CHP İzmir Milletvekili Mehmet Ali Susam, Egedesonsöz’e kent ve ülke gündemine dair çarpıcı açıklamalarda bulundu.

EGEDESONSÖZ - CHP İzmir Milletvekili Mehmet Ali Susam, gündeme dair önemli açıklamalarda bulundu. Hükümetin başlattığı çözüm sürecinden partinin çözüm önerilere, İzmir siyasetinden Buca'daki parti içi tartışmalara kadar birçok konuda değerlendirmeler yapan Susam, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu'nun Diyarbakır gezisini de doğru bulmadığını ifade etti. Susam, 'Türkler ile Kürtler arasında hiçbir problem yok' dedi.


Hükümetin başlattığı ve Türkiye'nin içinde bulunduğu bir süreç yaşanıyor. Bu konuda yorumlarınız nedir?
- Ondan önce Türkiye hangi süreçten geçiyor ve nasıl bu süreçte toplumun hassasiyeti oluşuyor onun altı çizilmeli… Türkiye'de 'İmralı süreci' diye başlayan şimdi 'barış süreci' ya da 'çözüm süreci' diye anlatılan olay Türkiye'de bazı hassasiyetleri topluma anlatmadan ilerleyen bir süreç olarak toplumun çok büyük bilinmezliklerle karşı karşıya kaldığı bir durumdur. Türkiye'de tüm vatandaşlar barışı istiyorlar. Kavga olmasın istiyorlar, anaların gözyaşı akmasın istiyor. Kanın durmasını istiyorlar. Şunun altını çizmek lazım. Türkiye'de bu kavga kimle kimin arasında önce onun tespitini yapmak lazım. Türkiye'de kavga eline silah alıp silahlı mücadele ile bir ülkede bir etnisitenin temsilcisi olduğunu iddia eden ve bu etnisitenin temsilcisi olarak bu ülkede ayrı toprak talebiyle ortaya çıkıp devletin silahlı mücadele güçleriyle çarpışan bir örgüt var.

Bu örgütle devlet arasında süreç yaşanıyor. Bu örgütlü mücadelenin vatandaş arasında bir şeyi yok. Vatandaşın kimsenin etnisitesiyle kavgası yok. Konunun vatandaş arasında ayrımı yok, böyle bir kavga yok. Bu örgütle devlet arasındaki kavganın bitmesi noktasındaki mücadelede eğer devlet bir aşama kat etmişse bu örgüt, bu iddiasından vazgeçip silahı bırakıp kendi adına siyaset yapmaya karar vermişse, bunun bedeli neyse bütün bunların Türk halkına doğru şekilde anlatmaya ihtiyacı var. Bu konuda biz görüşüyoruz görüşmeler sonucunda da bu silahlar susacak noktasında olayı anlatabilmek için vatandaşın kafasındaki sorulara doğru cevap vermek lazım. Bu silahlı terör örgütü bu mücadeleden vazgeçip yenilgiyle sonuçlandığı için mi silah bırakıyor. Yoksa artık Türk devleti bu silahlı örgütün tüm lojistik ve uluslararası ilişkiyi bitirdiği, vazgeçtiği için mi oluyor. Veyahut da başka bir taleplerine cevap verdiği için mi oluyor. Tüm bunların anlatılması lazım. Ayrıntılar anlamında demiyorum. Çeşitli, toplumda oluşan hassasiyetler anlamında diyorum. Bu süreçle anayasa süreci birlikte gidiyor. Anayasa sürecindeki bazı taleplere bakıyorsunuz vatandaşlık tanımı, millet tanımı, rejim tanımı, cumhuriyetin kuruluş felsefesindeki ilkeler tanımı… İlk 4 maddenin tartışılması ve sistemin üçlü ayaklarının ortadan kaldırılarak başkanlık sistemine geçilmesi süreçleriyle bu sürecin beraber gitmiş olması vatandaşın ve bu ülkede siyaset yapan herkesin kafasında ciddi bir soru oldu.

