Yazarımız Gönül Soyoğul, Ak Parti İzmir Milletvekili Ertuğrul Günay’la barış süreci, 12 Eylül/Silivri hukuku, yeni siyasi arayışlar ve elbette İzmir üzerine konuştu; Günay’dan bazen temkinli, bazen çarpıcı cevaplar geldi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı görevini Ömer Çelik'e devretmesinin üzerinden 3 ay geçti ama adı, eski bakanların hepsinden daha fazla gündemde. Ak Parti'nin İzmir milletvekili olması sıfatıyla İzmir'de daha daha gündemde.
Bakanlık koltuğunda otururken bile adı Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ile birlikte sürekli İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayı olarak geçen Ertuğrul Günay'ın, bakanlık koltuğunu boşalttıktan sonra bu yakıştırmaya (veya isteğe) daha yakınlaştığını düşünenler yüzünden belki. Biraz da biz gazetecilerin tahmintoto meşguliyetlerinden!
Yoğun İzmir programında da böyle oldu, katıldığı her etkinlikte gazetecilerin 'Büyükşehir adayı mısınız' sorularına/sıkıştırmalarına maruz kaldı. Her defasında 'hayır' dedi, sanırım kimseyi tam olarak ikna edemedi.
Ege Tv'deki 'Nokta' programımda neden hayır dediğinin içini açan Kültür ve Turizm eski Bakanı Ertuğrul Günay ile Ak Parti birlikteliğinden başladık, Öcalan hakkındaki düşüncelerinden 12 Eylül/Silivri hukuku karşılaştırmasından devam edip İzmir siyasetinden, yerel seçim beklentilerinden çıktık .
GÖNÜL SOYOÐUL: Kültür ve Turizm Bakanlığı göreviniz 3 ay önce bitti. Nasıl, bir hafifleme, bir rahatlık mı hissettiniz, çünkü öyle görünüyorsunuz? Nasıl bir muhasebe yaptınız 5.5 yıllık bakanlığınızla ilgili?
ERTUÐRUL GÜNAY: Övünmek gibi olması ben bakanlık dönemimde elimden geldiği kadar hızlı davranmaya ve birçok işi hem nitelikli hem hızlı tamamlamaya çalıştım. Bir süre sonra sona ereceğini biliyordum ve bana verilen süre içinde de yapabileceğim en fazla işi yapmam gerektiğini milletin benden bunu beklediğini gördüm. O yüzden bugün İzmir'deki programımda iki kitap sergisi birkaç ziyaret vardı. Çok yoğun bir program diyorlar; halbuki bakanlık dönemimde bunun birkaç katını bir günde yapmak durumundaydım. Şimdi o tempo, o koşuşturma içinde değilim. Kendime ayıracağım zamanım var. En azından uzun zamandır ihmal ettiğim kitaplarıma, kitaplığıma döndüm. Ayıkladım, düzenledim, tasnif ettim, neler okuyacağımı öne çıkardım. Bundan önce her akşam eve dosyalar götürüyordum. Gece 1'lere kadar onları okuyordum, sabah 9'da mesai başlamış oluyordu. Mutlaka hafta içinde en az bir İstanbul 15 günde bir Antalya, İzmir… Şimdi o tempoda değilim elbette, daha rahatım. Daha kendimi dinleme, dünyayı, Türkiye'yi benim özel ilgi alanlarım dışındakileri izleme fırsatı buluyorum…

SOYOÐUL: Bu kadar uzun görevler yaptıktan, bakanlık koltuğunu bıraktıktan sonra insan neler hissediyor? Böyle üst düzey görevlerden sonra ruh yeni/sade hayata nasıl adapte oluyor? Olabiliyor mu?
ERTUÐRUL GÜNAY: - Demin söylediğim gibi ben baştan itibaren bunu bir süre içinde sona ereceğini çok iyi biliyordum. Yaptığımız işlerle ilgili değerlendirme yapanlara 'Allah sonunu hayır etsin, güler yüzle ayrılmayı nasip etsin' derdim. Bir süreden bu yana zaten bu işi makbul noktada onurlu ve güzel noktada sona erdirmenin eşiğine geldiğimizi hem ben biliyordum hem çevreme de bir miktar hissettiriyordum. O yüzden hiçbir intibak sıkıntısı yaşamadığımı söyleyebilirim. Benim için sürpriz değildi. Ben buna hazırlamıştım kendimi. Bir de ayrılırken güzel rastlantı oldu. İstanbul'da Uluslararası Turizm Fuarı vardı. Ondan kısa bir süre önce İzmir'de Ege bölgesinde Efes Kongre Merkezi'nin prova açılışını gerçekleştirdik. Ondan bir hafta önce Antalya'da önemli bir turizm toplantısı yapmıştım. Yani bir tür veda turu yapmış gibiydim. İstanbul'da bitirdiğim akşam turizmci arkadaşların topyekün bir toplantısı vardı. Orada teşekkür ettim kendilerine ve tanıdığım tanımadığım herkes ayağa kalktı ve alkışla uğurladı. Bence kamuda görev yapan herkese Allah böyle bitirmeyi nasip etsin. Çünkü bazen çok sevimsiz bitirme noktalarına gelinebiliyor. Zamanla sınırlı bir kamu görevi yapıyoruz. Sonunun hayırlarla, alkışlarla güzel bitmesi, bence her bir bakanın Allahtan bekleyeceği en güzel anıdır.
SOYOÐUL: 2007 yılından itibaren Ak Parti'desiniz. Bu süre içinde kendinizi hiç yabancı gibi ya da bazen kelime belki hoş değil ama eğreti hissettiğiniz oldu mu acaba?
