Gönül Soyoğul
Selahattin Duman, niçin ’“İzmir’’i yakıp-yıkıp yeniden yapmalı’” diyor?
13 Nisan 2010 Salı

Ömrünün neredeyse yarısını, elde çamaşır/bulaşık yıkayarak, beyaz çamaşırları kazanda kaynatıp sonra da çeşme altında saatlerce deterjanını akıtmaya çalışarak geçiren anacığım, çamaşırlarını çamaşır, bulaşıkları bulaşık makinesine atarken, hep ’“Allah bunları icat edenlerin mekanını cennet etsin’” diye dua eder durur.’¶
Her çamaşırda/bulaşıkta, şaşmaz bir biçimde!
Josephine Cochran ve Ala Fischer’’ın mekanı cennet olmuş mudur anamın dualarıyla bilemem de, ben de benzer bir biçimde bilgisayarı/interneti icat edenlere okuyup üflüyorum her dara düşüşümde. Dar dediğim, bazen Harmandalı çöplüğüne benzediğini düşündüğüm hafızam.
Hatırlıyor gibi olduğum ama gerisini getiremediğim anlarda, sanki hazine bulmuş gibi hissettirdiği için kendimi, sıralıyorum ardı ardına tüm iyi dilekleri’…
Bugün de işte yine, duacı günümdeyim.
İzmir yangını üzerine gezinirken; internette o çok sevdiğim ’“üçlü’” karşıma çıkmaz mı? İzmir Life, Neslihan Acu ve Selahattin Duman. Üstelik ana konu İzmir, yan konu İzmir yangını. Bundan iyisi Şam’’da kayısı durumu yani.
İzmir’’de dergiciliğin yüz akı İzmir Life’’ı sektirmeden takip eden, Selahattin Duman’’ın da Neslihan Acu’’nun da kalemine hayran olan ben, bu röportajı kaçırmış olabilir miyim? Yaklaşık 2.5 yıl önce yayınlanmış bu röportajı elbette okumuştum. Duman’’ın İzmir üzerine cüretkar sözlerine/önerilerine o zaman da ağzımın açık kaldığını, röportajı tekrar okuyunca öyle iyi hatırladım ki’…     
 
’“İzmir’’i yakıp-yıkıp yeniden yapmalı’” başlığıyla İzmir Life’’ın kapağına taşınan röportajda, Neslihan Acu, aslen Ankaralı olan Duman’’a soruyor:
 
İzmir'le ilgili anılarınız vardır değil mi?
Rahmetli Piriştina kent kültürü üzerine bir konuşma düzenlemişti. Çetin Abi’’yi (Altan) davet etmiş. O da tutturdu, Selahattin gelmezse ben de gelmem diye. Benim de öyle alışkanlıklarım yoktur yani, okurla bire bir temasa çok az girerim. İmza günü falan yapmam. Ama Çetin Abi bu mesleğin duayeni, akşam güneşi, onu kırmak olmaz. Onun hatırı için, tamam geliyorum dedim. Gittik, sabah akşam içiyoruz. Fuar'ın içinde yeni bir kültür merkezi yapmışlar, çok şık bir bina. Konuşmayı da orada yapacağız. Yolda, 'Ya Çetin Abi, biz ne konuşacağız?' dedim. Ulan dedi, kent kültürü konuşacağız, önce sen konuş dedi. Hoppala Hasan dayı! En ufak bir fikrim yok. Konuyu sarhoş kafa, oraya gitmeye 20 dakika kala fark ediyoruz. Çetin Altan da bana kazık atıyor, önce sen konuş diyor.
Çıktım konuşmaya, rahmetli Piriştina oradaydı, vali oradaydı, içersi hıncahınç dolu. Annem, Allah rahmet eylesin, o da süslenmiş gelmiş. Ben işi stand-up'a vurdum. Stand-up'a vurunca millet gülmeye başladı. Ben uzattıkça uzattım. Şehirle mehirle alakası yok ama konuşmamın. Sonra da şöyle dedim:
"Biz şehir kültürü falan bilmeyiz, biz taşrada büyüdük. Ama ben kim vali, kim belediye başkanı, bakar bakmaz ayırırım. Bayramlarda seyranlarda ciple dolaşır bu resmi erkan. Bir komutan, bir vali, bir belediye başkanı! Komutan zaten kazık gibi, selamı verir. Vali devleti temsil eder, fötr şapkasını böyle sabit tutar. Kim gevşek yavşaksa, o belediye başkanıdır" dedim.
 