Ve giderek bu işte Türk bayrağının, Türkiye'nin üniter yapısını, sınırlarının tartışması, terör örgütü liderinin Diyarbakır açıklamalarına yönelik yapmış olduğu değerlendirmeler hatta orta doğudaki uluslararası konjonktürde yaşananlar oluyor. Kuzey Irak, Suriye'deki Kürt bölgesi, tüm bunlara insanların kuşkuyla baktığı süreç yaşanıyor. Sayın başbakan da zaten insanlara 'bana güvenin, ben bu ülkenin hiçbir şeyini yakmam' diyor. Güven bilgiyle ve inançla oluşur. İnşalara bu bilgileri vermek zorundasın. Böyle bir ortamda öyle olaylar oldu ki. Çıkıp 'Türk bayrağını taşımak tahrik unsurudur' diyen kişiler oldu. Diyarbakır'daki toplantılar, Türk bayrağının olmaması toplumda bir hassasiyet ve tepki oluşturdu. Bütün bunlar karışışında vatandaş şunu diyor: 'kardeşim barış olsun, terör bitsin, bu ülke terörden çok çekti, bitirelim ileriyle adım atalım. Ancak biz ne bedeliyle. hangi değerler uğruna bunu yaptığımızı bilelim'
Biz ise bu noktada açık olmak istiyoruz ve bu noktayı topluma da aktarmak istiyoruz. Sayın başbakanın bu konuda bizim hassasiyetlerimize dikkat edilmesi gerektiği konusunda toplumun beklentisi var. Bunun cevabı nerede olur? Bunun cevabı bu işi TBMM'de tüm toplumu temsil eden milli iradenin oluştuğu yerde, bunun ana çerçevesinin tüm siyasi partilerle tartışılıp anlatılıp topluma bir güvence verilmesiyle olur. Bu güvenceyi vermeden bu iş doğru bir noktaya gitmez. Burada yapılması gerek açık bir şey var. Türkiye' de Türklerle Kürtler arasında bir problem yoktur. Bunun altını çizmek lazım. Bunu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak söylüyorum. Ben insanların kimliğine bakarak bir şey yapmadım. Türkiye'de bugüne kadar hangi insan mağdur olmuşsa haklarını savunmak konusunda gençlik yıllarımdan bu yana mücadele etmiş bir insanım. Benim bu anlamda Kürt kökenli insanlarla hiçbir problemim olmamış, tam tersine çok güçlü dostluklarım olmuştur. Kürt kimlikli insanlar kendi kimliklerini ciddi şekilde ifade edemediği dönemde Türkiye'de sol hareketler Kürtlerin kimliklerini, haklarını CHP'nin dayandığı ideolojik alt yapı bu noktaları söyleyebilmiştir.

Bundan dolayı ben insanlara etnik kimlikle bakmıyorum. Ama burada şu değer yargılarını hiçbir zaman unutmayalım. Bu süreçlerin sona ermesi konusunda Türkiye'nin bundan sonraki sürecini, geleceğini garanti altına alacak bir bakış açısı olmalı. Ulusal bütünlüğümüz zarar görmemeli. Türkiye'de kimsede doğusu batısı sürece karşı değil ama öyle bir kitle var ki endişeli. Endişeli olması için de yeterli sebebi var. Çünkü süreç kötü yönetiliyor. Demeye çalışıyorsunuz. Kötü yönetiliyor ve akil süreci denilen süreç de bu sürece katkı koymak değil tam tersine zarar veren bir noktaya geliyor. Yani siz bu işi çözmek için çok önemli bir ayağınız olan parlamentoyu reddetmezsiniz. Sayın Başbakan bu konuda gidilen sürecin Türkiye'nin doğal süreç içinde bir barış süreci mi, yoksa uluslararası konjonktürün bir dayatması, bir koşul mu olduğunu doğru düzgün bu ülke insanlarıyla paylaşmamıştır. Sayın başbakanın CHP ve MHP ile karşılıklı bu konuyu bilgilendirmelidir.