ERTUÐRUL GÜNAY: - Hayır. Ben zaten yeni bir siyasal arayışı dillendiren insanlardan birisiydim Türkiye'de... 2007'de 27 Nisan muhtırası verildikten sonra ben ve arkadaşlarımız AK Parti'de siyaset yapmayı tercih ettik. Ondan önce bizim aslında biraz halkın inançlarına saygılı ama aynı zamanda sosyal adaletçi, tırnak içinde 'Müslüman sol' diye nitelenen bir arayışımız vardı. Fakat ben 1995'te CHP'den ayrılmıştım, 1999'da Sayın Baykal'ın temelli ayrıldığını sanarak CHP'ye tekrar bir hamle yapmıştım fakat o tekrar geldikten sonra aramızdaki niza hiç bitmedi. Siyaset tarzımız, bakışımız gelecek perspektifimiz, anlayışımız hiç uyuşmuyordu. 2004'te de zaten ihraç edilmiştim Baykal tartışması yüzünden... Ben 2004-2007 arası partisizdim. 2005-2006'da da 'Yeni bir siyasi parti yapabilir miyiz?' arayışlarımız vardı. Halkın inançlarıyla, değerleriyle barışık ama aynı zamanda sosyal adaletçi, aynı zamanda kalkınmacı, aynı zamanda gelişmeci… Ve öyle bir konjonktüre geldik ki bir muhtıra verildi hükümete... Ben 12 Eylül'de tutuklanmış bir insanım. Darbelerden hayatım boyunca ben ve ailem hep çekmişiz. Öyle bir darbe girişiminin karşısında durmamız gerektiğini düşünüp arkadaşlarımızla değerlendirdik ve AK Parti'de siyaset yapmaya karar verdik. Bizim katıldığımız AK Parti Türkiye'ye demokrasi vadeden, darbeye karşı duran, sivilleşme vaat eden bir akımdı ki öyle adımlar atıyoruz. Üstelik tabii Doğru Yol'dan gelmiş olanlar, ANAP'tan gelmiş olanlar, Refah'tan, CHP'den gelmiş olanlar ve DSP'den gelmiş olan çok sayıda insan da vardı. Yani bir büyük koalisyon görünümünde, bir büyük kitle partisi yapısında bir siyasi partiydi ve itiraf ediyorum ki son yıl içinde bu yüksek yapılaşmalarla ilgili birkaç ihtilafımız oldu. Yani bazı arkadaşlarımızla… Ben aşırı yüksek yapılaşmanın Türkiye'nin doğasına ve tarihine bir saygısızlık olduğunu savunuyordum ki haklı olduğum son günlerdeki tartışmalarda da ortaya çıkıyor. Onun dışında herhangi bir niza yaşamaksızın görevimi yaptım. Her zaman söylüyorum kendi kurduğum bir siyasi partide Kültür ve Turizm Bakanlığı yapmış olsam, ben yine bu kadar sayıda kültür merkezi açmaya çalışırdım. Bu kadar çok sayıda, 25 tane tiyatro salonu açtım Türkiye'de... Cumhuriyet tarihinde 25 tane açılmıştı. Ben 25 tane açtım 5 buçuk yıl içinde... Bu kadar çok eser getirmeye çalışırdım, bu kadar çok müze açmaya çalışırdım; onların hepsini yaptım.
İnandıklarımı yapmaya çalıştım. Sinemayı destekledik, tiyatroyu destekledik, sanatçıları destekledik. İzmir'de kurduğumuz Anadolu Filarmoni diye bir orkestra var örneğin… Gittiği meydanları, halkı hem entelektüeli ile hem sade vatandaşıyla ayağa kaldıran bir kültür karmaşası bir kültür sentezi… Bu tür şeyler keyifli işler. Onları da çok sevinerek, severek yaptım… Mümkün olduğu kadar yaptığım işe ideolojik olarak bakmamaya çalıştım. Geride güzel şeyler olduğunu düşünüyorum.
SOYOÐUL: Sizin Mehmet Bekaroğlu ile birlikte basında anıldığı isimle 'Müslüman-sol' perspektifi boşluğunu Türkiye siyaseti hala hissediyor mu acaba? Griye dönüp baktığınızda acaba 'devam etseydim' dediğiniz anlar oldu mu? Bundan sonrası için ne olabilir?
ERTUÐRUL GÜNAY: - Bizim içinde bulunduğumuz konjonktür; yani 2007 27 Nisan'ıyla bu seçim arasındaki konjonktür, öyle yeni bir siyasi oluşuma çok izin vermiyordu; çünkü biz sivilleşmeden yana bir siyasi harekettik. Darbeye karşı bir siyasi harekettik. Toplumcu bir siyasi harekettik ve o konjonktürde böyle bir ayrı baş çekmek ciddi anlamda muhtıra ve AK Parti'yi tökezletmek isteyenlerin ekmeğine yağ sürecek olan bir hareketti. Nitekim biz partiye katıldık, milletvekili seçildik, 2008'de kapatma davası açıldı. Yüzde 47 oy almış bir partiye döndüler ve kapatma davası açtılar. Yani o konjonktür buna uygun değildi yeni bir arayışa. Ama tabii AK Parti 10 yılını doldurdu. Memnun olanlar gibi olmayanlar da var, bekledikleri arayışlara demokratikleşme veya sosyal adalet konusunda cevap bulamayanlar var. Onlar yeni bir arayış sürdürebilirler mi? Tabii sürdürebilirler. Nitekim bizden sonra o arayışı bir biçimde HAS Parti sürdürmeye çalıştı ama o da akamete uğradı. Onun kurucuları, yöneticileri de şu anda Adalet ve Kalkınma Partisi içinde. Gelecekte eğer AK Parti yorulursa, eğer AK Parti demokratikleşme ve sosyal dayanışma konusunda beklentilere cevap vermezse, bu eleştiriler her zaman olabilir. İhtiyaçlar doğurur yeni siyasi partileri zaten. 'Biz yeni bir siyasi parti yapalım' demekle olmaz. Demokrat Parti tek parti yönetiminin yorulduğu bir dönemde ortaya çıktı. Ve 2. Dünya Savaşı sonrası konjonktürde ortaya çıktı ve aldı gitti. Ortanın solu hareketi CHP'de Türkiye'nin sanayileşmeye ama adaletsiz büyümeye başladığı dönemde ortaya çıktı 73 ve 77 seçimlerini bir itiraz olarak kazandı. 80'den sonra darbeye karşı yumuşak ama sivil bir geçiş gerekiyordu. ANAP ortaya çıktı ve kazandı. 99 depreminden sonra ben 'artık Türkiye'de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak' demiştim. Çünkü Türkiye hakikaten duvara toslamıştı her şeyiyle iflas etmişti. Ve siyasette, 99'un siyasi partileri 2002'de iflas ettiler. Ortaya yeni bir siyasi parti çıktı: Adalet ve Kalkınma Partisi. 10 küsur yıl geçti, yorulabilir koca 75 milyonluk bir ülkeyi yöneten bir parti. Eğer toplum yeni bir siyasi arayışı aramaya başlarsa birileri onu temsil eder. Aramaya başladı mı şu anda onu ben söyleyemem. Eğer başlamış olsa o kendini bir yerde filizlendirir. Var bazı ipuçları. Mesela ben dikkatle takip ediyorum İstanbul'da anti-kapitalist Müslümanlar diye bir hareket var. Eşitlikçi Müslümanlar. Ki aslında bence Müslümanlık zaten eşitlikçiliği emreden bir anlayıştır. Yani mal biriktirmeyi servet hırsızlığını, tamahı, kitaplar reddediyor. Fakat tabii bütün dinler zamanla yöneticilerin elinde dinin özünden koparılarak yönetimin kılığına sokulmuşlardır. Hıristiyanlık da, Müslümanlık da zamanla bu tahribata uğradı. Şimdi bir genç grup İstanbul'da mesela bunu dillendiriyor. Buradan bir siyasi hareket çıkar mı? Bakalım… Bunu toplumun ihtiyaçları gösterecek. Ama mesela önümüzde 1 Mayıs var. 1 Mayıs'ta ben dikkatle takip ediyorum sosyal medyayı. 1 Mayıs'ta bu anti-kapitalist Müslümanlar Fatih'ten…

SOYOÐUL: - Geçen 1 Mayıs'ta da öyle oldu…
ERTUÐRUL GÜNAY: - Geçen 1 Mayıs'ın önemli bir olayıydı. Bunu medya görmezden geldi. Çünkü medya anti-kapitalizm sözünden hoşlanmıyor.
