'Kızılhisarlı Kaptan Mustafa Paşa'nın fırkateyn filosuyla Bodrum'a gelişinin üzerinden iki asır geçse de derinlerde vurgun yemiş süngerci bu dünyadan öyküleriyle göçüp gitse de, Anadolu Arkeolojisi'nin, tarihin ve kültürün tartışıldığı, mütevazi şartlarda çıkılan ilk mavi yolculuk deneyimlerinin seyri değişse de, Bodrum'un denize bağlı hayatı sürüyor. Tıpkı Halikarnas Balıkçısı'nın deniz edebiyatına kazandırdığı eserler, Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun Mavi Yolculuk Defterleri, Azra Erhat'ın Mavi Anadolu ve Mavi Yolculuk kitapları gibi daha nice kitap yazılacak ve birer yelkenli gibi bizi denizlerde ağırlamaya devam edecek'.
Bodrum Deniz Müzesi Müdürü Selen Cambazoğlu arkadaşımızın Saner Gülsöken'in 'Bodrum'un Gayıkları' adlı müzenin ilk kitabına girişine yazdığı yazı bu cümlelerle bitmiş.
Bir deniz şehri olan Bodrum'a Deniz Müzesi'nin bu kitaplarının çok yakıştığını daha önce de yazmıştım.
İzzeddin Çalışlar'ın yayına hazırladığı kitaba bayıldım. Yurtdışındaki dostlarıma giderken hediye kitaplar götürürüm, bundan iyisi olmaz diye düşünüyorum.
Saner Gülsöken'in kitabı çok kapsamlı, çok oylumlu… Kitaptan çok hoşuma giden bir bölümü aktarmak istiyorum bugün… Bugünün büyük turizm olayı Mavi Yolculuk nasıl doğmuş öğrenelim:
Halikarnas Balıkçısı kalebentlik yıllarında, Yatağan isimli 7,5 metrelik tirhandiliyle, kürek ve yelkenle Bodrum çevresinde dolaşır, bir kürek arkadaşı bulduğunda – ki genelde bu Paluko lakaplı Mustafa Esim olurdu – soluğu Gökova Körfezi'nin koylarında alırdı.
Paylaşmayı seviyor olmasından dolayı, hikaye ve romanlarına aktardığı Gökova'nın güzelliğini dostlarına da yaşatabilmenin yolunu arardı:
[Kisle Büküne yalnız gelmiştim.11 Bu bük, kirpikler arasından açılarak çakan yeşil bir göz gibi, sık çalılar arasında parlayan bir koydur. Koyun pudra gibi kumları, ayağın en narinine bile, gezintilerin en yumuşağını ve tatlısını bağışlar. Kekik, adaçayı, sedef, mersin, sakız, sandal, yaban karanfili, yaban nanesi ve ardıçların acımtırak kokusu insanın beynini, yüreğini dinçleştirir. Her sağanak, yeni bir tütsü üfürür, başka bir iklim yaratır. [...] O gün arılar, dünyanın böylesi haspalığına, şenliğine, deliliğine, ışığına, hiçbir diyecekleri yokmuş gibi, zilzurna sarhoş, aptal aptal uğulduyorlardı. Kendi kendime; 'İşte, şu cennete bak. Hey yaratılış hey! Yıpranmış, yaşlanmış bir adam artığını, kaldırıp bu cennetin ortasına koyuyor da iyi halt ediyor sanki! Çocuk olsaydım a' dedim ve madem ki beni kimse görmüyordu; kumların üstünde birkaç parende attım, çevreyi de candan kaynayan bir kahkahayla çınlattım.]
Balıkçı'nın dostlarına yaptığı 'Güneye gelin, güzelliğin ne demek olduğunu iyice anlayın,' çağrısına başta Sabahattin ve Bedri Rahmi Eyüboğlu olmak üzere, öğretmen ve yazar Sabahattin Ali, yazar ve çevirmen Erol Güney, tüccar Benya Rapoport, şair ve yazar Necati Cumalı, denemeleriyle de tanınan çevirmen ve avukat Fuat Ömer Keskinoğlu olumlu cevap verdi ve ilk gezi Paluko'nun da katılımıyla 1945'de yapıldı.
İlk geziye katılanlardan Erol Güney bu deneyimi şöyle anlatıyor:
1945 ilkbaharı, savaş bitmiş. Dünyada umutlu bir hava esiyor. Bunun üzerine Sabahattin Eyüboğlu karar verdi. Artık Halikarnas Balıkçısı'nın ısrarlı çağrısına olumlu yanıt vermenin zamanı gelmişti. Cevat Şakir ona defalarca yazmıştı: 'Birkaç arkadaşı topla, güneye gelin, güzelliğin ne demek olduğunu iyice anlayın.'
Ama bunu yapmak o kadar kolay değildi; masraflarını ödeyecek birkaç arkadaş bulmak, herkese uygun bir zamanı tayin etmek, uygun bir tekne kiralamak lazımdı vs.
Sabahattin'in öncelikle kardeşi Bedri Rahmi ve beni ikna etmesi zor olmadı. Ben pek tanımadığım Anadolu'yu görmeye çok hevesliydim. Bedri de yeni manzaralar görmeyi ve çizmeyi çok istiyordu. Bacanağım ve çocukluk arkadaşım Benya'yı kandırmakta zorluk çekmedim. Onun kadar denizi seven az adam tanıdım. Sabahattin'in yakın bir dostu avukat ve şair Fuat Ömer Keskinoğlu da hevesliydi. Sabahattin Ali'ye gelince, o her zaman Anadolu'nun görmediği bir kısmını görmeye ve yeni bir maceraya atılmaya hevesliydi. Böylece Cevat Şakir ve onun gezi arkadaşı, ahtapot avcısı Paluko ile sekiz kişi olduk.
