Üniversitede çok sevdiğim Urfalı bir arkadaşım var. Kıbrıs'ta Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde okumuş ve benim gibi neredeyse 15 yıldır, Celal Bayar Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak çalışıyor. Geçtiğimiz günlerde 2016 yılı için neler planlıyorsun diyerek birbirimizi sorular sormaya başladığımızda, onun dünyayı gezmek istediğini söylemesi üzerine çok mutlu olmuştum. Çünkü yaşamımda, eğer ki olaylara biraz farklı bakabiliyorsam, yaşamın renklerinden zevk alabiliyorsam bunu çok sık gezdiğim ülke ve şehirlere borçlu olduğumu biliyorum.

Gerçekten insan şanslı olduğunu sık sık söyler mi bilmiyorum ama, ben kendimi dünyada pek çok ülkeyi gezmiş olmam nedeniyle çok şanslı hissediyorum. Şimdiki gençler çok daha şanslı. Gezi şirketlerinin artması, ödenebilir miktarların taksitlendirilip kolaylaştırılması gibi nedenler ile çocuklarımızın bizlerin çok ileri yaşlarda gördüğü ve yaşadığı yerleri onlar çok erken bir dönemde görmeleri muhteşem bir imkan ve farkındalık…

İlk yurt dışı gezimi 22 yaşında Kıbrıs'a giderek başlamıştım. O zamanlar Kıbrıs, bizler için uçağa binilip gidilen ve yurt dışı diye nitelendirdiğimiz bir yerdi. Yıl 1984, ülkemizde henüz ne tekstil ürünlerinin ne de mutfak ürünlerinin üretilmediği ve hatta satılmadığı bir dönem yaşıyordu. Belki pek çok okurum o günleri çok iyi hatırlayabilir. Almanya'ya işçi olarak giden kişiler bavullar ile eşyalar getirirdi. Bu kadınların evlerine gidilir onların getirdiklerini almak için sırada beklerdik. Kıbrıs'a gittiğimizde kız kardeşim ile birlikte yetişkin birer kişiydik, annem 'papatyalı yemek takımlarını' görünce dayanamamış, karton karton almıştı. Gümrükten geçerken memur anneme dönerek: 'hanımefendi, bavul ticareti mi yapıyorsunuz?' demişti. Yani böyle bir imkanı bulduk diye annem ne varsa çeyizimizi düzmüştü.

Şimdi geriye doğru baktığımda, ülkemizde neler yaşanmış neler diye düşünmeye başladım. Türkiye 1980 yılından itibaren muhteşem bir dönüşüm ve evrim yaşadı aslında. Adım adım büyüdük, her sektör kendini bu devrime ayak uyduracak şekilde hazırladı. Zaten hazırlık yapmadığı durumlarda ayakta kalması mümkün de değildi. Sistem onu ya içine çekecekti, ya da dışında kalacaktı. Dünya ne istiyorsa, onu üretmek zorundaydı. Kalite ne ise, o standartlara uyan ürünler üretmek zorundaydı.

Teknoloji hızla gelişiyordu. Dün aldığın bugün demode oluyordu. Bilgiyi işletmelerde yaymak, bunu kullanılır hale getirmek zorundaydı. Markalaşma imkanın yok ise, büyük bir aile işletmesi olsan bile, zamanla kor olup gidecektin…Bunları çok önceden görmek ve uygulamak gerekiyordu. Bu noktada 'görmek' yani' gezmek' önemliydi. Benim de belki de ufkumun çok önceden genişlemesi çeşitli dünya ülkelerini görerek şekillenmişti.

Paris, gittiğim ikinci baş şehirdi. Çok ilginçtir aklımdan hiç çıkmayan tek anı, akşamüzeri saatinde birden bazı sokaklarda büyük mazgallar açılıyor ve sular yıkanmaya başlıyordu. Birden sokaklar su içinde kalınca, çöpçüler ortaya çıkıyor ve sokakları süpürüyorlardı. Nasıl böyle bir şey olur demiştim. Bu mazgallar hangi yıl yapılmıştı. Bizde halen sokaklar yağmur sularının fazla yağması nedeniyle dolar ve taşarken, bu insanlar hangi yüzyılda bu şehrin planlamasını çok öncelerden yapmışlardı. Neden sokaklar bu kadar genişti? Bizde iki arabanın bile zorla geçtiği bir yolda, üstelik bir de yola park eden düşüncesiz insanların olduğu bir ülkede, bu insanlar sokakları, meydanları en iyi ve en geniş şekilde ne zaman tasarlamışlar ve hizmete sunmuşlardı.