SOYOÐUL: Neden acaba? Kendisi kapitalistlerin ellerinde olduğu için mi? (kahkahalar) Az önce 12 Eylül'ün mağdurlarından olduğundan söz etmişken sorayım. Siz 12 Eylül'de DEV-YOL davasıyla ilişkilendirilip 1 yıl hapis yattınız… Siz bir hukukçusunuz. O dönemde 12 Eylül'ün hukuk tanımazlığıyla bu dönemdeki hukuk karşılaştırılıyor. Şu dönemde Balyoz, Ergenekon gibi toplumun çok büyük bir kesiminin ilgiyle izlediği davalarla ilgili olarak birçok hukukçudan şu sözü duyuyorum: 'Biz 12 Eylül'de de mahkemelerdeydik, DGM'leri de gördük ama şimdiki yargılama başka ve bu daha ağır... O zaman neyle yargılanacağını, ne olduğunu biliyorduk.' Bu tespite hem siyasetçi hem 12 Eylül mağduru hem hukukçu olarak yanıtınız ne olacak?
ERTUÐRUL GÜNAY: - Bunları herkesle her mecrada oturup tartışmak isterim. Bunu kitapta okumuş arkadaşlardan birisi değilim. Bizzat yaşamış insanlardan birisiyim. Bizim davamızda iki kişiydik. Koca birtakım teşekküllerin iddianamelerin 6 ayda yazıldığı bizim davamızın iddianamesi 10 buçuk ayda yazıldı, iki sayfaydı. Yani uydurma birtakım iddialardı çünkü… 12 ay üzerine yargıya çıktık. 12 ay 8 gün üzerine ve tahliye olduk. Yani o dönemde önce 3 yılın altındaki cezalar Yargıtay'a gidemiyordu, sonra bir iyileştirme yaptılar 6 ay altındaki cezalar Yargıtay'a gidemez hale geldi. Dilediklerini dinliyorlar, dilemediklerini dinlemiyorlardı. Diledikleri zaman iddianameyi açıyorlar, açmıyorlardı ve basında o davalarla ilgili en küçük bir tartışma, en küçük bir itiraz yer bulmuyordu. Şimdi televizyon ekranlarına çıkıyor insanlar, sözünü ettiğiniz davaların avukatları… Ben hukukun herkese lazım olduğunu düşünüyorum. Yani bu dönemde bir haksızlık defaatle hem hükümetle söyledim, hem dışarıda söyledim, bir tek insanın bir tek gün haksız yere tutuklu kalmasını istemem. 12 ay tutuklu kaldım ama benim için önemli olan ilk 45 gündür hatta ilk 1 aydır. O ilk bir ayda ne olduğunu anlayamayan ve hayata çok yıldızlı başlamış bulunan birdenbire sebebini bilmediğin biçimde tutuklandığımı gören babam şok yaşadı ve öldü. Benim için o bir ay çok önemli. Geri kalan 11 ayı sildim gitti. Onun için bir insanın bir gün, bir ay, bir hafta haksız yere tutuklanmasının çok büyük bir zulüm olduğuna inanıyorum ama kimse bana 12 Eylül yargılamasıyla bugünü kıyaslamasın. Bugün televizyon ekranlarına herkes çıkıyor, çatır çatır bu yargılamayla ilgili, herkesi, en ağır şeyleri yargıyla ilgili söyleyerek konuşabiliyor…
Kim 12 Eylül'de değil gazeteye, değil televizyona, yanındaki arkadaşına yargıyla ilgili bir şey söyleyebiliyordu? Yapmasınlar lütfen. Bu kıyaslama çok haksız. Bugün haksızlık varsa onu söylesinler ama 12 Eylül'le kıyaslamaya gerek yok. 27 Mayıs'la, 27 Mayıs'ın Yassıada Mahkemesi'yle bugünkü yargılama kıyaslanabilir mi? O bir zulümdü. 12 Eylül yargısı bir zulümdü. 12 Mart yargısı bir zulümdü. Efendim bugün tutukluk süreleri uzun olabilir fazla sürmese…
SOYOÐUL: Bugün aksayan, yanlış olan, vicdanı kanatan, sızlatan…
ERTUÐRUL GÜNAY: - Ben bazı siyasetçilerin dediği gibi ne müddeiyim, ne avukatım, ne savunmacıyım. Ben bu işi defaatle söyledim. Bakan olarak da söyledim… Önce bu yargılamalar sona ersin, kim suçludur, kim suçlu değildir belli olsun. Bu yargılamayı bu kadar yaymak doğru mudur? Bununla ilgili soru işaretlerimi hep söyledim. Ama kimse bana 27 Mayıs'la, 12 Mart'la, 12 Eylül'le bugünkü yargıyı kıyaslamaya kalkmasın. Bugünkü yargıda beğenmediği şeyleri söylesin ama 12 Eylül'le bugünü kıyaslamaya kalkarlarsa siz 12 Eylül'le ilgili hiçbir şey bilmiyorsunuz derim.


