İZMİR - Sadece Türkiye’nin değil, ‘Dünya Barışı’na ihtiyaç duyulduğunu ifade eden üç semavi dinin temsilcisi Ege Life Dergisi için bir araya geldi. “Biz zaten hep beraberiz” diyen din adamları, el ele verip kenetlendi, tarihi bir fotoğraf çektirdi.
İşte Ege Life Muhabiri Mehmet Emin Al’ın yaptığı o söyleşi…
Bir araya geliş
Telefonla yapılan görüşmelerin ardından, bir gün sonra Habib-i Neccar Camii İmamı Nayif Soydan, Antakya Hiristiyan Ortodoks Kilisesi Rahibi Dimitri Doğum ve Kurtuluş Caddesi’nde bulunan Sinagogu’n Hamam’ı MordoRazon ile Hürriyet Caddesi Antik Han Restoran’ta21 Ekim Cuma günü söyleşi için bir araya geldik.
Sokaklarda berber büyüdük bayramları beraber kutladık
Kendisini yabancı zannedip, ‘Nerelisiniz?’ diye soranlara “Ben Buralıyım. Siz Nerelisiniz?” şeklinde soruya, soruyla yanıt veren Antakya Hristiyan Ortodoks Kilisesi Pederi Dimitri Doğum, 1973 yıllarında yedi sekiz yaşlarında olduğunu ve o yılları büyük bir özlemle anımsayarak anlatıyor.
Dimitri, “Bayramlar günleri özellikle sokaklarda hep beraber maytap patlatır, annelerimiz Müslüman, Hristiyan, Musevi hiç fark etmezdi. Bilmezdik bile. Bize aynı tabaklara yemek doldururlardı. Aynı tabaktan yemek yerdik. Kışla Saray Caddesi’nde aynı sokaklarda ve aynı oyunlarla büyüdük. Farklı bayramlarımızı aynı coşkuyla, birbirilerimizi ziyaret ederek büyüdük” diye konuştu.
“Paskalyada biz yumurta dağıtırdık
Müslümanlar bize et verirlerdi”
Haham, İmam ve Antik Han Sahibi Ahmet Cüceoğlu, masada Peder Dimitri’yi dinlerken, onlar da ara sıra söze giriyor ve Antakya’da farklı dinlerin ve mezheplerin nasıl da içiçe girdiğini onaylayan ifadelerle destekliyorlar. Dimitri Doğum, “Bayram öncesi annelerimiz Müslüman kadın komşulara yardım ederlerdi. Bayram hazırlıkları ve temizliğe başlarlardı. Bayram sabahı da onlara ziyaret giderdik. Ramazan da şeker ve lokum, kurban bayramında ise et getirirlerdi. Müslüman mı? Musevi mi hiçbir şekilde düşünülmezdi. Biz de paskalya bayramımızda onlara haşlanmış yumurta götürürdük. Farklı bayramları aynı sevinç ve heyecanla kutlardık. Sadece biz çocukları değil bütün herkes aynı şekilde kutlardı” sözleriyle beraberliğin ve kardeşliğin nasıl bir huzur içinde yaşadıklarını ifade ediyor.
“Antakya ötekini olmadığı bir kenttir”
“Birimizin olmadığı yerde diğerimizin renginde eksiklik olur” diyen Doğum, Hatay insanların birbirine ihtiyaç duyduğu bir kent olduğunu ekliyor. Ardından, Antakya’da bu şekilde yaşandığını ve bu yaşam bicinin kendileri için oldukça normal olduğunu hatırlatıyor. Bugünü soruyoruz.
Geçmişte yaşadıkları birlik ve beraberliğin bugününü soruyoruz. Dimitri aynı şekilde, “Bugün de böyledir. Biz zaten hep beraber ve birbirimize ihtiyaç duyarak yaşadık. İbadetlerimiz farklı olsa da tek bir Tanrı’ya inanıyor ve bir tek Tanrı’ya ibadet ediyoruz. Antakya ötekini olmadığı bir kenttir. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin bozamadığı tek şehirdir Antakya. Birimizin olmadığı yerde diğerimizin renginde eksiklik olur. Son olarak şunu söylemek istiyorum. Biz rol yapmayız. Doğal yaşar ve doğaçlama konuşuruz” sözleriyle konuşmalarını noktalıyor.