Ağzım açık bir şekilde şehirleşmeye, insanların kurallara uymalarına bakıyordum. Kırmızı ışıkta karşı tarafa kimsenin kendini atmadığı, kornaların gereksiz şekilde çalınmadığı, insanların birbirlerine saygılı oldukları bir ülkede yani Japonya'da, bu disiplini nasıl sağlamış yönetenler demiştim.

Şüphesiz, gittiğim yerlerde hep güzellikle görmemiştim, dibe batan ve hatta diyebilirim ki bizim ülkemizde bile görmediğimiz olumsuz örneklere tanık olduğum ülkelere de gitmiştim. Hindistan bunlardan biriydi. Burası, yaşayanların 'insanlıklarını' unutturulan bir ülkeydi. İster kast sisteminin etkisi diyebilirsiniz, isterseniz yönetenlerin halkına yaptıkları zulüm diyebilirsiniz ama burada yaşayan halka 'burası da dünyanın öteki ucu' demiştim.

Bir ülkede 'beyaz' olduğum için itibar edileceğimi hiç zannetmiyordum. Güney Afrika'ya gittiğimde sokaklarda pislik, mafyalık kol gezerken insanların bundan hiç rahatsız olmadan sanki olması gereken buymuş gibi yaşadıklarına tanık olmuştum. Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan yani Türk Cumhuriyetleri ülkeleri ana vatan dediğimiz yani göç ederek geldiğimiz yerlerdi. Onlar mı bizi unutmuş, ya da biz mi unutulduğumuzun farkında değiliz demiştim bu farklı ülkeler diyarında... Rüşvetin ilkokul düzeyine indiği, öğrencilerin öğretmenlerine rüşvet teklif ederek geçtikleri, Türk ürünlerinin bu pazara girerek kendini gösterdiği ve burada varlık bulduğu yani siyah ve beyazın bir arada yaşadığı Orta Asya…

Nasıl bir Türkiye, bu panoramik turun orta yerinde bir kocaman ülke. Bölünmeyen, muhteşem güce sahip, dinamik, üretken, tarihi ile güçlü, turizmi ile şanslı, tarım ürünleri ile zengin, örf ve adetleri bütünleşmiş, laik, cumhuriyetçi, demokrat bir ülke….

Bu akşam evlerimizde seçim sonuçlarını izlerken bu büyük ülkenin aslında ne badirelerden atlayarak buraya geldiğini hepimiz an be an hissedeceğiz. Yaşanan son on beş yıl içinde ülkemizde nelerin değiştiğini hepimiz iyice gözden geçireceğiz. Nerede hata yaptık, neleri görmedik, yada görseydik neler değişirdi sorgulamasını iyi yapacağız. Bu akşam, bütün ülkenin seyrettiği bir futbol maçı yok ekranda, ya da dün KSK'nin kazandığı ve finale gidecek müthiş bir takımın basketbol maçını da seyretmeyeceğiz.

Bu akşam Türkiye'nin kaderini değiştirecek bir maç izleyeceğiz dev ekranlarda… Sonuç ne mi olacak, işte ilk defa bilmediğimiz bir denklem ile karşı karşıyayız. Çok yer gezdim, çok insan tanıdım. Ama bu gece sonuçların ne olacağını ben de bilmiyorum.

Gönlüm istiyor ki, keşke bu yıllar yaşanmamış olsaydı; keşke Türkiye'yi adım adım geriye doğru götürmeye niyetli olunan kişiler tarafından yönetilmeseydik. Ama diyorum ki, yine de iyi ki yaşadık ki bundan sonraki yıllarda önümüzü görmek için bunu bir fırsat bilelim.

Geçen gün oğlum çok güzel bir şey söyledi. CHP ve MHP'nin şekil değiştirme dönemi geldi. Keşke 'Milliyetçi Hareket Partisi' ismini değiştirse ve sadece 'Hareketçi Parti' olsa, 'Cumhuriyet Halk Partisi' keşke ismini değiştirse 'Halk Partisi' olsa; keşke amblemlerini değiştirseler, keşke genel başkanlar gitse ve 'yeni yeni yeni' bir sayfa açsak ve ileri Türkiye diyebilsek dedi.

Katılıyorum oğlum Cem'e, hem de büyük bir hevesle ve coşkuyla . Gençler böyle düşünüyor, artık bırakalım onlara bu ülke yönetiminde çağı yakalayan çok aydın, demokrat, laik, bilgi dolu, ve bunu üreten gençler yönetsin..


Çok gezen mi, çok okuyan mı bilir bilmiyorum ama Türkiye bu gece yeni bir döneme geçiyor. Umarım 'çağ atlarız'…