CHP bu sorunun çözülmesi konusunda en samimi partiler başında gelir. Bu konuyu siyasi bir kazanç konusu değil ülkenin bundan sonraki gelişimde çok önemli bir barış ayağı kalkınma ayağı olarak görüyor. Birlik bütünlüğün sağlanması açısından görüyor. Bu açıdan baktığında bu işi en çok isteyen partidir. Samimi talebi vardır. Bugüne kadar da bu konuda çok ciddi araştırmalar yapmış, parti programına bu koymuş, Türkiye'de bu konuda siyasal adım atmış, onun bedelini ödemiş siyasi geleneğin temsilcisidir. Şunun da altını çizmek lazım. CHP 60yıldır bu ülkede Kürtler üzerine baskı uyguladıysa hiçbir döneminde siyasi sorumluluğu yoktur. Bize '60 yıldır iktidara gelemediniz' diyorlar. 60 yıldır devlette yokuz ve 60 yıldır Kürtler üzerine baskılar sürüyorsa bunun sorumlularını çıkarın. Tam 60 yıldır bir ülkede siyasi iktidarlar sorumluluk almamış, çok önemli bir şey yapmamış tam tersine sorumluluk aldığı çok kısa dönemlerde çabalar sarf etmiş, bedel ödemiş bir partinin barış istemediğini söylemek CHP'ye yapılmış en büyük haksızlıktır. Ve bu konuda CHP'yi savaş taraftarı gibi göstermeye çalışmak bu işi çözmek değil bu işten siyasi pirim elde etmeye yönelik bir çabadır. Bu konuda ciddi bir haksızlık yapıldığını inanıyorum.
Ben CHP'ye oy veren ve gönülden CHP'li olan bir insanın Kürt halkıyla bir sorunu olmadığını, tam tersine bu ülkede kardeşçe birlikte yaşamayı çok arzu eden bir parti olduğunu çok iyi biliyorum. Buna yürekten inanıyorum. Hem ideolojik olarak…Bugün bu sorunu çözeceğim diyen partinin muhafazakar demokrat yapısı var. Kendisi söylüyor. Kendi kimliğini bazen siyasal iktidarın veya milli görüşün temsili olarak görüyor. Ilımlı islamı anlatıyor. Şimdi böyle bir partinin bu konuyu çözmedeki ideolojik yaklaşımı mı daha doğrudur yoksa sosyal demokrat olan bir partinin mi ideolojik yaklaşımı mı daha doğrudur? Bu sorunu çözmek isteyen bir iktidar sosyal demokrat bir hareketin bu konudaki önerilerinin de desteğini samimiyetle alma konusunda adım atmak zorunda değil midir?
Peki neden adım atmıyor o zaman başbakan?

- CHP'yi masaya oturtmak istemiyor. Sanki çözüm masasında olmasını talep etmiyor. Ben bunu ülkenin sorunlarını çözme konusunda siyasal bir yaklaşım, siyasal taktik bir davranış olduğunu düşünüyorum. Anayasa sürecini ve başkanlık sürecini götürmek noktasından da AKP'nin çizdiği bir strateji olarak görüyorum. Bu ülkeye bir yarar getirmez. Partinin kendi hesapları yerine ülkenin genel menfaatlerin yönelik bir çözüm stratejisinde herkesin rolü olmalı. MHP, CHP, BDP'nin de olmalı. Hatta onları aşan temsil edilmeyen siyasal yapıdaki unsular olmalıdır. Bakın neden bugün bu sürece CHP dışındaki soldan destek olmadığını bir araştırsınlar. Yıllarca CHP dışındaki sola Kürtçü kimliği verilip onlara çok ciddi cefalar verilmiş, hukuki yaptırımlar uygulanmıştır. Değerlendirme yaptığınızda objektif olarak baktığınızda bu süreç doğru yönetilmiyor. Siyasal hesaplarla çıkarlarla ülkenin genel çıkarları birbirine tercih edilmemelidir.