“Allah’ımız, sokaklarımız ve fırınlarımız aynıdır”
Çaylar tazelendiğinde Dimitri sözü Habib-i Neccar Cami İmamı Nayif Soydan Hoca’ya bırakıyor. Şimdiye kadar masada konuşulanlara kafasıyla onaylayarak dinleyen Soydan Hoca aynı sokaklarda büyüdüklerini ve hiç kimsenin Hristiyan mı, Musevi ya da Müslüman mı olduğuna bakılmadığını söylüyor.
Aynı sokaklarda büyüdüklerini, aynı fırınlardan ekmek aldıklarını ifade ediyor, bir konuya dikkat çekiyor. Hiçbir esnafın da dinine bakılmaksızın alışveriş yapıldığını belirten İmam Soydan “Antakya’da Sayın Dimitri’nin de belirttiği gibi kimse bir başkasını ötekileştirmediği gibi birbirimize ihtiyaç duyarak büyüdük ve hala öyle yaşıyoruz. Çünkü inandığımız Allah aynı. İslam’ın hoşgörüsüne de bağlıyorum bu barış ve huzuru. Birbirimizin hangi dine mensup olduğunu sormayız ve bilmeyiz de ama sadece isimlerimizden anlarız. Çünkü birbirimize isimlerimizle hitap ettiğimiz için anlaşılıyor. Yoksa kimse bilmez, kimin Hristiyan, kimin Müslüman olduğunu…” biçimde ifade ediyor.
“Bir ailenin çocukları gibiyiz”
Sonra Antakya Musevi Sinagogu’ Hahamı MordoRazon ya da “Hazan” demeninin daha doğru olduğunu, nezaket gereği bu şekilde hitap edilebileceğini söylüyor, sorum üzerine. Mizacı gereği sessiz olan ve yavaş konuşan Hazan Razon’a dinlerin barış ve huzur içinde yaşamasını nasıl yorumladığı ve neler hissettiğini soruyorum. Antakya’da dinlerin yüzyıllardan beri birlikte yaşamış olmanın güçlü bir bağ geliştirdiğini, kültürlerin birbirini beslediğini ifade ediyor. Dini azınlık olmanın izdüşümünü soruyoruz.
Dinlerin burada huzur içinde yaşıyor oluşlarının bir güven hissettirdiğini ekliyor sözlerine… Müslümanlık-Hristiyan-Musevilik, üç semavi dinin inandığı tek Tanrı olmasının önemine değiniyor. Razon, “İnançlarımız farklı evet ama tek bir Tanrı’ya ibadet ediyoruz. Bizim Kefaret Bayramımız’ı insanlar tebrik edip bizimle beraber kutluyorlar. Bizler de Müslüman ve Hristiyan komşularımızın bayramı kutluyoruz. Antakya’da dinimiz farklı olsa da kültürel olarak bir ailenin çocukları gibiyiz” şeklinde ifade ediyor.
Sokağa dini kıyafetlerle çıkamayız
Görüşme öncesi din adamlarına kıyafetleri ile biraraya gelip gelemeyeceklerini sormam üzerine, bunun mümkün olmayacağını, gerekçe olarak yasak olduğunu belirtiyorlar.
Biz de söyleşi sonrası Peder Dimitri, Haham MordoRazon ve Nayif Hoca ile sözleşerek ibadet kıyafetlerini, cami, sinagog ve kilisede çekmeye karar veriyoruz. Kilise ve sinagog aynı yönde olduğu için Dimitri Doğum ile Hazan Razon ile berabere Antakya’nın eski dar sokaklarından yürüyoruz. Kiliseye gidiyoruz önce. Yolda Dimitri, bölgeye ait zeytin cinsi ‘Halhal’ kıran üç kadınla selamlaşıyor. “Biri Müslüman, diğerleri Hristiyan” diyor. Bunu üzerine çektiğim fotoğrafa bakıp Dimitri’ye, hangisinin Müslüman olduğunu soruyorum. Bana dönüp gülümseyerek “Başörtülü olan” diyor.