SOYOÐUL: En güncel konulardan biri de Kürt sorunuyla ilgili barış süreci. Siz bir röportajınızda barış süreciyle ilgili diyorsunuz ki 'Öcalan'ın siyasi bir figür gibi gösterilmesi vicdanlarda sızı'. Bu süreçte Öcalan'ın fazla etkili olmasından rahatsızlığınızı dile getiriyorsunuz… Bu rahatsızlığınız hala sürüyor mu? Yoksa akil insanlar sizi de ikna ettiler mi? Ve akil insanlarla ilgili görüşlerinizi merak ediyorum, özellikle Ege'de görevlendirilen isimlerle ilgili ne düşünüyorsunuz?.
ERTUÐRUL GÜNAY: Ormana bakalım, ağaçlara takılmayalım eşiğinde olduğumuzu düşünüyorum. Elbette bu kolay bir süreç değil… Ben 1983-84'ten bu yana bu süreci yakından takip eden siyaset adamlarında birisiyim. 80'li yıllarda 90'lı yıllarda Hakkari'ye, Batman'a, Şırnak'a, Diyarbakır'a çok gittim geldim. Çok arkadaşım, dostum var. Vicdanları kanattığını, yürekleri kanattığını, aileleri ağlattığını her iki tarafta da bu süreci biliyorum. Karşılıklı yanlışlar yapıldı. Tabii devlet teröre müsamaha göstermez ama devlet teröre misliyle müdahale mi etti, zaman zaman oransızlıklar oldu mu? Bütün bunlar ileride tarihin yazacağı acılı, sıkıntılı zamanlardı. İnkarcılık döneminden geldik. Etnik kökenini söyleyen insanlar bu ülkede zulüm gördüler. Etnik kökenlerini söyleyen insanlar bu ülkede hapse atıldılar. Şimdi etnik kökenini söylüyor ama 'Ben Türkiye'nin bütünlüğünden yanayım' diyorsa onları alkışlıyoruz… Bir dönem onları söyleyenleri Türkiye mahkum etti. Bu acılar terörün tarlasını besledi. Bunu istismar ettiler. Ben Öcalan'ın mesela geçmiş yıllarda bunu herkes söylüyor bir ölçüde Doğu'daki siyasi hareketleri öldürmek için ortaya çıkarılmış devlet güdümlü bir hareketin mensubu olduğuna dair bilgiler sahibiyim. Buna da şimdiye kadar kimse reddetmedi. Ve Türkiye'ye çok kötü günler yaşattı. Biz birçok şeyi denedik olmadı şimdi lanet olsun işi kaynağında kurutmak için bir tür görüşme olayı, yatıştırma, silahları bırakma konusunda ikna etme süreci yaşıyoruz. 2009'da başladı bu süreç. Kesintisiz devam etseydi… Öcalan hiç muhatap olmaksızın doğrudan doğruya biz kendi yurttaşlarımızla muhatap olarak bu geldiğimiz eşiğe yani silah bırakma, ülkeden çekip gitme işine gelseydik, hepimiz çok daha rahat ederdik. Ama onu da başaramadık ve buraya geldik. Şimdi burada ben tabii bundan, ülkeye 30 yıl kan kusturan bir ekibinin liderinin şimdi barış kurucusu gibi ortaya çıkmış olmasından bir tedirginlik, elbette yaşıyorum. Bir rahatsızlık elbette yaşıyorum. Ama o rahatsızlık yüzünden süreci baltalamak bu sürece tepki koymaya kalkmak doğru bir şey olmaz. İnsani olmaz, vicdani ve gerçekçi olmaz. O yüzden bana dediler ki bu işleri konuşurken AK Parti kitlesi bu işe nasıl bakıyor? Çok tahammülle bakıyor dedim. Vakur, sükunetle, sorgulayıcı ama tahammülle bakıyor. Öyle bakıyoruz hala. Ve Türkiye artık acı yaşamasın, artık yeni bir evladımız, çocuğumuz, ne oradaki bir köylünün çocuğu, ne bizim bu tarafta davulla zurnayla askere gönderdiğimiz bir yurttaşımızın çocuğu. Kimsenin burnu kanamasın istiyoruz. O yüzden bazı itirazlarımızı kalbimizde bir üzüntü vesilesi olarak taşıyoruz ama inşallah buradan sağ salim, esenlikle çıkarız. Türkiye'de tekrar silah patlamaz… Kim ne istiyorsa barış ortamı içinde söylesin. Nedir dertleri, yönetimle ilgili midir etnik kimliklerin kabulüyle mi ilgilidir, anayasal düzenle mi ilgilidir; silah patlamadan konuşalım bunları. Kim kimi ikna ederse veya millet çoğunlukta neye karar verirse, ona da hepimiz katlanalım. Hepimizin elbette öyle olmasaydı şöyle olsaydı diyeceği noktalar var ama bu itirazları böyle sürdürmek; sonuçta, işi istismar etmek isteyenlerin işine yarayabilir. O yüzden biz itirazlarımızı vicdanımıza, bir yere koyuyoruz. İyi niyetli bir şey yapmaya çalışıyoruz, inşallah iyi niyetle bir yere çıkarız.