İzmir'deki MHP'nin önderliğinde yapılan bayrak mitingini bu paralelden mi görmek lazım?
- Şöyle görüyorum. Bu süreçte vatandaş, Türk bayrağına yapılmış bir haksızlığa 'kardeş biz barış istiyoruz ama bayrağımız da kanla yazılmış bir bayraktır, bu bayrak kurtuluş savasında bedeli ödenmiştir, bu bayrak bizi temsil ediyor, onurumuzdur, bayrağımıza da sahip çıkın, çözüm süreci yapıyorsunuz da bayrağımızı niye rencide ediyorsunuz? bayrak neden tahrik unsuru olarak gösteriliyor, ben bayrağıma sahip çıkıyorum, bayrağa herkes sahip çıkmalıdır, onu sen kalbimden sökemezsin' diyerek tepki gösterdi.
O zaman size göre MHP'nin mitingdeki etkisinden çok vatandaşların duyarlılığı mı önemliydi?
- Siyasi konjonktürde kendine göre doğru tespit yapılmış bir eylemdir. Bu anlamda kendilerinin sadece partilerinin bir bütünlüğü olma ötesinde, toplumun hassasiyetlerine duyarlılık göstermeleri konusunda toplumun her kesiminin katkı koyduğu bir miting haline dönüştü. Ama hiçbir zaman şöyle algılanmamalıdır. Bayrağını eline alıp sokağa çıkan vatandaş bu ülkedeki sorunların çözülmesini istemeyen vatandaş değil, bayrağını eline alıp sokağa çıkan vatandaş barışı istemeyen vatandaş değil, bayrağını eline alıp sokağa çıkan vatandaş kanın akmasını isteyen vatandaş değildir. Yine bayrağını eline alıp sokağa çıkan vatandaş bu ülkede tam tersine ulusal birlik içinde, barış içinde kardeşçe yaşayalım istiyor. Bu konuya her etnik kimlikten insanlar dünyaya bir ses versinler talebinde bulunuyor. Bu insanları bir yapının karşısı olarak göstermek doğru olmaz.


Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu 200 kişi ile Diyarbakır'a gideceğini açıkladı. Çözüm süreci devam ederken bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Aziz Bey'in Diyarbakır ziyaretini iki belediye arasında bir dostluk ziyareti olarak yapmaya niyetli olduğunu düşünüyorum. Ancak toplum şu an içinde bulunduğu ve Türkiye'nin içinden geçtiği süreçte bunun siyaseten farklı anlamlar yükleyecek. Ziyaret olduğunu düşünerek çok dikkatli olunması gereken bir organizasyon olması gerekir. İyi niyetli bir çaba daha sonra farklı noktalara taşınabilir. Yerel yönetimlerin başında olan insanlar ve belediye başkanları mümkün oldukça siyasetin tayin edilmesi sürecinin baş aktörleri olmamalıdır. Siyasetin ötesinde kentin yönetiminin tüm kent bileşenlerini kucaklayan ortak bir veri koymalı.

Siz de davet edilirseniz tavrınız ne olur?
- Benim böyle bir davetim yok. Ben böyle bir siyasi yönlendirmelere açık olan bir ziyareti zamanlaması açısından doğru olmadığını düşünüyorum.
Diyarbakır 'a hiç gittiniz mi?
- Gittim
Bu süreçte gitmeyi düşünmüyor musunuz?
- Diyarbakır çok güçlü ilişkilerim ve bağım olan bir şehir. Son dönemlerde İzmir'den Diyarbakır'a gitmeler, sadece Aziz Kocaoğlu'nun değil. AK Parti milletvekili de heyetle Diyarbakır'a gitti. Balkan -Anadolu Derneği adı altında. Sonrasında iktidar partisinin Egeli milletvekilleri Diyarbakır'a gönderildi.
Bu gidişlerin sizdeki anlamı ne? Eş başkent hüviyeti mi kazandırılıyor veya giderek o sonuç o mu oluyor?
- Muhakkak ki Güneydoğu'nun önemli kentlerinden bir tanesidir Diyarbakır. Ancak Diyarbakır'a siyasi bir başkent noktasında bir imaj verilmesine Türkiye'de kimse doğru bakmamalı, böyle olmamalı. Bizim temel hedefimiz Türkiye'nin ulusal bütünlüğünü ve üniter yapısının devamı noktasında her kentimizin eşit birer kent olarak algılanmasını sağlamaktır. Bu anlamıyla böyle değerlendirmeleri yapmaya neden olacak açıklamalar, eylemleri daha doğru okumalı, daha doğru görmek lazım. Onun için ben İzmir'e de farklı bir algı koymaya çalışıyorum. İzmir söylenecekse demokrasinin başkentidir. İzmir kadın-erkek eşitliğinin iyi uygulandığı, Batı'ya en açık insan haklarının özgürlüklerinin ve çağdaşlığın en büyük kullanılabildiği, bu özellikleriyle de öne çıkan bir kenttir. Her etnik kimlikteki insanın en özgür yaşadıkları kenttir İzmir. Her etnik türden insanın kendisini ifade edebildiği bir kenttir. Her inançtan insanın kendisini özgürce ifade edebildiği bir kenttir. İzmir bu anlamıyla çok daha demokrasinin başkentine uygundur.