Kilisede bir haham
Kilisenin kapsından içeri girerken Önce Dimitri, ardından Hazan Razon girdi. Kendilerine, kilise de peder ve hahamın kol kola bir fotoğrafın önemli olduğunu, çekmek istediğimi söylüyorum. Onlar bir sakınca görmeden birlikte fotoğraf veriyorlar. Pederi ayin kıyafetiyle çektikten sonra Haham ile beraber Antakya Musevi Sinagog’una gidiyoruz. Burada da ibadet fotoğrafını çekip, yaklaşık 600 yıllık ceylan derilerine yazılmış ayetlerin de olduğu bölümünü görüntülüyoruz. Hazan Razon ile dedelerinin 40 yıl yaşamak zorunda kaldıkları Sina Çölü’ndeki acıyı unutmamak için ‘Suka’ dedikleri, sazdan yapılan ve çölü anımsatan, masa ve sandalyede oturup biraz daha sohbet ediyoruz.
Tanrı’nın emirleri doğrultusunda yaşandığı sürece sorun yok
Suka’da oturuyoruz. 26 saat aç ve susuz burada oturuluyor ve ardından “Yom Kipur” yani “Kefaret Bayramı” kutlanıyormuş. Razon, “Atalarımız vaat edilen toprakları yani bugünkü Mezopotamya topraklarını beğenmediği için Tanrı onları cezalandırıp, 40 yıl çölde yaşamaya mahkûm ediyor. Biz de atalarımızın yaşadığı o günleri unutmamak için burada yılda bir kez 26 saat hiçbir şey yemeden ve içmeden oturuyoruz” şeklinde hikâyesini anlatıyor Suka’nın.
Yeryüzü sürgünleri olarak binlerce yıldan beri yaşayan Yahudiler’in bu acısını bir hahamdan dinlemek istediğim için soruyoruz. Ve özellikle Ortadoğu’da yıllardır süregelen çatışma konusunda neler düşündüğü ve ne hissettiğini öğrenmek istiyoruz. Razon, “Biz Tanrı’nın emir ve buyruklarına uygun yaşadığımız sürece her türlü sorunu geride bırakacağımıza inanıyorum” diyor. Konuya girmek istemiyor. Vaat edilmiş topraklar nedeniyle savaşın sürdüğünü kast etmiş olabileceğini düşünüyorum. Razonile Hz. Musa Yahudileri Mısır’da kölelikten firavunların zulmünden kurtarmak üzere Mezopotamya’ya göç etmelerini emrettiğini konuşuyoruz. Sonra Büyük Babil Sürgünü… Son bir soru yöneltiyorum. Yahudiler kendilerini üstün ırk olarak kabul ettikleri yönünde bir algının kendilerinde olup olmadığını soruyorum. Razon, “Hayır böyle bir inancımız, felsefemiz yoktur” şeklinde yanıtlıyor. Teşekür edip ayrılıyoruz.
Dimitri, Hiristiyanlar olarak 350-400 kişi kaldığını belirtirken, Musevileri ise 4-5 aile yaklaşık 30 kişi kaldığını ifade ediyor. Antakya Musevi Vakfı Başkanı Şaul Bey. Museviler evlilik için kadınların ‘Mikva’” adında hamamdan almaları gereken belgeyi alamadıkları için artık burada evliliklerin olmadığını, İstanbul’da yapıldığını söylüyor. Mikva, Musevi kadınların evlenmeden önce hamamlarda özel yıkanma havuzunda yedi kez çıkıp girmesi ve arınması sonunda verilen belge olduğunu belirtiyor.
Buradaki Cindi Hamam’ında bu havuz zaman içinde ya da başka bir gerekçe ile yıkıldığı için artık İstanbul’da yapılıyor. Buna İstanbul’un ticaret gerekçesi de eklenince gençlerin kalmadığını, son 5-6 ailenin de yaşlı olduklarını hatırlatıyor. Böylelikle kısa zaman sonra Hatay’da Musevi aile kalmayacağı ihtimalini soruyorum Sessiz kalarak başka bir konuya geçiyor. Üstelemiyorum… (Haber ve fotoğraflar: Mehmet Emin AL)