SOYOÐUL: - Bu konuda Ege'nin hassasiyetleri ön plana çıktı ve sanki İzmir barışa karşı bir kent gibi lanse edilmeye çalışıldı… Sizin sözlerinizde Ege'nin biraz önce söylediğiniz soru işaretlerini, Öcalan'la görüşmeyi sindirememe gibi ve sürecin ileride ne getireceğiyle ilgili bazı endişeleri ve soruları olduğunu görüyorum…
ERTUÐRUL GÜNAY: - Doğu'daki pek çok insan Batı'da yaşıyor. Biz Türkiye'de dünyanın başka coğrafyaları gibi bölünmüş toplum yapıları gibi değiliz. Bizim akrabalıklarımız var, yakınlıklarımız var, iş ilişkilerimiz var, keşmekeş karmaşa içinde hayatımız var. Bütün bunlar bizi bir arada tutmak konusundaki birtakım bağları örüyor. Dolayısıyla Doğu'daki insanlar, 'biz ayrılmak istemiyoruz biz insanca yaşamak istiyoruz' diyor. Bence dünyanın her yerinde insanların arayışı ortaktır. İnsanca yaşamak ister herkes. Doğulu, batılı, kuzeyli, güneyli. Türk, Kürt, Sünni, Alevi herkes insanca yaşamak ister. Bizde bunu vaat ediyoruz. Diyoruz ki bu silahlar lanet olsun, batsın, gömülsün, kırılsın, yakılsın! Yerine biz kaynaklarımızı eğitime, sağlığa, sosyal gelişmeye, kültüre, hayata ayırmaya çalışalım ve hayatı iyileştirmeye çalışalım. Şimdi Doğu-Batı bu ortak duyguda birleşirse, buradan kimse zararlı çıkmaz. Buradan hepimiz daha karlı çıkarız. Şimdi bakın Antalya 10 milyon ziyaretçi alıyor ekonomisi çok büyüdü. Ege'de de bunu yapmaya çalışıyoruz. İnanın bana, ben bunu hep söyleye geldim kaç yıldır… Hatay'dan başlayıp Van'a kadar çıkın. O bölge İspanya'nın Endülüs'ü gibi. Mimari var, damak tadı var, müzik var, inanılmaz bir kültür coğrafyası farklı… O bölge turizmle kalkınsa, inanın bana yüzü güler, o kadar insan iş bulur. Bunu anlar insanlar bence... Bunu Egeli de anlar, Güneydoğulu da anlar. Biraz sabra ihtiyacımız var. Hayır bu böyle olmasın. Peki nasıl olsun? Birisi bunu bize anlatsın. Böyle olmasın da nasıl olsun? Adamlar Türkiye'den çıkacağız diyorlar, ee çıkarmayalım, biz bunları sınırda vuralım… E bu yapılmış geçmişte... İyi sonuç vermemiş. 99'da olmuş böyle bir şey ama iyi sonuç vermemiş. Lanet olsun çıksın! Benim toprağımdan suç işlemiş olan çıksın. Eğer hala elinde bir kötü niyet varsa, bir yerde bir provokasyona kalkarsa, buna elbette güvenlik güçleri müdahale eder ama 'ben artık Türkiye'den çıkacağım, silahımı da bir yerde kıracağım' diyorsa; biz bunu bu aşamada böyle kabul edelim ama geri kalanlarla barışalım, kaynaşalım, kucaklaşalım. Çünkü bakın…Ben Van'a çok gittim geldim ,depremden sonra en az 3-4 kere gittim. Diyarbakır'a çok gittim. 2009'da Hakkari'nin Berçelan yöresine çıkmıştım ki daha bu açılım lafları yoktu. Orada halay çekildi Türkçe-Kürtçe türküler söylendi oynandı falan sonra bir helikopter geldi beni aldı. Gönül Hanım, o günkü duygumu anlatamam. Nasıl ağladım başımı helikopterin camına koyarak. Bu aşağıdaki çocuklar ellerini helikoptere uzatmışlar sanki 'kuyudan bizi çıkar' diye sesleniyor gibi geldi bana ve hüngür hüngür ağladım. Bizim buna hakkımız yok. Bir yanlış yapmışsak, birilerine bir takım serseriler bir takım eşkıyalar, bir takım kendini bilmezler… Onlar o bölgenin insanına da kötülük yaptılar, bize de yaptılar. Artık onların ekmeğine yağ sürmeyelim. Acımızı biraz içimiz gömelim, saklayalım, barışın yolunu kurmaya, açmaya çalışalım. Yapacak başka bir şey yok. Bunu Ege anlamaz mı, İzmir anlamaz mı? Anlar iyi anlatınca…
SOYOÐUL: Sayın Başbakan'ın hem barış süreci deyip hem de CHP ve MHP ile 'savaş dili'yle konuşmasına nasıl bakıyorsunuz? Ak Parti, barış için daha kucaklayıcı olmalı, dil de barışa uygun olmalı diyen, Sayın Erdoğan'ın muhalefete sert söylemlerini eleştiren pek çok insan var. Ne dersiniz?
ERTUÐRUL GÜNAY: - 30 yıllık bir kargaşadan sonra ilk defa bu ölçüde denediğimiz bir büyük yeni proje… Elbette bunu geriye dönüp değerlendirdiğimizde acaba şu adımı da atsaydık, şu gayreti de gösterseydik diyebileceğimiz noktalar olabilir. Ben bunlara 'hayır' demiyor olabilirim. Ama doğrusu; muhalefette CHP'yi biraz istisna tutuyorum, MHP hiç yapıcı davranmadı. Ve hala kullanılan dil, biz bu ülkede silah sussun istiyoruz. Biz bu ülkede insanlar ölmesin istiyoruz. Arkasında ne var? Şimdi Sayın Başbakan birilerinin geçmişte milliyetçilikle suçlayacağı bir dille tek vatan, tek millet, tek bayrak, tek devlet söylemini çok açık ve net söyledi, söylemeye devam ediyor. Şu anda AK Parti'nin anayasa teklifi Türk milleti tarifiyle başlıyor. Demek ki AK Parti'nin kırmızı çizgileri var. Vatanın bütünlüğü, devletin tekliği, bayrak, millet konusunda AK Parti'nin kırmızıçizgileri var. Bu kırmızı çizgiler içinde CHP de MHP de arayışlarına çare bulabilir. Ama bu iktidar mı yapıyor, yapmasın anlayışı vardı biraz... Belki bizde de onların anlayışına karşılık duyarsızlık veya kapalılık vardı. Şimdi sanki CHP daha bir empati kurarak, karşılıklı iki taraf birbirini anlamaya çalışıyor gibi bir şey hissediyorum ve bunu çok faydalı görüyorum. Dünyada çünkü başka ülkelerde 'Ne olmuş' diye bu yakınlarda oturup bir daha okudum. İspanya Bask sorununu nasıl çözmüş, İngiltere IRA meselesini nasıl çözmüş, Sri Lanka o bölgede Tamillerle başka talihsiz olay var, orada ne olmuş… Bunların hepsine bir daha baktım, özellikle İngiltere'de muhalefetle iktidar arasında bir diyalog var. Muhalefetle iktidar arasında bir kontak var. Biz burada belki biraz daha sabırla bu kozayı örebilsek, bu kabul daha yayılırdı. Yerinde bir kabul var, fakat partiler uzlaşmaz gözüktüğü için yani AK Parti seçmeni CHP seçmeni birbirinin gözüne bakıp 'Barışa kim karşı çıkar'ı birbirine anlatıyor. Fakat parti tepelerinde bir çatışma dili olduğu için o çok kendini duyuramıyor. Keşke tepelerde o barışçıl dil önce inşa edilip buraya yürüseydi, şu anda işimiz daha kolay olurdu. Ama bir vadede birbirimizi anlayacağız. CHP içinde bir muhasebe yapıyor. Bu muhasebede 'barışa kim karşı çıkabilir' söylemi şu anda yükselmeye başladı. Bu MHP'nin dilinden biraz daha farklı... Bu keşke 3 ay önce kurulsaydı. Ben buna şahsen biraz işaret ettim. Türkiye'de önce olması gereken sonra oluyor biraz...