Epey gülmüşlerdir?
Annemi de ayağı kaldırdım. Alkışlayın annemi dedim. Annemin tabii çok hoşuna gitti. Sonra da bir darbe de ona vurdum. Görüyorsunuz mihrap yerinde, tanışmak isteyen varsa fiyatta anlaşırız dedim. Kadıncağız kafasını sokacak yer aradı. Neyse... Ben orada, kent kültürü falan bilmem ama bildiğim bir şey var dedim: Tadını çıkarmak istiyorsanız bu İzmir'i yok edin, yakın... Düşman işgalinden temsili kurtuluş falan yapıyorsunuz ya dedim, hani Yunan yakıyor şehri... O da palavradır gerçi, Nurettin Paşa’’dır yakmaya çalışan İzmir'i. Sakallı Nurettin, iş Yunanlının üzerine kalmıştır.
 
İşin aslı böyle mi gerçekten?
İzmir'i yakan Nurettin Paşa'dır. Falih Rıfkı Atay, Atatürk'ün en yakınlarından biri, Çankaya kitabında bunu anlattı. Çankaya kitabının yeni baskılarında o bölümü çıkardılar. Bizde böyle bir tarihin üzerini örtme refleksi vardır ya... Bunlar Ermeni Mahallesi'ni çevirmişler önce, sonra yangını kontrol edememişler. Cemil Filmer vardı, Türkiye'nin Fuat Uzkınay'dan sonra en önemli sinemacısıdır. Atatürk'ün bütün belgesellerini çeken adam. Onun anılarına bak. İzmir'de bir otelde, bir oda tutmuş, iki sene Kurtuluş Savaşı boyunca bütün çektiği dokümanlar orada, Atatürk'e dair çekilenler de orada. O yangında onlar da gitmiş. Yangını kontrol edememişler. Palavra falan değil bu. Tam tersine, bizim resmi tarihimizin yüzde 9O'ı palavradır. Yalan üzerine kurulmuştur. Nasıl Kurtuluş Savaşı anlatıyorsun sen? Kütahya Altıntaş Savaşı'nı niye anlatmıyorsun? Ufacık Eskişehir Savaşı'nı, İnönü Savaşı'nı anlatıyorsun ama Kütahya Altıntaş Savaşında 90 bin kişilik ordu bozuluyor, kaçıyor. Onu niye yazmıyorsun? Sakarya Savaşı niye yapıldı? Atatürk niye gitti ordunun başına geçti? O bozgunu durdurup faciayı önlemek için. Her neyse... İzmir'e dönelim. Dedim ki, İzmir'i yakıp yeniden yapın. Başka çare yok. Çünkü o güzel, o harika İzmir'i biz köylülüğümüzle, kasabalılığımızla mahvettik. Bu çay kutusu gibi, yan yana blok binaları diktik, bunu medeniyet zannettik. Denizi daha yeni yeni temizleniyor. Kahverengi denizi ben ilk İzmir'de gördüm.
Menemen tarafından bir giriyorsun şehre, insan nefret ediyor ya! Bırak Yunanı, bir Türk olarak ben yakarım o şehri yani! 30 km kesintisiz gecekondu! İğrenç binalar, iğrenç trafik, sıcak... Nefes alacak bir durum yok. O canım şehri, taa Antik Yunan'dan beri tanıdığımız o şehri mahvetmişiz.
Anadolu kıyılarına ilk defa Hititler ulaşmıştır. Oraları fethediyorlar ve beş tane yerleşme merkezi kuruyorlar Ege'de. Bir tanesi İzmir, biri Aliağa, biri şimdi Şakran'ın olduğu yerde, biri kuzeyde, biri daha güneyde. En eski beş yerleşme merkezinden biri yani İzmir.
Ee dön, seyyahlara bak! General Moltke vardır. 1834'te Sultan Aziz zamanında Anadolu'ya geliyor ve rütbesi de o zaman yüzbaşı. Dört beş sene Anadolu'da dolaşıyor. Mutlaka askeri amaçlı bir gezidir bu, bilgi falan topluyordur. O dört-beş sene dolaşmanın sonunda ortaya "Moltke Seyahatnamesi" çıkıyor, İstanbul'dan başlamış tura, Karadeniz'i geçmiş, Doğu Anadolu'nun bütün sınır kentlerini dolaşmış, Güney'den gelmiş İç Anadolu'ya girmiş, Kapadokya falan, İzmir'e öyle gelmiş, yani Afyon üzerinden.
