Bir aşık için gurur, ancak tepesinden düşeceği yükseklikten ibarettir.
İnsanın neresindedir gurur dediğimiz şey; merkezi, ruhu nerededir?
Aşkın içinde kavrulduğumuzda gururumuz neden yanmaz?
Bu gibi meseleler üzerinde duran pek çok yazar ve şair vardır kuşkusuz, insanın dayanma gücüne onlar da hayret etmişlerdir.
Zaman geçtikten ve yürekteki yangın küllendikten sonra düşünüyordu şimdi. İşten yeni gelmiş, ailesinden uzak yaşadığı bu şirin taşra kasabasındaki küçük dairesinde, salonundaki kanepesine uzanmış, elindeki telefonla internetten haberleri okuyor, sosyal medya hesaplarında geziniyor, tuttuğu takımın teknik direktörü kovulmuş mu diye meraklanıyordu.
Kötü giden yaşamını bir tek bu değiştirebilirdi sanki; kendini bildiğinden beri meftunu olduğu futbol takımı üst üste yenilgiler alırken, o pişkin teknik direktörün daha fazla koltuğu işgal etmesine tahammülü yoktu.
Yersiz bir takıntı haline getirmişti bunu (lafa bak, sanki yerli takıntı olurmuş gibi dedi kendi kendine, sonra süratle kovdu bu düşünceleri zihninden, şimdi bir de buna takılamazdı.) İstifa eder ya da kovulursa rahatlayacak, hayatı nizamını bulacaktı. Maalesef bugün de kovulmamıştı teknik direktör, bugün de görevinin başındaydı sebepsiz yere. Bir kez daha morali bozuldu, yerdeki sigara paketine uzandı… (sf 51Muzdarip Döngü)
***
Bazen yetmiyor sevgi dediğimiz şey, insan elinden kaçıracak gibi oluyor bu müphem duyguyu. Saflık raddesinde iyiler için bile sevgi her şeyi kurtarmıyor. Bir zamanlar o, kurtarır sanmıştı ama. Anladığındaysa kurtaramayacağını, bir fasit dairenin içinde yalpalayıp duruyordu, geç kalmıştı sevginin aldatıcılığına teslim olmamaya. Hayat zor herkes için, benim için de zor diye düşünüyordu.
Akıllara kolay kolay gelmeyen bir uzak vilayetin, dağlarla çevrili bir beldesinde devlet memuru olarak tam bir taşra sıkıntısı çekiyordu. Küçük yerin insanı da küçük oluyor derdi yazları gittiği kayınpeder-kayınvalide ziyaretlerinde kendisini dinleyenlere. Söyleyecek söz yok, konuşacak bir emsal… Kendisiyle aynı dairede çalışanlar fazlaca kötü köy romanı okuduklarından olacak, sürekli yaşanması arzu edilen gizli bir aşk macerası ihtimalinden dem vuruyordu.
'Şeftali Bahçeleri''nde anlatıldığı gibi bir hayat yaşıyorlardı. Nadiren işle ilgilenip, bir gölgelikte tembellik etmeyi tercih ediyorlardı. Bir iki kez o da katıldı bu sohbetlere, şehre yeni atanmıştı, can havliyle konuşacak, ahbaplık edecek insan arıyordu ama sonra ayağını kesti bu insanların toplantılarından, artık onlar da davet etmez oldular onu.
Oysa büyük umutlar, hayaller yeşertmişti içinde, çocukluğunda ve ilk gençliğinde. Ne olursa olacak, herkes gibi olmayacaktı. Dünyayı değiştiremese de kendisini ve etrafını değiştirecek, annesinin tabiriyle 'büyük adam' olacaktı. Hoş annesi bunun okumakla gerçekleşeceğini zannediyordu. Kendisi ise bunun okumakla alakalı bir şey olmadığını çok erken yaşlarda anlamış, yine de bu keşfini annesine ve öğretmenlerine çaktırmadan zorlu ve sıkıcı okul merdivenlerini hem mecazen hem de gerçekten birer ikişer tırmanmıştı. Sonuç, koca bir can sıkıntısı... (Aşk ve Gurur Sf 78)
***
Günümüz insanının hayatından kesitler…
Sakin Kitap'tan çıkan Ali Lidar'ın 'Riya Tabirleri' kitabı büyük bir samimiyetle kaleme alınmış öykülerden oluşuyor.
Bir gecede okudum bitirdim.
Pis politikacıların riyakarlığı had safhaya çıkardığı günlerde okuyunca da iyi geldi açıkçası…
Kitabın künyesi şöyle… Yayın yönetmeni: Çağrı Öner, Editör: Ozan Çolak, İç sayfa tasarımı: Dilek Şişli, Kapak illüstrasyonu: Ayşegül Köksal.
İlk cümle Nuri Bilge Ceylan'dan gelmiş: 'Biri ölür üzülmezsiniz, sonra sandalyeye asılı hırkasını görürsünüz, o hırkanın duruşu kalbinize oturur.'