Bineceğimiz teknenin ismi Macera idi ve son dakikada Necati Cumalı da bu maceraya katıldı, daha doğrusu biz onu katılmaya zorladık diyebilirim. Kendisi Urlalıydı ve o günlerde İzmir'de bulunuyordu. 23-24 yaşlarındaydı, ama birkaç güzel şiir yayımlamıştı ve hepimiz, başta karım Dora, onu çok severdik. İzmir'e geleceğimizi biliyordu. Galiba arkadaşı Samim Kocagöz bu terandili (tekneyi) sağlamıştı.
İşte Ankara'dan İzmir'e geldiğimiz zaman bizi karşılamak için limana gelmişti. Onu görünce Sabahattin 'Bizimle gel' dedi. Hepimiz de onu destekledik. 'Bu nasıl olur?' dedi Necati. 'Ne geziye uygun bir elbisem var ne de cebimde kafi para.' 'Boş ver,' dedik; 'Biz zaten masrafları bölüştük. Sen misafirimizsin, paraya ihtiyacın yok, gel. Elbiseye gelince; ona da lüzum yok, teknede donunla gezersin.'
Dayanamadı Necati, bir pusula yazdı, ailesine haber verdi ve olduğu gibi bizimle geldi. Sabahattin'in 'Mavi Gezi' ismini verdiği bu gezide Necati ile çok konuştuk, ondan sonra da birçok yerde buluştuk. Bana hep, 'Ne iyi ki size katıldım!' derdi. Ama o da benim gibi ne tekneyi beğendi ne de Cevat Şakir'in organizasyon kabiliyetine hayran oldu. Maceralı iki haftalık gezintiye çıkmıştık, ama dokuz kişiyi barındıracak tesisat yoktu. Uzun gezinti için ne lazımsa satın alsın diye Cevat Şakir'e önceden para vermiştik.
Ancak kısa bir zaman içinde gördük ki teknede bol olan bir şey vardı: Rakı. Yatmak için ne yeterince yastık vardı ne de örtü. Yiyeceklere gelince iki üç gün geçmeden bitti. Cevat Şakir 'Denizde bol balık var. Hem lezzetli hem sıhhatli' dedi. Hiç tecrübe ettiniz mi sabah, öğle ve akşam balık yemeyi? Gezide bunu tecrübe ettik ve bundan sonra uzun zaman ağzıma balık koymadım.
En kötüsü de yıkanmak için tatlı suyumuzun yokluğuydu. O güzelim denize gündüz ve gece en az 3-4 defa girerdik. Su pırıl pırıldı. Geceleri çoğu defa fosforluydu. Denizin ve kıyının güzelliği hakkında Halikarnas Balıkçısı ne demişse haklıydı. İnsan denize atladı mı, gece yıldızlara baktı mıydı kendisini cennette hissederdi. Ama denizden çıktı mı vücudundaki tuzdan kurtulamazsan üzerinde bir zırh gibi oluyor ve her hareketiniz zorlaştırıyordu.
Akşam gelince Balıkçı'nın gür sesini büyük ilgi ve zevkle dinlerdik. Geçtiğimiz yerler hakkında izahatta bulunur, onlarla ilgili mitolojik ve tarihi hikayeleri bize anlatırdı. Ve bu da bize gezinin zorluklarını bir zaman için de olsa unuttururdu.
Gezi katılanları mest ettiğinden sonraki yıllarda da yinelendi ve sonradan akıllara yerleşecek isim bulundu: Mavi Yolculuk.
Bedri Rahmi Eyüboğlu ise aynı başlangıç deneyimini şöyle dile getiriyor: Balıkçı Baba derdi ki: – Bodrum'a gelip te Cova'ya (Gökova) açılmamak, sarayın kapısına kadar varıp da içeri girmemek gibi olur! Gökova Körfezinde mavi yolculuk yapanlar, birbirinden güzel koylar, yarımadalar, adalar görürler. Hele adalar; 'Her biri cennetten denize bırakılmış bir çelenk sanki.'
I?zzeddin Çalıs?lar, Halikarnassos'ta Bir Zaman kitabında, Şadan Gökovalı'dan s?u satırları aktarıyor:
İki kişilik özel adalardan, ada azmanına kadar her boyda, her zevke uygun ada vardır bu körfezde. Bakarsınız minnacık bir ada; üstünde çam ağacı. Sanırsınız ki mavi denizin üstüne çiçek saksısı konmuş. Halikarnas Balıkçısı Bodrum'dayken, kendisini ziyarete gelen yakın arkadaşlarıyla denize açılır Gökova Körfezi kıyılarını, Knidos dolaylarını gezerdi.
Bu keyif, kendisi Bodrum'dan ayrılıp İzmir'e yerleştikten sonra da sürdü. Bugün önemli bir turizm dalı olarak karşımıza çıkan mavi yolculuklar böyle başladı, adını da Balıkçı koydu.
Mavi gezi bir ağaçtır / Dalları deniz/ Mavi gezi bir bahçedir/ Gülleri deniz.' (Bedri Rahmi)
Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun kaleminden ilk Mavi Yolculuk'a katılanlar: Halikarnas Balıkçısı, Sabahattin Ali, Necati Cumalı, Erol Güney, Paluko