgemin ilk Müslüman hastanesi…
İZMİR KOLONYALARI NASIL DOÐDU?
Sağlıkla ilgili dar bir geçitten geçtiğimiz bu pandemi sürecinde kolonyaya adeta bir iade-i itibar oldu. Hem yaşadığımız bu zor süreçten ve hem de iştigal konunuz olan İzmir kolonyalarından söz eder misiniz?
Kolonya aslında eskiden beri Türk halkının en önemli kokusu, el antiseptiği, suya damlatılıp içerek sakinlediği, hatta pamuğa dökülüp ağrıyan dişine koyduğu, kadim bir üründür. Dediğiniz gibi 2002 den bu yana içinde alkol var gerekçesi ile itibar yitirmişti. Halbuki bu alkol içilmiyor, haricen kullanılıyor ve hijyen sağlıyordu. Pandemi ile iade-i itibar oldu…
Ancak ben kolonya üretmeye karar verdiğim yıl pandemi yoktu. 2 yıl kadar önce idi. Kolonya üretme nedenim ise Olgunsoy laboratuvarının kırkıncı yılı dolacaktı ve bir şeyler yapmalıydım şehrime. Yani 'şehrimin hemşehrisi' olduğumu göstermeliydim. Benim üretim konumla ilgili İzmir'imizin tarihini karıştırmaya başladım. Karşıma iki ünlü eczacının ismi çıktı. Süleyman Ferit Eczacıbaşı ve Kemal Kamil Aktaş. Bu iki bacanak 1930'lu yıllarda İzmir'i bir 'kolonya şehri' haline getirmişti.
Aslında Ecz. Süleyman Ferit Eczacıbaşı 1901'de eczacı diploması alınca biraz önce sözünü ettiğim ilk müslüman hastanesindeki eczanede resmi eczacı olarak meslek hayatına atılmıştı. Hatta hala o eczanede onun diploması asılı durmaktadır. Sonraları serbest eczane açınca, 1911 yıllarında eczanesinde Türkiye'nin ilk kolonyalarını yapmaya başlamıştı. Yani İzmir, Türkiye de ilk kolonya üretilen yerlerdendi. Sonraları şeker fabrikaları açılıp alkol bollaşınca bu üretim arttı 1930'lu yıllarda ise sanayi ölçeğinde üretilir oldu. Süleyman Ferit ve Kemal Kamil Aktaş müthiş bir rekabete tutuşunca da kolonya İzmir den tüm Türkiye'ye gönderilir oldu. Edirne'de İstanbul'da Ankara'da tüm Ege'de bayileri olduğu kayıtlarda mevcuttur. İşte bu tarihsel olguyu görünce ben de bir eczacı olarak kolonya yapmalı, İzmir'in kolonya hafızasını tazelemeliyim diye düşündüm. Ve de İZMİR MARKASI ile – gençlerin hızlı yazı tekniği ile – 'ZMR' markalı kolonya serisini ürettim…
Tabii bu seriyi, İzmir'in dağlarında madem çiçekler açıyordu, ben de İzmir çiçekleri ile yapmalıydım. Nergis, Selluka, Jakaranda, Yasemin, vs. işte böylece bir sosyal sorumluluk projesi olarak 'ZMR' kolonya ortaya çıktı.
KINIK ORGANİZE SANAYİ BÖLGESİ'NDE SON DURUM…
Evet ... Bu çalışmanızı da sosyal sorumluluk olarak değerlendirdiğimizde; siz Kolonyalar şehri İzmir sloganını yaşatarak bir anlamda şehrin kültür hafızasını da tazelemiş oldunuz... Enver bey, Kınık Organize Sanayi Bölgesi'nden söz edelim isterseniz... Yönetim kurulu üyesi olduğunuz Kınık Organizenin kuruluşu ve doluluk oranı hakkında neler söylersiniz?
Kınık Organize Sanayi Bölgemizin de ilginç bir hikayesi var. Kutlu Aktaş'ın valiliği döneminde İzmir'in geri kalmış bir ilçesi olarak Kınık'a bir anlamda sosyal destek adına, özel idare tarafından altyapısı yapılan bir organize sanayi bölgesi Kınık OSB. Yani 90'lı yıllarda altyapısı da tamamlanarak sanayicinin hizmetine sunulmuş. Arazisinin tamamı sahiplendirilmiş. Ama gelin görün ki hiçbir sanayici yatırım yapmıyor orada. Bu uzun yıllar böyle sürdü maalesef. Ben Kınık OSB'ye bu nedenle 'Sosyal Organize Sanayi Bölgesi' derim. Ancak İstanbul-İzmir otoyol projesi gündeme gelince fabrikalar tek tük yapılmaya başladı. Oto yol kısım kısım açılmaya başlayınca da, büyük bir hızla doldu. Şu anda sahipsiz parsel yok. Genişleme alanı talebi ile Sanayi Bakanlığına müracaat için çalışmalar yapıyoruz.
