Neden bu üç 'izm' başlık oldu diye düşünebilirsiniz. Yanıtım kısa ve net; Çünkü küreselleşme fikri bu üç dayanağıyla sorun yaşıyor.
Daha önce de yazmıştım:
'Aydınlanma, insanın kendi kabahati sonucu ortaya çıkan ergin olmama durumunu aşmasıdır.
Ergin olmama, kişinin kendi anlama yeteneğini başkasının yol göstericiliği olmadan kullanamaması demektir.
Kendi kabahati olması da, bu ergin olmamanın, anlama yeteneğinin eksikliğinden değil, başkasının yol göstericiliği olmadan bu yeteneği kullanma kararlılığı ve cesareti eksikliğinden kaynaklanması demektir.' Kant, bir gazetecinin 'Aydınlanma nedir?' sorusunu böyle yanıtlamış.
Bir dünya görüşü olarak Aydınlanma, geçen yüzyılda, tek kutuplu dünyanın küresel düzen savunucuları tarafından reddedildi. Serbest pazar, özelleştirme, insan hakları, demokrasi, sivil toplum ve globalizasyon üzerine inşa edilen kapitalizmin dünya egemenliği girişimi, aydınlanma düşüncesinin ve modernitenin karşısına postmodern felsefeyi ve neo liberal dünya görüşünü çıkardı.
Neo liberalizm-postmodernizm ekseninde oluşan söylemin düzleminde, belirsiz ve muğlak olan öne çıktı; Artık kesinlikler sorgulanıyor, Newton fiziği gözden düşüyor, bir sabite göre değişken ölçme fikri kabul görmüyor. Entelektüellerin de savunduğu yeni dünya düzeninde demokrasi ve liberal fikirler, postmodern felsefeyle destekleniyor.
Küreselleşen sistemin yeni toplumu, demokrasi, çoğulculuk, katılımcılık üstüne inşa edilecek özgür ve eşit toplumsal yaşamın geleceğine inandı. Sağcılar kadar solcular da kapitalistlerin bu vaatlerine inandılar veya inanmak istediler; O kadar ki, ülkemizde, Recep Tayyip Erdoğan'ı desteklediler…
Bir yandan özgürlükler çağını ilan ederken, yüzyılın dinler çağı olacağını söyleyen batılı düşünürlerin bu paradoksu postmodern düşünceye bağlamaları kimseleri rahatsız etmedi. Ne zaman ki otoriter rejimlerin ve ırkçı veya dinci faşizan eğilimlerin hortladığını gördüler, yeni dünya düzeninden demokrasi ve insan hakları adına umutlu olanlarda tedirginlik başladı.
Bugün dünyanın batısından doğusuna, görece homojen toplumların kendi içine kapanmaya başlamaları ve sekter milliyetçiliğin yeniden kitleleri ayağa kaldırması; yüzyıl öncesinin dünyası üzerinden yapılan eleştirileri boşluğa düşürdü. Bugünün dünyasında olan bitenler, 'ben bu filmi görmüştüm' dedirtecek denli tehlikeli çağrışımlar yapıyor.
Postmodern zamanların özgürlük korosuna kapitalistler artık iştirak etmiyorlar, yol ayrımındalar; muktedirler kendi yoluna gidecekler; muhafazakarlar bir kere daha liberalleri kullanarak amaçlarına ulaştılar. Önümüzdeki dönemde, postmodernist entelektüellerin, liberallerin, küresel ile evrenseli birbirine karıştıran solcuların yeni arayışlarına tanık olacağız.
Devletin gücünü yerel düzeyde inisiyatifi artırarak sınırlamak, demokrasiyi yaygınlaştırmak, insan haklarını öncelemek ve illaki serbest pazar olarak özetlenebilecek küresel rüya bir kabusa dönüşüyor. Kapitalizmin iflah olmaz sömürü ve sınırsız sermaye birikimi ile malul olduğunu unutup olmayacak hayallere kapılanlar şimdi bu kabus ile sarsılıyorlar.
Binyılın başında, küreselleşmenin ortaya çıkan görünür sonuçları; din normlarına ve/veya milliyetçiliğe dayalı otoriter yönetimlerdir. Dünya nüfusunun %70'i yoksulluğuyla baş edemezken; batı toplumlarında milliyetçilik, doğu toplumlarında İslamcı rejimler yaygınlaşıyor.
Buna karşın, neo liberal politikaları başından beri kuşkuyla karşılayan ve statükocu olmakla suçlanan siyasal gruplar, haklı çıkmanın verdiği özgüvenle sesini iyice yükseltmeye başladı.
Dünya değişiyor, ancak kapitalistlerin bu değişimi yönetecek enerjileri tükenmiş gibi; koydukları hedefleri sistem dışlıyor. Ulus devletler dönemine geri dönüş mümkün değil. Yerelleşmenin güçlendiği koşullarda mevcut devlet modelleri sorun yaratıyor. Uluslararası sistem, devletlerin yapısını değiştirip dünyayı tek merkezden yönetmek için izlediği politikalarda başarılı değil. Örneğin, Esad'ı alaşağı edecekler derken, gözdeleri diye bildiğimiz Erdoğan gözden düştü, Esat güçlenerek yerini koruyor. Mısır'da da benzer gelişmelere tanık olduk.
Dönemsel olarak Batı yeniden faşizme teşne hale gelirken Ortadoğu'da otoriter İslamcı yönetimlerin demokrasiye sırt çevirmesi, küreselleşmenin destekçileri arasında tartışma başlattı. Liberaller, solcu aydınlar, postmodernist entelektüeller ve bu dönemi demokratik toplumun inşa süreci olarak gören tüm güçler yeni arayışlara girmeye başladı. Aydınlanma düşüncesine ve moderniteye yönelik eleştiriler havada kaldı. İslamcıların, batı felsefesinin kurucusu edasıyla yükselttikleri seslerini faşizmin ayak sesleri bastırıyor.
Postmodern düşünceden İslamcı düşünceye açılan yolda demokrasi yok; Çok zorladılar, çıka çıka otoriter bir rejim çıktı.
Kant'ın ifade ettiği gibi, 'Aydınlanma, insanın kendi kabahati sonucu ergin olmama durumunu aşmasıdır.' Oysa dünyada olan bitene baktığımızda, insanlığın bir avuç iktidar zümresi mensubunun ağzının içine baktığını görüyoruz.
Postmodern zamanların yol göstericilerinin ardına düşen insanlık, özgürlüklere ve demokrasiye daha yakın değil ama otoriter yönetim biçimlerine git gide yakınlaşıyor.
Aydınlanma düşüncesinin hedeflerinden uzaklaşmak, o hedefleri saptırmak insanlığın hayrına olmadı.
Yıkıcı bir dünya bunalımının öncülleri giderek belirginleşiyor. Artık hiçbir şey daha iyiye gitmeyecek.
Önümüzdeki dönem, küreselleşme sürecinin belki de en sancılı dönemi olmaya adaydır. Kapitalistlerin bu süreci doğru yönettiğinden artık emin olamıyoruz. Yeryüzü giderek daha tekinsiz olacak. Ve bu tekinsiz ortamda insanlık daha çok tanrıya sığınmaya başlayacak.
Ancak yeni dinler çağında, o bildiğimiz kurumlaşmış dinlerin de iktidarı yıkılacak. Yoksullaşan insanlık, yoksunlaşan muktedirlere karşı ayaklandığında ortaya bambaşka bir dünya düzeni çıkacak.
Dünyanın bütün yoksulları başka bir hayatın mümkün olduğunu anladığında, umalım ki iş işten geçmiş olmasın.