SOYOÐUL: Umutlusunuz yani bu süreçten… Söylediklerinizden bunu çıkarıyorum. ERTUÐRUL GÜNAY: - Umutluyum… Çünkü bakın bizim geçen yazımız çok kötü geçti. Geçen yaz buradan geldim ben cenazeye, Manisa'nın köyüne koştum, oradan Muğla'ya gittim… Türkiye'nin her yerinde bir felaket yaşadık karşılıklı. İnşallah bu yaz bunları yaşamayacağız. Bu, bir sükunet içinde birbirini dinleme dönemidir. Birbirini anlama dönemidir. Fikirlerimiz belki bağdaşmayacak. Yarın BDP'nin PKK adına ortaya koyduğu birçok şey ile biz anlaşamayacağız belki ama bunu kavgasız, çatışmasız, silahsız konuşmakta fayda var. Federasyon mu diyorlar, özerklik mi diyorlar başka bir şey mi… Bir dinleyelim birbirimizi… 'Hayır ayrılmak istemiyoruz' diyorlarsa ne güzel! Ayrılmak istemiyorsunuz gelin o zaman. Biz zaten Hakkari'ye havaalanı yapıyoruz, Şırnak'a havaalanı yapıyoruz. Yüksekova'nın kültür merkezini bitirmeye çalışıyordum. Bölgeye yatırım gelsin diye uğraşıyoruz. Diyarbakır'a bölgenin en büyük müzesini yapıyorduk biz... Van'ın temelini attım geçen 12 Eylül'de, Hatay'da, Urfa'da, Kahramanmaraş'ta, Mardin'de ne güzel şeyler yapıyoruz. Eğer bu işler barış içinde devam ederse, bölge insanı silahın aslında kendilerine çekildiğini anlayacak. Benim hayalim şu: İleride Öcalan'ın Kürt halkının dostu olmadığını Kürtler anlayacak. Bunu anladığımız gün, tarih bizi haklı çıkarmış olacak. Bunun için sabra ihtiyacımız var. Çünkü ben buna bütün kalbimle inanıyorum. (Öcalan) Bu halka kötülük etti, şimdi günahını bir başka biçimde örtmeye çalışıyor. Bir gün o halk anlayacak ki, bize iyilik etmemişler. Bu silah bizim çocuklarımızın sadece canını almamış. Bizim insanca yaşamamızı da on yıllarca geciktirmiş. Bu arada devletin hataları… Evet devlet de hatalarını acı ödedi. Devletin de çok hatası vardı. Sadece Kürtlere karşı değil... Türkiye'nin Sünnisine, Alevisine, Türküne, Kürtüne… Bana nice hata yaptı bu devlet... Ben hayatım boyunca demokrasi dışı bir şeye bir gün inanmamış bir insanım ama bunu anlatmak için bir buçuk yılım geçti. Bu devlet bana nice hata yaptı. Bu kadar insana yapmadı mı? Elbette... Ama hatalarını devlet de millete karşı millete ağır bedeller ödeterek, bir ölçüde ödedi. Bu hepimize ders olsun bence. Bizim Karadeniz'in hikayesi gibi olmasın ama bu hepimize ders olsun.
SOYOÐUL: Keşke daha fazla vaktimiz olsaydı bu konuları biraz daha genişletmek için ama İzmir'i de sormam lazım. Sizin 2007'den bu yana Başkan Kocaoğlu ile inişli çıkışlı bir siyasi ilişkiniz oldu. Bazen Aziz Bey'in, bazen sizin gönlünüzün kırıldığını gördük. Son olarak Aziz Bey sizin İnciraltı planları konusunda yaptığınız açıklama üzerine hakkınızı teslim etti; ayrıca bakanlıktan ayrılmanızı 'bir kayıp' olarak değerlendirdi. Peki Siz Sayın Kocaoğlu'nun 9 yıllık belediye başkanlığını değerlendirecek olursanız, ne dersiniz?
ERTUÐRUL GÜNAY: Aziz Bey bakanlıktan ayrıldıktan sonra aradı beni, sağ olsun... Şimdi Aziz Bey benim insan olarak sevdiğim bir arkadaşımdır. Geçmişten bu yana tanışıklığımız var. İlk Piriştina'nın yerine belediye başkanı seçilme sürecinde hem siyasi, hem vicdani desteğim kendisiyleydi. Ama 9 yıllık belediye başkanlığı İzmir halkının değerlendirmesi gereken bir birikimdir. Ben insanlığı açısından kendisini sevip saydığımı söyleyebilirim, dostumdur, arkadaşımdır. Siyasi ilişkilerin ötesinde ben kimseyle dostluğumu bozmamaya çalışmışımdır. Biraz alınganlıklar oldu zaman zaman ama bunlar normal siyasette… İnsanlar yorgun olur, tepki verebilir. Bunlar gelip geçen şeyler... Ama İzmir'in bütününe baktığın zaman sadece sayın başkandan kaynaklanmıyor. Ekibin tamamından kaynaklanan bir ahenksizlik, bir uyumsuzluk, bir orkestrasyon kuramama sorunu var gibi gözüküyor. İzmir bence çok değerli bir vatan parçası... Bir kere bizim için tarihsel önemi, simgeseldir özeldi. İlk kurşunun atıldığı yer ve hükümet konağına bayrağın çekilmesiyle Kurtuluş Savaşı'nın sona erdiği yer, bence kutsal bir vatan parçasıdır. Onun ötesinde İzmir doğasıyla, tarihiyle, tarımsal gücüyle, ticaret potansiyeliyle çok önemli bir kenttir. Bu ivmeyi de yakalıyor. İzmir'in dışa açılımı konusunda yeni ve büyük projeler var. Daha iyi olabilir diye düşünüyorum. Yani İzmir'i Anadolu'daki öteki bazı illerle kıyaslıyorum. Onların aldığı mesafeye bakıyorum İzmir daha iyi olabilir diye düşünüyorum. Acaba bu orkestra uyumsuzluğunun yarattığı bir eksiklik var mı? Acaba daha büyük bir orkestra kurulsa İzmir daha iyi bir yere gelebilir mi sorusuna, evet gelebilir diye cevap veriyorum.