Yine yönetim kurulu başkanı olduğunuz Kınık Tarıma Dayalı İhtisas Organize Sanayi Bölgesinin amaçları ve faaliyet alanları neler olacak diye sormak isterim…
Tıbbi aromatik bitkilerin yetiştirilip işlenmesi ile ilgili tarıma dayalı ihtisas organize sanayi bölgemize gelince, bu organizemiz diğer organizemize 2.5 km. uzaklığında ve iki misli alana sahip. Bu konuda kurulan Türkiye'de ve Dünya'da ilk ve tek organize sanayi bölgesi olacak. Burada tohum, fide, yetiştirilecek, doku kültürü ile fide üretilecek, modern ve en önemlisi son 'Avrupa yeşil mutabakatına' uygun seralar ve buradan çıkacak ürünleri işleyecek fabrikalar olacak.
Ben bir eczacı olarak çok uzun yılardır böylesi bir organizeyi hayal ettim. ZiraTürkiye'de şu cümleler sıkça kurulur 'ülkemizin florası mükemmel, tüm Avrupa kıtasından daha fazla endemik bitkiye sahibiz. Ancak bunları vahşi hasat ile toplar kurutur, Avrupa'ya ihraç ederiz. Sonra da Avrupa bize içindeki etken maddeleri işleyip çok yüksek değerle satar.' Evet işte bu olguyu kıracak, ters yüz edecek bir organize sanayi bölgesi Kınık tıbbi aromatik organizemiz. Yetiştirilen tıbbi aromatik bitkiler, bu organizemizde işlenecek, uçucu yağı, sabit yağı, extresi kısacası etken maddeleri elde edilecek. Ya da modern yöntemlerle doğru bir şekilde kurutularak katma değerli hale getirilecek. Tıbbi çaylar, aromatik kozmetik ürünler üreten firmalar olacak. Ayrıca organizemiz içinde bir de tıbbi aromatik bitkiler konusunda Ar-ge merkezi olacak...
Tıbbi ve aromatik bitkilerin yetiştirilmesi konusunda; tohum, fide ve sera yolculuğunu anlatır mısınız?
Tıbbi ve aromatik bitkilerin yetiştirilmesi konusunda tohum ve fide en önemli sorundur. Zira içindeki etken madde miktarı ticari rekabete uygun yükseklikte olmalıdır. Örneğin; deve dikeni tohumu extresi içindeki silymarinisimli etken madde çok değerli bir karaciğer ilacıdır. Ülkemizde yabani olarak birçok bölgemizde yetişir bu bitki. Ancak yapılan araştırmalar sonucu hiçbir bölgedeki deve dikeni yeterli oranda silymarin ihtiva etmemektedir. Mutlaka tohum ıslahı yoluna gidilip, içindeki silymarin oranının yeterli olduğu bir popülasyon elde edilmelidir. Kınık tıbbi ve aromatik bitki OSB' mizdeki Ar-ge merkezi bu tür çözümleri sağlama yolunda çalışacaktır. Ayrıca unutulmamalı ki Menemen deki tohum gen bankası da ülkemizin tohum hafızasının olduğu ilk ve en zengin kurumdur. Bu kurum ile de birlikte çalışmalar yapılacaktır.
Peki, bu çalışmalarınız içinde hüda-i nabit diyebileceğimiz yöreye özgü endemik bitkilerin mevcudiyeti nedir?
Bölgeye has hüda-i nabit bitki popülasyonu, Ege Üniversitemiz, Ziraat fakültemiz işbirliği ile ürün yelpazesi tespiti çalışmaları yapılacaktır. Bu konuda E.Ü.Ziraat fakültemiz, engin bilimsel araştırma hafızasına sahiptir. Unutulmamalı ki ülkemizin ilk ve en büyük herbaryumu ve arboretumu da bu üniversitemiz içindedir…
MESLEKİ VE TEKNİK OKULLARIN ÖNEMİ…
Sizin mesleki eğitime verdiğiniz önem ve bu konudaki çalışmalarınız bilinir.. Organize Sanayi Bölgelerindeki mesleki ve teknik eğitim veren okullarla ilgili görüşlerinizi rica etsem?
