Her ne kadar, 'islamiyet hoşgörü dinidir' demek adet olmuşsa da; Tolerans fikri bu ülkeye hiç uğramadı. Günlük dilde kullandığımız 'hoşgörü' sözcüğü, felsefi içeriği itibarıyla 'tolerans' kavramını karşılamıyor.
Batı, tolerans fikrinin bedelini ödedi. Reform'u ve Rönesans'ı yaşadı. Kiliseyi sosyal ve siyasal yaşamın merkezinden çekip aldı. Toplumsal alan ve kamusal yaşam sekülerleşti. Bilim, kilisenin çatısı altından çıktı.
Müslümanlar böyle şeyler yaşamadı. Benzer mücadeleler olmadı. Caminin avlusunda bilim yapıldı. Medrese korundu. Kuran-ı Kerim bütün hayatı düzenlediği için, Tanrı kelamını sorgulamak kimsenin haddi olmadı. Hoşgörü, ancak islamiyetin bütün kurumlarıyla gündelik hayata egemen olduğu koşullarda söz konusu oldu; lütfeder gibi…
Abbasiler döneminden beri müslüman dünyasına barış gelmiyor. Bırakın dinler arası hoşgörü ortamını, kendi arasında bile mezheplerin, cemaatlerin birbirine tahammülü yok. İslam alemi, gerçekten başka bir alem…
Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları, Cumhuriyet devriminin getirdiği laiklik ilkesi ve seküler hayat normları nedeniyle islami hayatta ve islam aleminde olan bitenin pek de farkında değildi; bu aleme dışarıdan bakıyordu. Çünkü Aydınlanma ve Modernitenin getirdiği dünya görüşüyle kurulan modern Türkiye'de, çoğunluğu müslümanların oluşturduğu batılı bir toplum ortaya çıkmıştı.
Bugün yaşanmakta olan sorun tam olarak bu ikili yapıdan kaynaklanıyor; İslami yaşam normları ve modernitenin getirdikleri arasındaki çelişkilerin uzlaşmaya kapalı özelliklerinin öne çıkarılması, toplumsal mutabakatı zora sokuyor. Özellikle islamcı kesimde daha da belirginleşen uzlaşmaz tavır ve keskinlik, yeni bir toplumsal mutabakattan ziyade, yaklaşan bir hesaplaşmayı düşündürüyor.
Anadolu insanı, 200 yıl boyunca, Aydınlanma düşüncesine aşina fakat tolerans fikrine yabancı bir kültürle yoğruldu. Modern Cumhuriyet'in yüzyılı, tolerans fikrini getirmeye yetmedi. Yetmediği içindir ki toplumsal ayrışma giderek derinleşiyor. Dahası, İslamcı zihniyetin laisiteye karşı tutumundan beslenen ayrışma süreci artık bir kopuş ihtimalini de barındırıyor.
Bu topraklarda, değişimin ve devrimlerin her zaman yukarıdan aşağıya doğru gerçekleştiği bir vakıadır. Dolayısıyla toplumun değişim süreçlerini benimsemesi hiç kolay olmadı. Benimsemeyenler veya benimser gibi yapanlar, sayıları itibarıyla, genellikle, siyasal iktidarı belirleyecek güce sahip oldular.
Tam da bu nedenle, islamcı hareket, mutlak güce sahip olduğuna hükmetmiş bulunuyor. Ve bu hükme dayanarak mutlak iktidar istiyor.
Halbuki islamcı düşüncenin tarihsel olarak toplumsal mutabakat koşullarını barındırmadığını biliyoruz. Böyle bir ihtimal olsaydı, II. Abdülhamit, Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünü durdurur, hanedan tahtı kaybetmezdi.
Türkiye tarihi bir sınav veriyor. Millet, kazanımlarına sahip çıkarak rüştünü ispatlayacak veya bir muktedirin peşinden yeniden sürüklenmeye başlayacak. Geçen yüzyılda Cumhuriyet neleri değiştirdi, yakında hep birlikte göreceğiz.
Yaşadığımız acı tecrübelerden sonra, bedelini ödeyerek toplumun tolerans fikrine sahip çıkacağını ummak istiyoruz; yoksa parça parça olacağız.
Anadolu'nun akıl çağına girmiş olması, biricik umudumuzdur.