Hannover'de kenti dolaşıyorduk, soyut yontular dikkatimi çekmişti. Eserlere dikkat kesildiğimi gören dostum açıkladı;
2. Dünya Savaşı sonrasında Fransız sanatçılar yapmış bu heykelleri. Amaç, savaşın yaralarını saracak naif bir adım… Fakat Almanlar bu soyut yontuları anlamlandıramayınca, Fransızların kendileriyle dalga geçtiğini düşünmüşler.
Almanya'da yaşayan dostum bu durumu şöyle açıklamıştı. Alman faşizmi sanatı öyle kazımış, ülke öyle çoraklaşmış ki, Almanlar avangard sanat karşısında tedirgin oluyorlar, anlamakta zorlanıyorlar... Wagner gibi büyük bir besteci bile, Hitler tarafından seviliyor, dinleniyor olmanın ağırlığı altında her zaman ezildi.
Diktatörün iradesi mutlaktır. Diktatör tekliği sever. Ve tek belirleyici olarak, farklı seslere tahammül göstermez. İtaatin yüce öznesidir, diktatör…
Diktatör beni andı!
Neyse…
Dünya yeniden otoriter yönetim biçimlerinin öne çıktığı bir döneme giriyor. Sistemde ortaya çıkan kriz, toplumları kendi içine kapatıyor. Dünyada otoriterleşmenin öncülleri ortaya çıkmaya başladı. Dünyada öncüller ortaya çıkar da ülkem durur mu? Geçin öncülleri, en özgün modeli hemen yarattık; Türk Tipi Başkanlık! Öyle 'öncül' gibi entel dantel kelamla zaman yitirmek de neymiş, doğrudan girdik konuya… Ve biricik kurtarıcı olarak büyük bir efendi edindik.
Ne otokrat sever bir toplummuşuz meğer!
Artık kafamız rahat. Büyük Efendi'nin gözü üstümüzde... Onun güvenli bakışları altında ve arzuları doğrultusunda hayatımızı sürdürüyoruz.
Büyük Efendi ne severse onu sevmek, neye inanıyorsa ona inanmak, ne buyuruyorsa onu yapmak, sonuna kadar biat etmek… Bunlar hayatımıza giren büyük kolaylıklar... Üstelik kullanmayı pek sevmediğimiz beyinlerimiz için de büyük konfor!
Büyük Efendi ne sever? Bunu kendi kendime sorup duruyorum. Durumdan görev çıkarmak için…
Büyük Efendi yönetmeyi sever, halkını sever, buyurmayı sever, halkının yerine düşünmeyi sever, ona sorgusuz sualsiz bağlanan herkesi sever, söylev vermeyi sever, egosunun okşanmasını sever… Bu ahvalde, ben hangi ucundan tutabilirim? 'Milli görev şuuru.'
Aslında bizim Büyük Efendi çok iyiliksever bir insan... Halkını hep yönetmek istemesi bu yüzden... Üstelik halkını yönetmeyi çok iyi biliyor; ondan daha iyi bilen yok! Kimin haddine düşmüş!
Büyük Efendi 'halkı'nı çok seviyor; ondan daha çok seven yok! Hep halkını düşünüyor; ondan başka düşünen yok! Başkasının halkı yönetmesine, sevmesine, düşünmesine ihtiyaç da yok. Çok şükür! Büyük Efendi, sadece halkını sevmiyor, 'halkı'nın içindeki bütün halkları da seviyor. Halkları kutu içinde kutu yaparak bir araya getiriyor. Tabii ki birleştirici olduğundan…
Sevimsiz gerçeğe gelince;
'Doğu toplumlarında insan itaatkardır. Toplumsal muhalefet cılızdır. Muhalif sanata pek yaşama hakkı tanınmaz. Dahası, muhalefet etme potansiyeline sahip ne varsa gözaltındadır.
Türkiye tam da batılılaşmış, 'çağdaş uygarlık' yolunda ilerlerken, işlerin öyle yürümediği ortaya çıktı. Meğer dibine kadar doğulu bir toplummuşuz da haberimiz yokmuş… Artık, her türlü baskıya kolaylıkla boyun eğen bir toplum olduğumuzu biliyoruz. Halk suskun, sanat suskun, edebiyat suskun, basın suskun… Toplum direniyor gibi yapıyor fakat hiçbir şeyi değiştirmeye mecali yok; teslimiyeti çoktan benimsemiş.'
Hal böyle iken, 'iyi ki tekliği seven yerli bir muktedirimiz var' diyerek teselli buluyor ve 'Türk Usulü Başkanlık' yolunda emin adımlarla ilerliyoruz.
Yedi düvel anladı; yerli muktedirimiz 'Büyük Efendi' kendi yoluna gidecek!
Büyük Efendi, 'Durmak yok, yola devam!' diyor. Hem de yüzyıldır 'modernist münafıkların' getirdiklerini ülkeden kazıyarak yoluna devam ediyor. Hem de İmparatorluk çöktükten sonra çizilen sınırları tanımadığını ilan ederek yoluna devam ediyor.
Büyük Efendi kafasına koymuş bir kere, Türklerin öncülüğünde, bütün Sünnileri bir araya getirecek… İyi niyetle, 'emperyal güç Türkiye'nin öncülüğünde' yeni bir islam dünyası inşa etmek için kolları sıvadı... Ama bir türlü laik münafıklara yaranamıyor.
Büyük Efendi uyarıyor; 'Gidersem 'tek' devlet yıkılır!' diyor… Değil mi ki 'Devlet O'dur!' elbet de yıkılır… Ama kalın kafalı muhalifler anlamıyor.
Bir tek oğlum anlamış! Ama o da yanlış anlamış; '… ben şimdi gidiyorum desem, nereye gidiyorsun diyen çıkmaz.' diye yazmış. Kıskanç.
Fransızların kralı 14. Louis de, 17. yüzyılda, (l'Etat c'est moi) 'Devlet benim!' demişti. Ne güzel tarihe geçti. Bizim Büyük Efendi de tarihe geçecek…
Gelin görün ki Büyük Efendi'yi çekemeyen muhalifler hiç utanmadan ona 'Diktatör' diyor…
O diktatör olsaydı görürlerdi…
Neyse…