Şu sıra siyasetin öncelikli gündemlerinden birini de CHP'deki Tüzük Değişikliği meselesi oluşturuyor. Bu gündemi belki de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun, 'CHP değişirse, Türkiye değişir' mesajıyla birlikte değerlendirmek lazım.

CHP değişmeli mi? Neden değişmeli? Aksayan ne? Birinci parti oldu işte, iktidar da olağanüstü kötü yönetim sergiliyor ve ülkenin büyük bölümü, savaş zamanından beri görülmemiş bir geçim sıkıntısı yaşıyor.

Gördüğünüz gibi bu konu dişi bir konu. Bir sürü açıdan ele alınabilir. CHP'de değişim ihtiyacı var ise bu tüzük değişikliği ile gerçekleşebilir mi? Yoksa başka adımlar da gerekli mi?

Altmışlı yıllarda etkili bir siyasi aktör olan TİP'de de tüzük tartışmaları yaşanınca, şair Can Yücel, 'Bu ülkede sosyalist olmak için tüzük değil, büzük lazım' demişti.

CHP'de yıllardır süren ve zaman zaman da Kurultay aracılığıyla değişen tüzük meselesi de aslında, asıl mesele değil. Çünkü biliyoruz ki, tüzük ne olursa olsun imam bildiğini okuyabiliyor.

Tüzük tartışmaları başlayınca en çok gündeme gelen konular haliyle, adayların belirlenme yöntemleri oluyor. Ön seçim mi olsun, merkez kontenjanı ne olsun, cinsiyet ve gençlik kotası oranı ne olsun vs.

Bazıları demokrasiyi sandığa indirgeyerek, üyelere dayalı önseçimi savunuyor. Ama pratik siyasetin dinamiklerini hiç hesaba katmıyor. Bazıları da önseçim olursa mezhepçilik ve bölgecilik etkili olur ve ayrımcı yapı ortaya çıkar diye son önseçimlerden örnekler veriyor.

Peki, merkez yoklaması olursa ne olur? Yine bölgecilik ve mezhepçilik etkili olur ama blok halinde listeler ortaya çıkmaz. Fakat bu defa da genel merkez ağaları, benim adamım diye listelere müdahale eder. Bu bazen Gürsel Tekin olur, bazen Tuncay Özkan, bazen Veli Ağababa vs.

Son otuz - kırk yıldır, ulus ve sınıf bilinci ve aidiyetindeki aşınma sonrası, bölgecilik ve mezhepçilik dayanışması daha kullanışlı ve yaygın hale geldi. Bunun da en etkili alanı siyaset ve yerel yönetimlerdi.

Yetmişli yıllarda CHP, adayları önseçim ile belirlerdi. O dönemlerde ithal aday olayı da istisna idi.

İzmir'de daima, Mahmut Türkmenoğlu ilk sırada yer alırdı. Mahmut abi, Bademler Köyü'nden bir siyasetçiydi. Tahtacı Alevisiydi. Bunu çok sonra öğrendim tabi. Siyasette etnik ve mezhepsel kimlik kullanmak ayıptı. CHP delegasyonu içinde o yıllarda Aleviler'in ağırlığı yüzde beş bile değildi. Henüz kitlesel göçler siyasete yansımamıştı.

Mahmut Abi'ye oy veren CHP'li delege, onun mezhebini bilmez, sol kanatta yer alıyor diye oy verirdi. Süleyman Genç, Aydın Erten, Terzi Fikri vs. hiçbirinin mezhebi ve etnik kimliği bilinmezdi. Kimlik solculuktu.

Şimdi şartlar değişti. Tercihlerde ideolojik değil, mezhepsel faktörler daha etkili. Büyükşehirlerdeki milletvekilleri ve belediye başkanları, il ve ilçe başkanlarına bakın, yüzde yetmişi şu dört ilde doğanlardan oluşur. Tunceli, Erzincan, Malatya, Sivas… Belediye meclisleri ve ilçe örgütlerinde bu oran daha da yükselir. Bu illerde doğanların aday olmasının sakıncası var mı? Yok. Alevi veya Kürtlerin aday olmasının sakıncası var mı? Kesinlikle yok. Peki, sorun nedir? Sorun cemaatleşme ve ayrışma. Yurttaşlık ve Cumhuriyet idealini aşındıracak şekilde biz ve onlar anlayışının siyaset pratiğinde yerleşmesi.

Oysa Cumhuriyetçinin ötekisi yoktur. Cumhuriyet, cemaatlere değil, cemaatçiliğe karşıdır.

Bu sorunu tüzük ile aşmak mümkün değil. Somut bir örnek ile açıklamaya çalışalım.

31 Mart seçimleri sürecinde adaylar belirlenirken, tüzüğün etkisi ne kadardı? Sıfır.

Yine eş dost ve diğer pre-modern bağlar etkili oldu mu? Çok net.

Anket yaptırdık, mülakat yaptık ve adayları öyle belirledik. Kalıbımı basıyorum ki doğru değil. Ben mesleki olarak bu konularda hem alaylı hem mektepli olarak çok çalıştım. Ama buna gerek yok. Aklı başında olan herkes, bu atamaların mülakat ile anket ile yakından uzaktan ilgisi olmadığını bilir.

Atanan adayların hemen hiçbirini anket ve mülakat ile bulamazdınız. Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu gibi kişileri saymıyorum. İzmir'deki 31 adaydan hiçbiri bu ölçülerle bulunamazdı. Öyle olsa, Urla'dan başvuran adayların birini Güzelbahçe'de birini Çeşme'de nasıl buldunuz? Bornova'da sorduğunuz aday adayını Karabağlar'da yapay zeka ile mi buldunuz?

Kaldı ki, anket ile aday aramak tamamen yanlıştı. Zaten öyle de yapılmadı. Kim kimin adamı, yani eş dost ve çıkar ilişkileri ile atama oldu.

Tüzük bu anlayışı nasıl değiştirir ki?