Diyor ki, "Bütün umudum İzmir'deydi."Çünkü İzmir yarısından fazlası Levanten olan Avrupa medeniyetleriyle daha fazla irtibatı olan bir nüfus... ilk defa güzel bir şehir göreceğim' diyor adam. Çünkü Osmanlı şehir ve kasabalarından nefret etmiş. Ama İzmir'de de hayal kırıklığına uğruyor. Ve diyor ki:
’‘Bir avucunuza biraz pirinç koyun bunlar evler olsun, biraz yeşil mercimek koyun bunlar resmi daireler olsun, sarı mercimekler kilise, kırmızı mercimekler ise camiler olsun, bunları bir kağıdın üzerine serpin diyor. Ortaya ne çıkarsa Türklerin şehircilik anlayışı budur işte!’’
Şimdi bakın, General Moltke, 1834'te İzmir'in perişanlığından şikayet ediyor. O yıllarda İzmir bakir, yemyeşil, 120-130 bin nüfuslu bir yer. Şimdiki halini iyi ki görmedi adam. Kendini Konak Meydanı'nda yakardı herhalde. Yani İzmir, bizim zayi edilmiş güzelliklerimizin başında gelir. İzmir, en az İstanbul kadar potansiyeli olan, en az İstanbul kadar güzel bir şehirdir. Ama artık ne eski mimarisinden eser var, ne başka şey. İzmir'i zayi etmişiz. O yüzden ben, İzmir içinde kalmaya pek tahammül edemiyorum. Sıcak vuruyor, trafik vuruyor. Evet, Ahmet Piriştina sahili çok güzel yaptı ama bu sefer de iklim müsaade etmiyor. Yazın çok sıcak geliyor bana. Haa, şehri terk eder etmez, sayfiyeleri muhteşem. Ülkede eşi yok. Zengin mutfaklar, güzel kahvaltı yerleri, güzel balık lokantaları bulabiliyorsun. Böyle bir durumu var.
 
İzmir için ne yapılabilir peki?
İzmir büyük bir göç almış. İstanbul aldığı göçü, Boğaz’’dan dolayı, arazi geniş çünkü kaldırıyor. İzmir öyle değil. O göç çökertmiş İzmir’’i. Bence bu bir belediyecilik meselesi değil. İstanbul ve İzmir bence bir devlet meselesi... Özel idare uygulanması lazım. Yani benim fikrim, bu iki şehrin mutlaka özel statüde ve mutlaka bir planlama dahilinde, hatta mümkünse uluslar arası şehircilik uzmanlarından da yardım alarak, bir komisyon, bir heyetle, yani şehri kurtarmak üzere yönetilmesi gerekiyor. Belki binlerce ev yıkılmalı İzmir’’de. Yeniden yapılanma olmalı. Çünkü şehrin öyle bir betona tahammülü yok. Çölde muhteşem şehirler gördüm ben. Yani Dubai bile İzmir kadar bunaltıcı değil. Çünkü kaçacak, ferahlayacak yeşil alanlar yaratmışlar, İzmir’’in denizi var yahu! Nimet!’”
(Bu güzel ve uzun söyleyişinin tamamını google’’a girip ’“İzmir Life Neslihan Acu Selahattin Duman’” yazarak okuyabilirsiniz.)
* * *
Pasific dizisinde bahsi geçen ’“İzmir’’i Türkler’’in yaktığı’” iddialarıyla kopan gürültüden sonra, İzmir yangını pek çok köşecinin yazı malzemesi oldu, biliyorsunuz.
Bu konuda yazanlar arasında, Sabah yazarlarından Engin Ardıç, Emre Aköz ile Hürriyet’’ten Hadi Uluengin de vardı. Her üçü de aynı bilgiden yola çıkarak, İzmir'i yakanın Nurettin Paşa olduğunu; bu bilgiyi Falih Rıfkı Atay’’ın Çankaya adlı kitabında anlattığını, ancak kitabın yeni baskılarında o bölümün çıkarıldığını yazdılar.
 
