Geçenlerde kuvvetler ayrımının kendisini engellediğinden yakınan Başbakan, arzuladığı başkanlık sisteminde ülkeyi nasıl yöneteceğine dair önemli ipucu verdi.
Başkanlık sisteminde ayrı gayrı olmayacak, bütün kuvvetler birlik ve beraberlik içinde Sayın Erdoğan'ın şahsında birleşecek.
Ve bu birleşmeden yepyeni bir kuvvet doğacak; Tek Adam… Tek ölçü… Tek ses…
Boşuna dememişler; nerede çokluk, orada…
Doğru oturup doğru konuşalım. Sayın Erdoğan kendi iktidar zümresini oluşturdu ve artık 'tek kişilik iktidar' istediğini yüksek sesle dile getirmeye başladı.
Merak ediyorum; Bu ülkede yaşayan insanların yüzde kaçı, 'Padişahım çok yaşa!' demeye hazırdır? Toplumun yüzde kaçı, o koroya katılmasa da, bu durumu umursamayacaktır?
Kürtler, 'Otonom Kürt Eyaleti'ne karşılık; 'Padişahım çok yaşa!' derler mi?
'Çok dilli, çok kültürlü, çok dinli emperyal yapıda toplumu birleştirmek fikri' muhafazakar, liberal ve İslamcı çevrelerde ilgi görüyor.
Kamusal yaşamda süregelen çöküntünün önünü alacak, toplumda konsensüs sağlayacak yeni bir sosyal sözleşmeye olanak tanıyacak çözüm modeli olarak kabul gören 'Yeni Osmanlıcılık' ülke genelinde ilgi görmeye başladı. Şimdilik çok fazla dillendirilmiyor ama bu tür taleplerin yüksek sesle dile getirileceği günler çok uzak değil.
Tarihsel bir sistem olarak sona hızla yaklaşan Kapitalizmin kendi içinde kontrolü kaybettiğine dair çok fazla işaret var; küreselleşmeden söz ederken, 'aldı başını gidiyor' demek abartı olmaz. Kanımca bunu gören Sayın Erdoğan da aldı başını gidiyor.
Osmanlı İmparatorluğu çökerken de herkes almış başını gitmişti; çok küçük azınlıkları saymazsak, Osmanlı bakiyesi Türkler, Kürtler, Müslümanlar baş başa kalmıştık.
Uluslararası sistem, -'tarihin sonu' diyerek kapitalizmin sürgit zaferini ilan etti- ama küreselleşme sürecini yönetemiyor. Muhafazakarlar ile liberaller yol ayrımında. Piyasalar Frankenstein'in yaratığına dönüştü. Para politikaları kontrolden çıktı. Kapitalistlerin yaptığı ettiği yangın söndürmekten öte bir anlam taşımıyor. Alınan önlemler istikrar getirmek bir yana, yoksulluğu yaygınlaştırıyor, uluslararası barışı tehdit ediyor. Dünya güvenli olmaktan hızla uzaklaşıyor.
Dünyanın ahvali böyleyken, yurttaşlık bilinci hayli düşük bir toplumda, insanların bir 'Baba'ya ve dine sığınmaları, kendilerini cemaatlere teslim etmeleri beklenmedik bir durum değildir. Hele hele muhalefet toplumun bütün kesimlerine yönelik siyaset yapmakta zorlanıyorsa…
Türkiye, -parlamenter rejimi, seçimleri, darbeleriyle,- yarım yamalak da olsa demokrasiyle yönetilirken; iktidara kim gelirse gelsin, temelde çok fazla bir şey değişmeyeceği bilinirdi.
Bugün, aynı anlayışın sürdüğünü söylemek mümkün değil. İktidar, Cumhuriyet'in, devletin yapısını dönüştürmeyi amaçlayan değişim politikalarını kararlı bir şekilde pratiğe aktarıyor.
Bu kararlılık ve değişim politikaları itibarıyla yapısal sorunlarda durum, iktidar partisine oy vermeyenler açısından, 'iktidar değişince düzeltilir' noktasında değil. Sorunun çetrefilleştiği yer tam da buradadır. Toplumsal uzlaşma tam burada sorunlu hale geliyor.
Türkiye, otoriter bir yönetim biçimine mi, demokratik bir yönetim biçimine mi yönelecek? Önümüzdeki iki yıl boyunca ülkece bu soruya yanıt arayacağız.
Sayın Erdoğan'ın öngördüğü 'Türk usulü Başkanlık Sistemi', Yeni Osmanlıcılık ve küreselleşme ekseninde yapılanacak yeni bir Cumhuriyet öngörüyor.
Bu değişimi tekin bulmayan toplum kesimleri ise henüz konsensüs sağlayacak politikalar etrafında birleşmiş değil.
Küresel politikalar karşısında ihtiyatlı, insan haklarını önceleyen, sosyal devleti talep eden, laisitenin zaruretini kavramış kesimlerin siyasete nasıl ağırlık koyacağı, ülkenin önünde yakıcı bir sorun olarak duruyor.
Küreselleşme almış başını gidiyor. Sayın Erdoğan almış başını gidiyor. Milliyetçi Kürtler almış başını gidiyor. İslamcılar almış başını gidiyor.
Bütün etik kuralların, bütün centilmen anlaşmalarının ve uzlaşma fikrinin rafa kalktığı zor zamanlardayız.
Sol düşünce, zor zamanların ilacıdır. Dünyaya soldan bakmaya ihtiyaç var.