Geçtiğimiz günlerde başbakan partisinin milletvekilleriyle toplantı yaptı. Birçok değerlendirmesi gündeme geldi. Sizce 2009 yerel seçimlerindeki siyasi manzara değişir mi?
- 2014 yerel seçimleriyle ilgili CHP'nin İzmir'de bir sıkıntı içinde olduğu noktasında kanaatte değilim. Tam tersine İzmir'in değerleri farklı. İzmir'i anlamak istemeyen insanlar var. İzmir bir şeylerden şikayet edebilir ama İzmir in beklentileri farklı. İzmir demokrasinin, özgürlüklerin başkenti. İzmir insanların kardeşçe yaşamaya özen gösterdikleri Batı'ya en açık bir kent. Okuma oranı yüksek, üniversitesi, insan kaynağı fazla bir kent. Buraya gelen insanlar da İzmir'in bu genel havasında bütünleşiyor. İzmir, sadece birkaç hizmete bakarak karar vermenin ötesinde hizmetlerle birlikte yaşamak istediği, dünyayı kendisine sunabilecek ideolojik ve fikri yapıya da çok değer veren bir şehir. Bu ülkenin manevi değerlerine de önem veren, bayrağına önem veren bir kent.
Yani 35 projeyi yaparak bu kenti alamazsınız mı diyorsunuz?
- Bakın ben bunları anlatırken tünel yapılmasının, hizmet getirilmesinin de hükümetin görevi olduğunu düşünüyorum. İzmir bu ülkeye bir kent olarak vergi veriyor. Kayıt dışılık en azsa, kayıp kaçak oranı en azsa, vatandaş olarak devletten çok az isteyip çok fazla verebiliyorsa bu kente yaptığınız hizmetleri yine kentin siyasi idaresini değiştirmek için kullanamazsınız.
Peki bu durum CHP'ye İzmir'i çantada keklik görme lüksü tanır mı?
- Bu tam tersine CHP'ye daha büyük sorumluluk veriyor. CHP yöneticilerine, milletvekillerine, belediye başkanlarına, ilçe başkanına, belediye başkanlarına, belediye ve il genel meclis üyelerine 'bak kardeşim ben sana dört elle sarılmış, bu değerlerin temsilcisi olarak seni görmüşüm. Sen de benim gibi fedakarca daha çok çalış, daha çok iş yap, verdiğim oyu daha hak eden hizmet ver' diyor. Bunun yapılmaması en büyük hatadır. CHP'de sorumluluk almış her insan İzmir halkının verdiği oyun hakkını verebilmek için daha çok çalışmak zorunda.