Günümüzde sanayisi ileri ülkelerde, mesleki teknik eğitim, en önem verilen konudur. Hatta sanayide ve ekonomide gelişmeyi ve başarıyı tek bir cümle ile hangi nedene bağlarsınız diye sorun, alacağınız tek cevap mesleki teknik eğitime olacaktır. O ülkelerde mesleki teknik eğitim, orta eğitim olsun, yüksek eğitim olsun, akademik çatı altında değildir. Büyük fabrikalarla, ya da organize sanayi bölgeleri ile işbirliği içinde sürdürülür. Bu kurumlar, bu eğitime hem destek verir, hem de iş garantisi verir. İşte bu nedenlerle OSB ler içinde, ama mutlaka OSB lerin patronajında yürütülen, meslek teknik eğitimin başarısız olması mümkün değildir. Bu düşünceye en güzel örnekler, OSB lerimiz içindeki teknik meslek liseleridir. Geçen yıl Atatürk organize sanayi bölgemizin kucakladığı mesleki teknik lisemiz, İzmir'de en üst yüzde 5'lik dilimden öğrenci kaydı yaptı. Kemalpaşa OSB'deki lisemiz de üst dilimlerden kaydetti. Yani kaliteli eğitim verildiği takdirde, halkımızın ve öğrencilerimizin dudak kıvırdığı meslek liseleri de tercih edilir liseler olabiliyor. Bu okullarımız bunu hem halkımıza, hem yöneticilere gösterdi, gösteriyor.
Buna bağlı olarak ; ülkemizin en büyük sorunu haline gelen eğitimsizlik, mesleksizlik ve işsizlik kavramlarını nasıl açarsınız?
2020 yılı kasım ayında bir İZ-KA projesi olarak çalışmasına başladığımız, mesleki teknik eğitimin önemine, kamuoyunun dikkatini çekme amaçlı projemiz, pandeminin yoğunluğuna rağmen Mayıs ayında tamamlanarak İZ-KA 'ya teslim edildi…
Bu proje mesleki teknik eğitim okullarından mezun olarak bu gün başarılı birer iş insanı olarak İzmir'imize katkıda bulunan 50 kadar iş insanı ile görüntülü olarak yapılan röportajlar dizisi. İZ-KA tarafından kitaplaştırılacak. Bu iş insanlarının tümü şu çok önemli şu vurguyu ısrarla yaptılar; Bu gün mesleki teknik okullardan mezun olan ve mesleğini seven, çalışmak isteyen gençlerimizi hemen işe almaya hazırız. İşsizliğin kol gezdiği günümüzde buyrun işiniz hazır gençler.
SAÐLIKÇI… EÐİTİMCİ… SANAYİCİ…
Son sorumu şöyle sormak isterim. Sağlıkçı, eğitimci ve sanayici Enver Olgunsoy olarak, ülkenin önemli arterlerinden olan bu üç konuyu nasıl değerlendirirsiniz? ?
Son sorunuza cevabım şöyle olur efendim. Sağlık da, eğitim de ve de sanayi de ülkemiz içi birer kamu görevidir. Evet evet sadece eğitim, sağlık konusu değil, sanayi de. Bu gün sanayici de, ekonominin kamu görevlisidir… Gerçek sanayici kendisi için değil, insanına iş hazırlayarak, üreterek, ihracat yaparak kısacası ülkesi için çalışır. Bu nedenle bu üç konu, dediğiniz gibi bir ülkenin en yaşamsal saç ayağıdır. Başıboş bırakılmamalı, örselenmemeli ve kesinlikle devlet tarafından desteklenmelidir. Hatta devlet bu üç konuda belirleyici, yol gösterici görevini asla ve asla terk etmemelidir…
***
Sohbetimizin her anında, prensipler doğrultusunda dizayn edilmiş bir hayat hikayesiydi dinlediklerim... ?Araştırmak, düşünmek, üretmek düsturu ile yazılmış bu örnek hayat hikayesinde pek çok kişinin hayatına dokunmuş, kadim dostum… Bu değerli sohbetinize, vakıf çalışma günlerimizdeki öğretilerinize, kıymetli anılara ve dost varlığınıza çok teşekkür ederim…