SOYOÐUL: - Orkestra uyumsuzluğunda merkezi iktidarın AK Partili olmasını hiç kast etmiyor musunuz?
ERTUÐRUL GÜNAY:
- Hayır, tam tersine… Burada, kendi içinde… Yani İzmir'in yönetiminde benim gördüğüm, şu kadar belediye var. Başlarında Büyükşehir Belediyesi var. Burada bir ahenk, bir ses bozukluğu dışarıya yansıyor, biz de bunu görüyoruz. İzmir çok daha büyük bir ivmeyle, estetiği daha çok önem veren çok daha güzel bir kent olabilir. Ama bunları zaten önümüzde bir yerel seçim süreci var, eylül, ekim ayından itibaren anlatmaya başlayacağız. Yoksa benim İzmir'deki hiçbir belediye başkanıyla, birey olarak hiçbir sorunum yok.

SOYOÐUL: - AK Parti'nin İzmir'le doku uyuşması tam olarak gerçekleşmedi. Zaten gerçekleşseydi, bunu seçim sandıklarında da görürdük.
ERTUÐRUL GÜNAY: Onu 2014'ün Mart'ının sonunda duymuş olacağız!

SOYOÐUL: Peki bugüne kadar niye duymadık? Niye İzmir'le AK Parti arasında uyuşmazlık var?
ERTUÐRUL GÜNAY: - İzmir tabii Türkiye'nin en modern kentlerinden bir tanesi... AK Parti bu modern kent merkezlerinde değişimci dönüşümcü bir siyasi erk olduğunu anlatmakta zorlandı. Bunu hizmetleriyle zaman içinde kanıtlıyor. Şimdi 2002'de AK Parti İzmir'de çok geri bir yerden başladı. 2004'te, 2007'de ağır ağır ilerledi ve biz 2011'de oldukça iyi bir yere geldik. Yani birinci bölgede milletvekili sayımız eşitlendi. İkinci bölgede kafa kafaya geldik. Bizimle CHP arasında şu anda bir milletvekili fark var. Son kamuoyu araştırmaları AK Parti ile CHP arasındaki makasın iyice kapanabilir ölçüde azaldığını gösteriyor. Geçmiş yıllarda demin de söyledim, AK Parti büyük bir kitle partisi. Fakat çekirdeğinin örgütlenmesinde Refah Partisi'nden kökeninden gelen arkadaşlar var başlangıcında. Bu durum Türkiye'nin batı illerinde, partinin kendini anlatmasını bir ölçüde sınırladı. Halbuki büyük kitle partisi içinde her partiden insan ve ilk kez siyasete burada başlamış insanlar var. Belki bu yeni insanlara daha fazla şans tanımak gerekiyordu ve AK Parti'nin toplumun geleneksel değerlerine saygılı, bu anlamda muhafazakar ama modern bir parti olduğunu anlatmak gerekiyor. Bu konuda yeteri kadar siyaset üretilemedi. Muhafazakar ama aynı zamandan modern, medeni bir siyasi hareket. Bazı karalamalar yapıldı AK Partiyle ilgili, işte mutaassıp bir parti diye… Partimizin mutaassıp olduğunu gösterecek, herhangi bir yönetim, sınırlama, insanların yaşam tarzına bir müdahale olmadı. Bunları İzmir yeni yeni görmeye başladı. Ben seçimlerde bunu gözledim, bu konudaki soru işaretlerine cevaplar vermeye çalıştık. Sınırlı imkanlarla bir seçim kampanyası yaptık. CHP kadar milletvekilini buradan aldık Ankara'ya gittik. Bu yeni süreçte de, AK Parti'nin evet toplumun geleneksel değerlerine saygılı, ama aynı zamanda toplumun bütün yaşam kalitesini ileriye götürmeye çalışan, üretimi arttırmaya çalışan, dışa açılmayı çoğaltmaya çalışan, bu anlamda medeni ve modern bir siyaset yapmaya çalıştığını iyi anlatması halinde bu duvarların aşılacağını, kırılacağını düşünüyorum.

SOYOÐUL: - Sayın Başbakan'ın Egeli milletvekilleriyle yaptığı toplantıda açıkladığı oranlar, AK Parti'nin İzmir'de oy kaybetmediğini ama bir yükselme de göstermediğini, CHP'nin önde olduğunu, onda bir kayıp olduğunu, bir miktar MHP'de yükselme olduğunu anlatıyor.
ERTUÐRUL GÜNAY: - O kapalı bir toplantıydı ama Genel Merkez'den Meclis'e gidene kadar basın duymuş bunu, bana telefon etti bir arkadaş... Dedim bu kapalı bir toplantıydı ancak düzenleyen açıklayabilir. Ama maşallah bütün haberleri Türkiye'nin her yerine yayıldı. Bu da Türkiye siyasetinin bir gerçeği, Başbakan uyardı, buna rağmen 15 dakika geçmeden tüm kanallara yayıldı.

SOYOÐUL: - Söylediklerinizden, yerel seçime kadar olan sürede oylarınızı istenilen seviyeye çıkaracağınız anlamını mı çıkaralım?
ERTUÐRUL GÜNAY: - İzmir'de biz zaten bir yükseliş yakalamıştık. Oralarda bir yerdeyiz şu anda... Bunun üzerine koymak konusunda henüz belki çok gözükür şeyler yapmadık, yapmaya çalışıyoruz. Ama bunun meyvelerini önümüzdeki süreçte toplayacağız. Yaptıklarımızı anlatma konusunda bir defa daha fırsat bulacağız. Nihayet bir seçim kampanyası zaten niye yapılır, yani her parti kendini anlatır. Biz de anlatma fırsatı bulacağız. Bu arada şunu kabul edin yerel seçim konuşuyoruz. Önümüzde bir yerel seçim var. İzmir'de biz yerimizde duruyoruz, yerel yönetimlerde iktidar olan parti oy kaybediyor. Öteki parti de son konjonktürle ilgili olarak küçük bir kıpırtı yaşıyor. Bu kıpırtıda kaybettiği oylarını alıyor. MHP bir büyüme içerisinde değil. Geçen seçimde talihsizlikler yaşadı. O talihsizlikleri nedeniyle oy kaybetti, onları geri alıyor. Yani MHP kendi oyunu yakalıyor. Şimdi biz anlatacağız ve yerel yönetime talip olduğumuzu söyleyeceğiz. Şu anda İzmir'de il belediyesi ve 30 ilçe belediyesi CHP'nin elinde. Bizim bir tane belediyemiz var. İnsanlar yerel seçimle ilgili değerlendirmelerini söylerlerken yerel iktidarı gözetiyorlar. Ona göre temkinli olmalarını söylüyorlar. Biz İzmir'de bir ilçe dışında yönetimde değiliz. O yüzden şu anda CHP'nin önde bizim de yerimizde gözükmemiz çok doğal. Seçime girdiğimizde bu yönetimin değişebileceğini hissettirdiğimizde oy oranlarında çok şiddetli bir değişim olacağını hep birlikte göreceğiz.

