Bugün Pazar… Sanata vakit ayırmak gerek. Ama bugün size yeni bir kitaptan, ya da filmden değil 23 yaşındaki bir filmden söz etmek istiyorum: The Truman Show.
Peter Weir Avustralyalı bir yönetmen, 21 Ağustos 1944 doğumlu. 1975 yılındaki Picnic of Hanging Rock ile uluslararası düzeyde adını duyurmuş. 1981'de Mel Gibson'lu Gelibolu (Gallipoli) Avustralya'da bütün ödülleri toplamış. Ve dahiyane işleri var daha sonraki yıllarda…. Weir Hollywood'daki ilk filmi Witness (Tanık) ile tanınır. Karakter merkezli bu gerilimde Harrison Ford başroldeydi.
Hepimizi çok etkileyen filmi 1989'da çektiği 'Ölü Ozanlar Derneği'. Genç okurlar bilmeyebilir bu filmi. En İyi Özgün Senaryo Oscar Ödülü'nü almıştır. Kurgusal olarak 1959'da, muhafazakar Vermont yatılı okulu olan Welton Academy'de geçen film, öğrencilerine şiir öğretmesiyle ilham veren bir İngilizce öğretmeninin hikayesini anlatıyordu… Bizim gibi Şadan Gökovalı'nın yanında yetişmiş olanların kolay anlayabileceği bir durumdu bu. Ama onun ötesinde giderek şiir okumanın şiir sevmenin 'modası geçmiş işler' gözüyle bakıldığı Batı kültürlerinde çığır açmıştı. Biz de bile yeniden edebiyatı sevdirmişti John Keating (Robin Williams)… John Hoca, çok başarılı ve bir o kadar da farklı olan edebiyat öğretmeninin çok disiplinli bir erkek okulu olan Welton Academy'de (takma adı Hell-ton) çoğu baskı altında olan öğrencileri edebiyat ve şiirin bambaşka dünyasıyla tanıştırmıştı. Onlara özgürlüğü, hayatı yeniden anlamayı, dünyaya farklı açılardan bakmayı öğretmişti. Robin Williams, 'az ama öz' deyiminin tam anlamını Weir'dan öğrendiğini söylemiş.
1990'da çektiği bu Green Card ve de 2003'te çektiği Master and Commander / The Far Side Of The The World bence son derece devrimci filmlerdir. Dünyanın Uzak Ucu'nda başrolde Russel Crowe ve Galapagos Adaları vardır. Bilime saygı filmidir bu öte yandan…
***
Bugün yeni tartışılmakta olan 'Sosyal Dilemma' ya 23 yıl önce çektiği 'The Truman Show' bu Pazar sizlerle konuşmak istediğim filmi. O dönem için geleceğe çok iyi baktığından mıdır nedir, üç dalda aday olduğu Oscar'dan nasibini alamamıştı…
Başrolde Jim Carrey ve Ed Harris vardı. Truman Burbank (Jim Carrey), kartpostalları aratmayacak güzellikte bir adada yaşamaktadır: Sheyvan'ın huzuru, temizliği başka yerde yoktur. Bir Amerikan rüyası bu, bir mucizedir burası. Bir işi, evi ve çok sevdiği karısı vardır. Ancak Truman dışında herkes bunun bir oyun olduğunu bilir. Truman'ın yaşamı gerçek sandığı bu stüdyolarda tam otuz yıldır, aralıksız olarak 24 saat boyunca canlı olarak televizyonda yayınlanmaktadır.
Truman'ın annesi, babası ve eşi kısacası tüm ailesi de sahtedir. Çocukluğunda bile dış dünyanın olmadığı Truman'a ikna edilmeye çalışılmıştır. Okullarında kaşiflik gibi dış dünyanın görülmesine sebep olacak meslekleri özenmesine izin verilmemiştir.
Lise yıllarında karşılaştığı bir kıza aşık olmuştur, ama bütün oyuncular tarafından bu kızdan ayrılması istenmiştir. Kızın sahte adı Lauren'dir ama kızın sahte babası tarafından Fiji Adaları'na kaçıp diziden alındığında gerçek adının Sylvia ve bütün bunların bir düzmece olduğunu ilk kez o zaman fark edecektir Truman.
Zaten sahte eşinin evlilik fotoğrafında bir yalan işareti yaptığını da gördüğünde tüm gerçekleri öğrenmeye başlamıştır. O zaman 30 yaşına girdiği bölümde dizinin yönetmenine direnmiş ve sonunda gerçek dünyaya ulaşmıştır.
Film adından da anlaşılacağı üzere bir reality şovu merkezine alıyor. Bu şovun yıldızı ise Jim Carrey'nin canlandırdığı Truman Burbank. İlginç olan Truman'ın bu şovun içinde olduğunu bilmiyor olması. The Truman Show, medya ve gerçeklik üzerine düşünmemize olanak sağlayan belki de ilk filmdi. Truman şimdiki deyimle bir celebrity. Yaşadığı kasaba, çevresindeki insanlar, eşi, herkes Truman'ın içinde bulunduğu yapay dünyanın özenle yerleştirilmiş parçaları. Daha ana rahmindeyken ne yaşayacağı planlanmış. Doğduktan sonra da yetişkin olduktan sonra da olup bitene uymaya programlanmış…
İsim seçiminden de anlaşılacağı üzere o şovun içindeki tek hakiki insan. İngilizce iki kelimenin bir araya gelmesiyle 'true-man' olmuş adı. Truman'ın mevcut reality şovlardaki kişilerden tek farkı, uzun yıllar izlendiğinin farkında olmaması. Yürürken, koşarken, gülerken, yemek yerken aslında uykuda tutuluyor olması.
Bu haliyle de medyadan gelen mesajları düşünmeden alıp tüketen, tüketip mutlu olduğunu farz eden, sistemi sorgulamaya gerek duymayan yığınların uyku halinin bir simgesi.
Filmde Truman'ın yaşadığı Sheyvan bir film platosundan başka bir şey değil. Seyirliğin arkasındaki isim ise Christoph. Şovu kontrol eden, bir tanrısal kişi. Christoph'un ismi de Truman'ın isminde olduğu gibi özel bir anlam taşıyor. Christ-oph ya da Oph-Christ (İsa) ya da (Tanrı) gibi. Christoph bir ekiple çalışıyor, amaç seyirciyi ekran başında tutmak. Yani şovu devamlı kılmak. Aslında bu bir hayat mühendisliği örneği.
Christoph, dışarıdaki dünyanın pek tekin olmadığını vurguluyor Christoph, Truman'ı bu dünyanın içinde tutmaya çalışırken çift taraflı mesajlar yolluyor. Dışarıdaki dünyanın kirlenmişliğinden bahsederken Truman'a ve seyircisine onları mutlu edecek bir ütopya sunuyor. Bu ütopyanın adı da ilginç, Sheyvan. Türkçe karşılığı bir liman, bir sığınak. Ama gerçekliği yok.
***
Medyanın sunduğu yapay dünya ve seyircinin buradaki tutsaklığı aradan geçen 23 yılda bizlerin aleyhine nasıl değişti farkındasınız değil mi?
Böylece bir anlamda medya anlatıları gerçekliği yeniden tanımlıyor. Ve 2021'de milyonlarca hayat Truman şov gibi devam ediyor… Şu Pazar sabahında da bizi bunu anlamaya çalışmak kalıyor.