Paradigma çökmesi, İslamcıların dillerinden düşürmediği bir kavramdır. Bir süre önce, AKP milletvekilinin 'günah işleme özgürlüğü' açıklamasından sonra, paradigma (sistemin değerler bütünü) çökmesinden bu kadar çok söz etmelerinin hikmeti daha anlaşılır hale geldi.
'Paradigma, belli bir zaman dilimi içinde bir topluluğun düşünce biçimi ve davranışlarını belirleyen bir dünya görüşü, bir algı dayanağı, bir izlenceler bütünü, bir perspektif, bir model olarak tanımlanabilir.'
'Her paradigma bir belli sorunlar demetine yanıt olarak geliştirildiği için, sorunlar çözüldükçe ve o alanda var olan paradigmayla uyumsuz olan yeni sorun demetleri eklendikçe egemen paradigma giderek etkisini yitirir.'
Bu tanımlama, Thomas Kuhn'un açıklamalarına dayanarak yapılmıştır.
Paradigma tanımından da anlaşılacağı gibi, Türkiye'de, paradigma çökmesiyle işaret edilen, Cumhuriyet rejiminin değerler sisteminin çöküşüdür. Cumhuriyet devriminin çöküşü işaret edilirken, yerine gelmekte olanın, İslamcı düşüncenin çözüm modelleri ve düşünce biçimi olduğuna dair bir önkabul ortaya çıktı. Ve bu doğrultuda kamusal yaşamda dönüşüm başlatıldı.
Kamusal alanda İslamcı dönüştürme çabaları sürüyor. Değişim, laisiteyi savunan toplumda endişeyle karşılanırken; değişimden çok emin AKP milletvekili Metin Külünk'ün açıklaması hepimizi aydınlattı:
'Allah, insana günah işleme özgürlüğü vermiştir. Günahsızlık talep etme hakkı vermemiştir. Af dileme hakkıyla günah işleme özgürlüğü vermiştir. Hz. Peygamber günahları açan değil örtücü olan bir rahmet geleneğinin mimarıdır.'
Bu felsefi açıklamadan hareketle Külünk; 17 Aralık operasyonuyla 'insanların günah işleme özgürlüğüne müdahale edildiğini' öne sürüyor.
Evet, gerçekten bir paradigma çökmesiyle karşı karşıyayız; Cumhuriyet'in getirdiği hukuk, ahlak ve insan hakları normları 90 yılın sonunda sorgulanırken; yerine önerilen islam normları, 10 yıl içinde sorgulanma noktasına geldi. Paradigma çökmesini konuşacaksak, buna İslamcıların yaptıklarından, ettiklerinden başlamak gerekir.
Kurumsal din normları kamusal alanda yaşam normlarının yerini almaya başladığından beri, kamusal alan, döşemesinin raptiyeleri yerinden fırlamış koltuğa döndü.
İslamcı dünya görüşünün, kapitalizmin tüketim ve gösteri toplumu algısı çok sorunlu görünüyor.
AKP iktidarı tarafından merkeze taşınan çevredeki mütedeyyinler, güvendikleri lider ve çevresinin mülkiyet ve para önünde nasıl eğildiğini gördükçe itikatlarının sarsıldığını hissettiler.
Bir günaha ortak olmak fikri, yüce ve kutsal ideal ambalajıyla sunulsa bile, bir dindar için nereye kadar kabul edilebilirdir? Önünde sonunda, AKP'yi destekleyen dindarların da aklı karışacaktır.
Gülen Cemaatinin durumu da bir din grubu olarak artık şaibe altındadır. Karıştığı işler dualarla ve beddualarla geçiştirilecek gibi değil.
Şimdi İslamcıların bilmediğimiz bir yüzü ile karşı karşıyayız. İşlenen suçlara kutsal gerekçeler uyduruluyor. Hayali düşmanlar yaratılıyor ve baskı yasaları çıkarılıyor. Kuvvetler ayrılığı fiilen ortadan kaldırılıyor.
Bu tablodan ya bir diktatörlük çıkacak, ya da islam devleti hayalleri tarihin çöplüğünü boylayacak. Ülkeyi zor günler bekliyor.
NOT: Bugün 24 Nisan. Yine Ermeni sorunu gündeme gelecek. Yine tartışacağız; tehcir mi, soykırım mı? Yine görevi başında öldürülen şehitlerimizi anacağız. Ve yine törenleşmiş sığlıklarda bir gösteriye sığdırılmış duygularımızı tüketerek parantezi kapatacağız. Seneye görüşmek üzere…
İlginçtir; 05-Mart-1981 yılında, Paris'te, Asala'nın saldırısını yaşamış bir insanım. O saldırıda iki çalışma arkadaşım şehit oldu. Gelin görün ki CHP'de birlikte siyaset yaptığım insanların bu konuda bana bir tek soru sorduğuna tanık olmadım. Çünkü onlar için bu mesele bir törenden daha fazlasını ifade etmiyor. 24 Nisan nedeniyle söyledikleri hiçbir şeyi ciddiye almıyorum.