SOYOÐUL: Bugün yaptığınız açıklamalarda çıtayı zaten oldukça yükseltmişsiniz… 21 ilçeyi alacağınızı söylemişsiniz. İl başkanınız daha önce 17 demişti...
ERTUÐRUL GÜNAY: - Evet öyle söyledim, 10 tanesini de öteki partiler alsın istiyorum, yani biraz MHP, biraz CHP…

SOYOÐUL:
- Lütfediyorsunuz yani… 21 derken
herhalde elinizde bazı veriler vardır diye düşünüyorum…
ERTUÐRUL GÜNAY:
- Herkesin elinde bir şeyler var. Çıtayı yüksek koyacaksınız.

SOYOÐUL: - Sizin İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı adaylığıyla ilgili hep adınızın geçtiğini ama buna hep 'hayır' dediğinizi biliyoruz. Fakat neden bu kapıyı kapatıyorsunuz? Neden bu kadar net hayır diyorsunuz, belediye başkanlığıyla ilgili olarak…
ERTUÐRUL GÜNAY: - Ben milletvekiliyim, bakanlıktan ayrılalı 3 ay olmadı. Bakanlıktan ayrılır ayrılmaz, ben filan yere adayım demek çok zarif bir davranış değildir. Yani şu anda sokakta yürüyorum, biraz önce bir üniversitede sergi açılışından geldim. Orada bir başka siyasi partide sıfat taşıyan bir arkadaşım ailesiyle birlikte beni bir köşeye çekti. Aday olmam halinde bir arkadaş çevresinin, aile çevresinin bana desteğe hazır olduğunu, bizim partili arkadaşların önünde söyledi. Elbette çok güzel bir şey, bunları duyunca mutlu oluyorum. Bizim partiden de söyleyenler var. Sokakta tanımadığım insanlardan söyleyenler var. Bir takım gençler ve özellikle hanımlar, aday olmamın onları çok sevindireceğini söylüyorlar. Bu siyasetçinin duyacağı çok büyük bir iltifattır. Buna çok müteşekkirim. İzmir'de bunları duymaktan çok mutluyum ama, bu millet bütün görevleri bana mı verecek? 2007'de milletvekili oldum. Ocak ayına kadar da bakandım. Bakanlık bitti ben filan yere adayım demek, şık bir davranış değil. Bana şu anda verilmiş bir görev var, milletvekilliği. O görevimi, ki çok onurlu ve önemli bir görevdir; en iyi şekilde yapmaya çalışıyorum. Halk söyleyince, karşı konulmaz bir isteğe dönüşürse oturup bakarız. Ama ben şu anda karşı konulmaz bir istek görmüyorum. Ayrıca teşkilatım ne alemde, benim duyduklarım yetmez, onların da bir değerlendirme yapması lazım. Genel Merkez'in bir değerlendirme yapması lazım. İzmir basının bir değerlendirme yapması lazım. Ama benim dışımda bu işe daha niyetli daha gönüllü, bu işi aldığı taktirde daha hevesle yapacak arkadaşlarımı görüyorum. Onların aday olması halinde, kendim için oy istemektense, onlar için istemeyi daha güzel görüyorum. Bu saatten sonra yeni bir siyasi çekişmenin içinde kendimi görmek istemiyorum. Benim büyük dostluklarım var. Türkiye'nin her yerinde var. Ama İzmir'de daha çok var. Yeni bir belediye başkanlığı adaylığı, bir kişi olarak sizin çıkıp oy istemeniz demektir. Kaçınılmaz olarak birileri size itiraz edecek, siz ona itiraz edeceksiniz. Bir taraftan yeni dost kazanırken, bir taraftan yeni hasımlıklar türeyecek. Bu saatten sonra bunlar bana biraz ağır geliyor. Benim hayattan beklediğim başka şeyler var. Okumak, yazmak, sosyolojiyle uğraşmak, müzikle içli dışlı olmak... Şimdi diyorum ki, çıkaramadığım bakanlığın tadını şimdi çıkarıyorum. Tiyatroya gidiyorum, konsere gidiyorum. Yarın akşam Bayındır'da çiçek festivaline gideceğim. Orada akşam benim kurduğum bir orkestra bir konser verecek. Ne kadar güzel, bu saatten sonra yeni bir siyasi gerginlik bana biraz gereksiz gibi geliyor. Yani adaylığa gönüllü değilim.


SOYOÐUL: CHP'yi İzmir'de en fazla sizin adaylığınızın zorlayacağınızı söyleyenler var… Sizi İstanbul'a, Antalya'ya, Muğla'ya yakıştıranlar da…
ERTUÐRUL GÜNAY:
Tersini de söyleyenler var! Gerçi geçen seçimlerde CHP kitlesinden teveccüh aldığımız görüldü. Ama ben dostluklarımı çok önemsiyorum... Yani yeni bir siyasi yarışma, yeni siyasi gerginlikler yaratabilir. Bu saatten sonra benim dünyada kurmam gereken şey dostluklardır. Evet, adım dediğiniz yerler için geçiyor, söylüyorlar; nerede zor bir yer varsa benim adımı söylüyorlar. Beni İzmir'e de gönderirken böyle göndermişlerdi zaten. 1. Bölge İzmir'de en zor yer, Türkiye'de diye. Geldik İzmirli yurttaşlarıma, hemşerilerime minnet duyuyorum, bizi buradan çok keyifle gönderdiler Ankara'ya. Ben de bunun kıymetini biliyorum. Üzerine yeni dostluklar katmaya çalışıyorum. Siyasi gerginlikler bazen lüzumsuz. Siyaset zaman zaman gerginliğe neden oluyor. Ben bu saatten sonra buna kırılıyorum.