Siz de parti yöneticileri gibi bazı başkanların dinlendirme ihtimalini değerlendiriyor musunuz?
- Aday belirleme sürecinin farklı mekanizmaları vardır. Bu mekanizmaları parti işletecektir. Dinlendirecek ya da dinlendiremeyecek şeklinde görmüyorum. Siyaset bir maratondur. O maraton içinde siyasi partinin aday belirleme süreci vardır. Bakar değerlendirir çalışma oranları açısından performansı düşük olanlar -yüksek olanlar arasında gerekeni yapar.
Daha önce İzmir'in parti MYK'sında temsil edilmemesini eleştirmiştiniz. Kente sürekli üst düzey partililer gelip gidiyor. Sizce İzmir, Ankara'dan yeterince okunabilir mi?
- Genel başkan yardımcılarının ve genel başkanın İzmir'e gelmesi, genel siyasetin İzmir'de tartışılması, İzmir halkı tarafından yankı bulması açısından aracıdır. Ama genel başkan yardımcılarının İzmir'de yerel siyasetin halkla bütünleşmesi anlamındaki rolleri çok sınırlıdır. Görev, yerel parlamenterlerinin işidir, bu kendin siyasetçilerinindir. Sadece parlamenterlerinin de değil. Ben bu sürece il başkanlığı ve il yönetiminin, geçmişte parlamenterlik yapmış ya da siyasi unsur olarak etkin yer almış veya birikimi olan arkadaşlarımızın aktif olması gerektiğini düşünüyorum. Toplantı noktasında değil daha aktif hale getirmek, daha çok çalışmak ve şu an İzmir parlamenterlerini de daha aktif bir şekilde bu işin içine sokmaya ihtiyaç vardır. Bence İzmir'in beklentisi kendi parlamenterlerinden bu anlamıyla daha çok bilgi almak, genel siyaset üzerinde görüşlerini dinlemektir. Bence yerel yönetimler ve ilçe teşkilatları parlamenterleri daha çok konuşturmalıdırlar.
İzmir'in siyasi kaptanlığı koltuğunun dolu olmadığını mı kabul ediyorsunuz?
Ben böyle bir şey söylemedim. İzmir'in şu an örgüt bazında, diğer bazlarda temsil edilen tüm mekanizmalarda temsilcileri var. Bunun ne kadarını yapıp yapmadığı süreç içinde görülecektir. Ama ben İzmir'in MYK'da temsilcisinin olmamasını bir eksiklik olarak söylemiştim. İzmir'de siyasi liderlik boşluğu vardır demek siyaset yapan insanlar için haksızlık olur.
Belediye başkanlarının performansını nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Onu ben değerlendiremem. Onların değerlendirmesini 6 ay sonra parti MYK'sı yapıp karar verecektir. Herkes kendi açısından ellerinden geleni yapıyor.
BUCA'DA KÖKLÜ BİR DEÐİŞİKLİÐE İHTİYAÇ VAR
Sizin de yakından takip ettiğiniz Buca'da yaşanan sorunlar ve belediye meclis üyelerinin disipline gönderilmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Buca çok iyi bildiğim bir yer. Buca'da baştan beri ne düşündüğümü çok iyi bir şekilde partinin her kademesiyle paylaştım. Buca'nın sorunlarının kişilerin eline verilmesiyle çözülemeyeceğini düşünüyorum. Partinin, Buca'da köklü bir değerlendirme yapmasına ihtiyacı var. Bu ihtiyacı hissedip bunu yapmak lazım. Bu işleri yapmak lazım. Disiplin cezaları palyatif (anlık-geçici) doğru şeyler değildir. Buca'nın ciddi bir şekilde yeniden ele alınması gerekiyor. Buca bizim çok güçlü olduğumuz bir ilçe ancak doğru yönetilmediğine inanıyorum. Hem yerel iktidar tarafından hem örgüt yönüyle. Bu anlamıyla Buca'nın daha iyi bir şekilde ele almaya ihtiyacı vardır. Bu tür cezalandırmalarla çözülecek bir nokta değildir. Geçmişte belediye başkanları, şimdi de meclis üyeleri disipline verildi. Buca'da sıkıntı nerde? Bu sıkıntının doğum tarihini yapabilecek bir değerlendirmeye ihtiyaç var
Buca konusu size soruldu mu?
- Hayır sorulmadı.

Sorulsa ne derdiniz?
- Söyleyeceğim çok şey var. Buca'yı çok iyi biliyorum temel sorunlarını da biliyorum.