Bazı insanları hiç tanımadan samimi bulur, uzaktan uzaktan seversiniz ya… Son İzmir Kitap Fuarı'nda da Sakin Kitap standında kitapları imzalarken öyle oldu, Şeyhmus Diken ile tanıştım ve uzaktan okuyup yazılarını çok sevdiğim bu entelektüeli boşuna sevmediğimi anladım. Şeyhmus Diken'i bianet yazılarından izlerim yıllardır.
Ayaküstü konuştuk, Ahmet Uhri ile yaptığımız İzmir sohbetini çok keyifli bulduğunu söyledi. Bu kez bir meyhaneye beraber gidecek vaktimiz olmadı, Çağrı ile Bengü sözünü tutarsa inşallah gideceğiz bir sonraki sefere… İmzaladığı kitaba teşekkürler. Bugün o kitaptan söz edeceğim.
Şeyhmus Diken Diyarbakırlı, Diyarbakır Suriçi'den. AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu. 12 Eylül askerî darbesi mağduru olarak memuriyet hayatı sona ermiş. Türkiye Yazarlar Sendikası üyesi ve Uluslararası PEN Yazarlar Örgütü Türkiye Merkezi'nin Diyarbakır Temsilcisi. Ayrıca www.bianet.org yazarıdır. Çok sayıda sivil toplum kuruluşunda yönetici, danışma kurulu üyesi, temsilci ve sivil toplum aktivistliği yaptı/yapıyor. 13 şiiri Udi Yervant tarafından bestelendi. 'Diyarbekir Hikayeleri' oyunu İmgesel Düşler Tiyatro Topluluğu tarafından oyunlaştırıldı. Çok sayıda ortak kitapta öyküleri, denemeleri, araştırma-inceleme metinleri yayınlandı. Çok sayıda kitaba editörlük yapıp yayına hazırladı. Hepsi birbirinden değerli kitapları Fransızca, İngilizce, Almanca, Bulgarca ile Kürtçenin Kurmancî ve Sorani lehçelerine çevrilip basıldı.
Kitabın girişinde Diyarbakır Bismil Körtik Tepe kazısında bulunan 12.450 yıllık taşın görüntüsü var. Üzerinde de Eduardo Galeano'nun 'Taşın Belleği / Zamanın Ağızları' kitabından kısa bir alıntı: 'Pinturas Nehri'ndeki bir mağaranın derinliklerinde bir avcı kandan elini taşa bastırdı. Adam, öldürme aciliyeti ve ölüm korkusu arasındaki bir ateşkeste elini orada bıraktı. Bir süre sonra, bir başka avcı o elin yanına kurumdan simsiyah elinin baskısını yaptı. Ve daha sonra başka avcılar da taşın üzerine kandan, kurumdan, topraktan ya da bitkilerden gelen farklı renklere bulanmış ellerinin izlerini bıraktılar. On üç bin yıl sonra, Pinturas Nehri yakınlarındaki Perito Moreno şehrinde, birisi o taşın olduğu duvara şunu yazdı: Ben buradayım…'
Şeyhmus Diken kitabın giriş bölümünde bakın neler yazmış: [Şimdi kitabın adına bakanlar 'Kendime'yi görünce soracak ve belki de şaşıracaklar. Cevabı devam eden sayfalarda tabii ki! Üşenmedim saydım tam yirmi yerde 'Kendime'yi kullanmışım. Aslında biraz da başkasına/başkalarına olması gerekirken, tümüyle insan tekinin kendiyle hemhal olması, bir nevi kendine kapanması üzerinden sözünü kendine söylemesi, yazdıklarını kendine yazması gibi bir anlamda 'Kendime…']
O güne kadar 'Günlük' yazmamış olan Şeymus Diken Covid-19 pandemisi sırasında 'hele bir deneyeyim, bakalım nereye gidecek...' diyerek bir defterle günlük tutmaya başlamış. Resmi yasaklar bitip de hemen herkes yeniden, pek özledikleri sokaklarla buluşunca üçüncü defterin orta yeri kırkıncı sayfasında benden 'buraya kadar' demiş.
Şeyhmus Diken şöyle diyor:
Yaşanan hikayenin orta yerinde 'Pandemi' denmişti ve o şekliyle de Covid-19'un ülkeye düşen literatüründe yerini almıştı ya! Pan, Eski Yunan Mitolojisinde doğayla doğrudan ilişkili yarı insan yarı keçi suretinde kırlarda aniden ortaya çıkıp ürkünç görüntüsü ile önüne çıkanı korkutan bir yaratık. Pan'ın sahip olduğu tanrısal güçle insanların yüreğine saldığı korku açısından 'Panik' sözcüğünün Pan'dan türetildiği kabul edilir. İşte tam da bu pan'dan kaynaklı panik hali bizim pandemili ruh halimize denk düştü. Sanki keçi ayaklı ürkünç yaratık pan, flütüyle bir nevi kıyamet alameti sur borusunu öttürmüş ve ey insan soyu hükmünüz buraya kadar demiş oldu bu Covid-19 virüsüyle. Günlük diye başlamıştım ama sonra fark ettim ki aslında Deneme ve o ruh hali içinde yazılanlar bir anlamıyla an'ın olanca psikolojisini yansıtma, hissettirmeyi okurken fark ettiriyor olmalı.
Sadî-yi Şirazî'ye sormuşlar; 'İnsan dediğin nedir' diye! Demiş ki Sadî; 'Yek katre-i hûnest û hezar endişe' (Bir damla kan ve bin endişe).
Genceli Nizami de 'İnsan dediğin, küçültülmüş evrendir' der.
Ellerimizi öyle çok ve öyle sıkı ve dahi öyle uzun yıkadık ki; geçmişte ellerimize avuçlarımıza yazdığımız bütün notların ruhu bile silinip gitti. Oysa o ellere nüfuz eden o kadar çok günahların izleri, lekeleri de vardı ki!
Sahi onlarda silinip gitmiş midir ki! Fark ettik! Her yaranın merhemi kendin(d)edir. Yarasına merhemi, başka yerde aramaya yeltenen yanılır.
Bu sebeple içine, 'kendine' dönmeli insan. Bakın yine 'kendine' dedim. Çare, kendisidir insan olanın. Tevekkeli boşuna dememişler 'karadutun lekesini yaprağı çıkarır' diye!
Giderken biliriz ki; ardımızda bıraktıklarımızın yüreklerinde yaşamak, ölmek sayılmazmış! Giderken adlarını artlarında bırakanlara selam olsun diyerek.