Diyelim ki, bahsi geçen bu üç yazar da ’“anti-Kemalist ve Atatürk’’ü kötülemek için’” hiçbir fırsatı kaçırmadıklarından; İzmir yangını ile ilgili fırsatı da ’“Atatürkçülere çakma’” bahanesiyle kullandılar.
Peki, Atatürk’’ün yakın dostu Falih Rıfkı Atay’’ın yazdıklarının bir anlamı yok mu?
Peki, Selahattin Duman nereye konuşlandırılacak bu durumda?
Duman, tamam Kemalist falan değil ama ’‘yandaş kalem’’ hiç değil.
Kaldı ki, hiçbir yere ait olamayacak kadar aykırı bir isim ve sıkı entelektüel.
Üstelik, yazılarıyla kanıtlamıştır ki; benim diyen tarihçilerle yarışacak kadar ulusal tarih bilgisine sahip.
 
Burada tarihçilere düşen bir görev daha olduğunu düşünüyorum ki’… O da,
Ne yapıp edip bir araya gelmeleri ve eldeki belgeleri/bilgileri bir sempozyumla ortaya koymaları. Lehte/aleyhte ne varsa ama!
Falih Rıfkı Atay’’ın bahsi geçen Çankaya kitabında sözünü ettiği İzmir yangını ile ilgili bilgiler ve yangın bölümünün yeni baskılarda niçin sansürlendiği konusundaki ’“ayrıntı’” da dahil!
Bu yapılmazsa eğer; ’“yandaş’”lar, ’“İzmir’’i Türkler yaktı, Yunanlı’’nın Ermeni’’nin üzerine attı’”’…
Kemalistler de ’“Ayağınız taşa çarpsa Atatürk’’ten biliyorsunuz, başınıza heykeli düşsün inşallah’” demeye devam edecek!
Acıtıcı/yaralayıcı/kötü bile olsa ’“sadece gerçeği bilmek/öğrenmek/duymak isteyen’” benim gibiler de bugün sevgili Rifat Serdaroğlu’’nun köşesinde bahsettiği ’“öğrenilmiş çaresizliği’” yaşamaya devam edip gidecek.
Tarihçilere duyurulur!

Yazdır   Önceki sayfa   Sayfa başına git  
YORUMLAR
 Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 

Bu haber henüz yorumlanmamış...

FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
Hangisi?
Kemal ANADOL
Kemal ANADOL
Buraya kadar!
Rifat ÖZER
Rifat ÖZER
Pişmanlıklar
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
Gürgen Kral
Neşe ÖNEN
Neşe ÖNEN
Dün ve Bugün Türkiye (6) “Hamam mı? yoksa Spa mı?”
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Rüşvet ile jest arasında!
Oytun NALBANTOĞLU
Oytun NALBANTOĞLU
Stoilov’a nazar değdi!
Ayda ÖZEREN
Ayda ÖZEREN
Kirpi ikilemi – Hayır deme sanatı
Tayfun MARO
Tayfun MARO
Netameli meseleler 7
Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI
Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI
Nasıl toprak reformu yapılmalı?
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
FACEBOOK'TA EGE'DE SON SÖZ
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva