EGEDESONSÖZ – Gıda Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı İbrahim Uğur Toprak, SONSÖZ TV'de katıldığı programda önemli açıklamalarda bulundu. Gazeteci yazar Muhittin Akbel'in sorularını yanıtlayan Toprak, gıda enflasyonunu durdurmak adına son beş yılda herhangi bir adım atılmadığını belirterek, 'Gıda enflasyonunda OECD ülkeleri arasında birinci sıradayız. İsmini bile telaffuz edemediğimiz ülkeler üzerinde yer alıyoruz' dedi.
İTHALATÇI POLİTİKALARDAN VAZGEÇMEDİĞİMİZ SÜRECE GIDA ENFLASYONU DÜŞMEZ>
Gıda enflasyonunun düşürülmesi için kamucu ve gıda egemenliğine dayalı bir tarım ve gıda politikası belirlemek gerektiğini belirten Başkan Toprak, şu değerlendirmelerde bulundu:
'Dünyada gıda enflasyonu düşüyor, bizde yükseliyor. Gıda enflasyonunun önüne geçilebilir mi? Bu konuda maalesef güzel şeyler söyleyemeyeceğim. Biz oda olarak Ocak 2018'den beri her ay bir konuyu konuşup tartışıp gündeme getiriyoruz. 2018 yılının temmuz ayı konusu, gıda enflasyonuydu. O tarihten bu yana 60 ay geçti. O zamanki yazıyı çıkartayım masanın üzerine koyayım, göreceksiniz ki değişen tek şey, rakamlar… Çünkü gıda enflasyonunun önüne geçebilmek için ortaya bir irade konmuyor. Bugünkü mevcut durumda Türkiye'de gıda enflasyonunun düşmesinin mümkünatı görünmüyor. Gıda enflasyonunda OECD ülkeleri arasında da birinci sıradayız! İsmini bile telaffuz edemediğimiz pek çok ülkelerin üzerinde yer alıyoruz, gıda enflasyonu konusunda. Gıda enflasyonunu düşürmenin birçok yöntemi var aslında. Öncelikle kamucu ve gıda egemenliğine dayalı bir tarım ve gıda politikası belirlemek lazım. Bakanlığın adı değişse de mantalitesi değişmediği sürece biz bu konuyu tartışmaya devam ederiz. Bu topraklar, 130 milyonu doyurabilecek, besleyebilecek kadar verimli ve büyüklükte. Fakat biz buğdayı dahi ithal ediyoruz, hem de savaşan iki ülkeden, Ukrayna ve Rusya'dan... İthal ettiğimiz buğdayın yüzde 60'ını bu iki ülkeden alıyoruz. Buğday ülkemizde nereye ekseniz orada yetişir. Savaş sırasında buğday satmayacaklarını söylediler, biz de tahıl koridoru açmakla övündük. Oysa biz bunu kendimiz üretsek, ihraç etsek olmaz mı? İthalatçı politikalardan vazgeçmediğimiz sürece gıda enflasyonunu düşürmemiz imkansız. Paramız var ithal ederiz derseniz, pandemide de savaşta da gördük ki, paranız olsa da gıda maddelerini ithal edemiyorsunuz. Tohumu, gübreyi, ilacı kendimiz üretirsek, çiftçiye hak ettiği değeri verip desteklersek, çiftçiyi tekrar topraklarına döndürürsek, bu işi çözeriz. Ama mahsulünü toplayacağı zaman siz sıfır gümrük vergisiyle o ürünün ithalatına izin verirseniz, o çiftçi üretmez, üretimi bırakır. Çiftçi üretmezse biz de burada gıda enflasyonunu konuşmaya devam ederiz.'
KOOPERATİFLER TÜKETİCİ VE LOJİSTİK ALANINDA DA KURULMALI
TÜİK'e 67,8 olarak açıklanan gıda enflasyonunun gerçek enflasyonu yansıtmadığının altını çizen Başkan Toprak, 'TÜİK'in bu rakamını doğru kabul etsek dahi, yüzde 67,8 çok büyük bir rakamdır. İşin gerçek oranının bu olmadığını Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşayan tüm yurttaşlar pekala biliyor, TÜİK'teki yöneticiler dahil! Yurttaşın alım gücünü artırmadan bu yangın sönmez. Bundan sonra asgari ücretin yılda bir kez yapılacağı, iki kez asgari ücret düzenlemesinin enflasyonu tetiklediği görüşü ortaya atıldı. Yerelde üret, yerelde tüket, dönemine geçilmeli. Ürünü fazla uzaklara taşımayalım. Çiftçi bir araya gelsin, üretici kooperatifleri daha işlevsel hale gelsin. Tüketici kooperatifleri çoğaltılsın. Dağıtımı sağlayacak lojistik kooperatifleri kurulmalı. Aracıların ortadan kaldırıldığı bir modeli ortaya koymamız lazım. Bu gerçekleri konuşuyoruz ancak bizde maalesef örgütlenme sıkıntısı var. Üreticinin, tüketicinin kooperatifleşerek örgütlenmesi, pazardaki yangını söndürmede etkili olacaktır. Eğer bunları yapmazsak, bırakın yangını söndürmeyi, üzerine benzin dökmeye devam ederiz. Çiftçinin zorunlu olarak kullandığı mazottan ÖTV alırsanız, üstelik zam yaparsanız bu vergiye, diğer taraftan zenginin sefa sürmek için kullandığı yatlara sıfır ÖTV'li mazot verirseniz, bu iş olmaz. Vergiyi esas almanız gerekenden değil de tabandaki üreticiden alıp yükü onun omuzlarına yüklerseniz, sorunu çözemeyiz. Hakkaniyet lazım' dedi.
SAĞLIKLI GIDAYA ULAŞAMAYAN, TAKLİT ÜRÜNLERE YÖNELİYOR
Hayat pahalılığının sağlıklı gıdaya erişimi engellediğini, insanları sağlıksız gıdaya yönlendirdiğini anlatan Başkan İbrahim Uğur Toprak, şunları söyledi:
'Ne yazık ki çok tehlikeli bir süreçten bahsediyoruz. Bunun sonuçlarını da görmeye başladık aslında. Mesela çocuk obezitesi ciddi oranda artmaya başladı. Diyabette çok büyük artış var. Yurttaş parasızlıktan, alım gücünün olmamasından dolayı tek tip beslenmeye başladı. Bunu söylerken hicap duyuyoruz ama yurttaş beslenemiyor, karnını doyuruyor sadece. Asgari ücret 11 bin 400 lira, kira 15 bin lira. Elektrik, su, ulaşım giderleri artıyor. Peki insanlar nereden kısacak? Yemeden içmeden tabii ki. Bunu bilenler de sağlıksız, güvenli olmayan gıdalar üretmeye başlıyor ve geçim sıkıntısındaki insanlara bunları satıyor. Vatandaş çaresizlik içinde bunlara yöneliyor. Siz vatandaşın alım gücünü artırırsanız, sağlıklı ürünü tercih edecektir doğal olarak. O zaman tercih edilmeyen taklit ve tağşişli ürünler ortadan kalkacaktır. Bir başka çözüm de denetimler. Denetimlerin daha etkin olması gerekiyor. Denetimde çalışanların çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve sayılarının artırılması gerekiyor. 18 aydır taklit ve tağşişli ürünleri üreten firmalar ifşa edilmiyor. Bakanlık, bu konunun üzerine odaklanmalı. Önceki Tarım bakanı, iddialar ve gerçekler diye bir şey paylaşmıştı. Türkiye'de gıda güvenliği önemsenmiyor iddiasına, Bakan bey, gerçekler kısmında; tarladan çatala gıda kontrolünü gerçekleştiriyoruz, demişti. Ne yazık ki bakanın iddia dediği gerçek, gerçek dediği de iddiadır.'
TARIM BAKANINDAN ŞU SORULARIN YANITLARINI BEKLİYORUZ
İhraç ettiğimiz yumurtada kanserojen maddeye rastlanmasını konusuyla ilgili değerlendirmelerde bulunan Oda Başkanı İbrahim Uğur Toprak, denetleme konusunda yaşanan sıkıntının büyüklüğüne dikkat çekti:
'Bir adam omuz hizasına kadar zeytin havuzuna girmiş görüntülerle karşılaştık. Daha önce küvete süt doldurup süt banyosu yapanları, hamuru top yapıp oynayanları da gördük. Bakanlık, bu tür görüntüler sosyal medyaya yansıdıktan sonra açıklama yapıyor. Zeytin meselesinde bakanlık açıklama yaptı, mevzubahis işletme denetlendi, asgari hijyenik ve teknik şartları karşılamadığı için üretimden men edildi, diye. Hukuki işlemin başlatıldığını duyurdu. Bu durumda Bakan Bey'e şunları sormak lazım. Madem o firma teknik ve hijyenik koşulları yerine getirmedi, fabrikayı kapattınız! Peki neden o firmanın adını açıklamıyorsunuz? İkincisi, bu firmanın piyasada bulunan ürünler toplatıldı mı? Toplatıldıysa imha edildi mi? İmha edildiyse, tutanaklar neden paylaşılmıyor? İmha edilmediyse, bunca zamandır neden toplatılmadı? Üçüncüsü, ürünler piyasadan toplatılmadıysa yurttaş o ürünleri hala tüketiyor olabilir. Bu durumda yurttaş risk altında bırakılmış olmuyor mu? Son soru da, bakanlık, ifşa listelerini 18 aydır yayımlamaktan neden kaçınıyor? Yumurta meselesine gelince… Yumurta bizim beslenmemizde çok önemli yeri olan bir ürün. Hem yumurta olarak tüketiyoruz, ayrıca pek çok ürünün içinde kullanıyoruz. Tayvan'a ihraç ettiğimiz yumurtada kanserojen madde çıktı. Tayvan hükümeti, yumurtaların analizi sonucu kanserojen içerdiği anlaşılınca yumurtaları imha ediyor. Biz bunu kırmızı alarmla öğrendik. Bu durum duyulduktan sonra ne yapıldı, merak ediyoruz. Aradan 10 gün geçti ve biz bu konuyu da unuttuk maalesef. Yumurta sektörü de aslında zan altında. Tayvan kaynaklarından, yumurtayı üreten ve ihraç eden firmaların adlarını öğrendik. Bakanlık da biliyordur elbette. Bakanlık bununla ilgili ne yaptı? O firmalara bir denetim gerçekleştirildi mi, Bakan Bey'e sormak lazım. Denetlendiyse, üretilen diğer ürünlerde aynı maddeye rastlandı mı? Rastlandıysa bu ürünler imha edildi mi? İkincisi, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde kanatlı et ve yumurta gibi ürünler üreten firmalardan numuneler alınıp incelendi mi? Bu soruların cevapları verilmeli ki yurttaş, gönül rahatlığıyla tavuk yiyebilsin, yumurta tüketebilsin. Maalesef bu yönde de bir açıklama yok. Kanserojen madde nereden geliyor, sorusuna cevap arayalım. Hayvanların gelişimini hızlandırmak, dolayısıyla yem masraflarını azaltmak amacıyla bir antibiyotik kullanılmış. İhraç ettiğimiz yumurtada kansere yol açan o antibiyotiğin kalıntıları ortaya çıktı. O antibiyotiğin kullanımı ülkemizde de dünyada da yasak. Şunu da sormak gerekiyor, yasak olduğu halde o antibiyotik ülkemize nasıl sokuldu, piyasaya nasıl sürüldü ve yasak olduğu halde nasıl kullanılabiliyor? Bu iki olayı kriter olarak kabul edip gıda güvenliğinin olduğu söylenebilir mi?'
ET VE SÜTTEKİ SIKINTI KOLAY AŞILACAK GİBİ GÖRÜNMÜYOR
Gıda Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı İbrahim Uğur Toprak, et ve süt üretiminde yaşanan sıkıntıları da değerlendirdi:
'Sütün litresi üreticide 11,5 lira, rafta 30 liranın üstünde. En temel problem, sütün üreticiden çıktığı fiyattır. 11,5 lira çok çok düşük bir fiyat. Reelde bu fiyat belirlenmiş ama pek çok yerde bir tık üstünde rakam veriliyor. O da yetmiyor, üretici yine de para kazanamıyor. Yem başta olmak üzere diğer giderleri üst üste koyduğunuzda, bir litre sütün maliyetini bile karşılamıyor o para. Dolayısıyla da insanlar hayvanlarını kesime gönderiyor ve buna paralel olarak süt üretimi de azalıyor. Süt azalınca süt ve süt ürünlerinin fiyatları da katlanarak artmaya başlıyor. Sonuçta yurttaş sağlıklı üründen giderek uzaklaşıyor. Karkas et 240 liradan 215 liraya düştü ancak kasapta rakam değişmedi. Et ithalatı yapıldı. Bitkisel üretim için ne söylediysek, aynı şeyler hayvansal gıda üretimi için de geçerli. Çünkü hayvancılıkta da dışa bağımlıyız. Hayvancılığa doğru zamanda doğru destek veremezsek, veteriner hekimlerimizle, ziraat mühendislerimizle yardımcı olmazsak, et sıkıntısının da önüne geçemeyiz. Çözüm üretemezsek, et fiyatlarındaki artışın da önüne geçmek mümkün olmayacak. Hayvan ithalatına gelince… Bir yanda tarım alanlarımızı, meralarımızı ranta peşkeş çektiriyoruz, burada tarım yapılamıyor diyerek başta İnciraltı olmak üzere ranta açıyoruz, Çeşme projesini konuşuyoruz. Adı turizm olsun, enerji olsun fark etmez, orada bitkisel üretim artık olmayacak demektir. Bu insanlar kömür de yemeyecek, beton da yemeyecek. Biz bu arazileri kaybettiğimizde tarımsal gıdaları oralarda yetiştiremeyeceğiz. İsmini bilmediğimiz, duymadığımız ülkelerden hayvan ithal ediyoruz. Bu alışkanlıklardan vazgeçilmediği sürece ne mutfaktaki yangın söner, ne de pazardaki yangın… Et fiyatlarının bir süredir gittiği gibi önümüzdeki süreçte gitmeyeceğini, yeniden artışa başlayacağını öngörüyorum.'
ÇİFTÇİ NE EKECEĞİNİ, ÜRÜNÜNÜ KAÇA SATACAĞINI BİLMİYOR
Köylerdeki çiftçilerin yaş ortalamasının 55-60 dolayında olduğunu hatırlatan Başkan Toprak, tarımsal üretime genç katılımın sağlanmasının şart olduğunu, ancak bu konuda çok umutlu olmadığını söyledi:
'İzmir Büyükşehir Belediyesi ve pek çok belediye, asli görevi olmadığı halde, iyi niyetle ve olumlu bir yaklaşımla tarım politikaları geliştiriyor. Bu alkışlanacak bir olaydır. Tarıma bütüncül bakmak gerekiyor. Bununla ilgili çözümlerin tek mercii Tarım ve Orman Bakanlığıdır. Bakanlık belediyelerle işbirliği yapıp sorunları azaltabilir. Merkezi hükümette bu konuda bir çalışma olmadığı için de yerel yönetimler tarımsal sorunların üzerine gitmeyi görev biliyor haklı olarak. Şehre giden genç çiftçinin köye dönmesi pek mümkün görünmüyor. Devlet Planlama Teşkilatını kapatmak büyük hataydı. Çiftçi ne ekeceğini bilmiyor. Ülke olarak ne kadar domatese ihtiyacımız var, ne kadar patatese ihtiyacımız var, diğer bitkisel ürünlere, hayvansal ürünlere ne kadar ihtiyacımız var, bilen yok. Bu konuda bir planlama da yok. Çiftçinin ne üreteceğini, kaça satacağını bilmesi gerekiyor. Zarar etmeyeceğine inanması gerekiyor. Zarar etmeyeceğini, para kazanacağını bilen insan, köyüne döner, üretime de katılır. Köyler, eskiden olduğu gibi köy statüsüne kavuşturulmalıdır.'
AKBELEN MESELESİ ÜÇ BEŞ AĞACA İNDİRGENEMEZ
Milas'ın Akbelen ormanlarında kömür madeni için ağaçların kesilmesi nedeniyle yapılan direnişleri değerlendiren, orada yaşadığı saldırı olayını anlatan Başkan İbrahim Uğur Toprak, şöyle konuştu:
'Ne yazık ki, başımıza gelen ilk değildi elbette. Son olacak gibi de görünmüyor. Yüzlerce arkadaşımızın, dostumuzun, bu ülkenin ekolojisiyle ilgilenen, çevre dengesinin korunmasıyla ilgilenen bir durumdu, Akbelen'de yaşadıklarımız… Bugün Akbelen'i konuşuyoruz ama aynı zamanda Kazdağları'nı konuşuyoruz, öte taraftan Cudi ormanlarının yanmasını, Hatay'daki tarım arazilerinin parsellenmesini konuşuyoruz. İzmir geneline baktığımızda İnciraltı'nı, Çeşme projesini, yıkılan Buca Cezaevi'nin alanının yeşil kalması gerektiğini konuşuyoruz. Akbelen meselesini 'üç-beş' ağaca indirgemek doğru olmaz. Burada yapılan ormanların yok edilmesi değildir. Orada sadece ağaç kesmiyorlar, orada bir yaşam var ve oradaki yaşamı yok ediyorlar. Bunu, neyin uğruna yapıyorlar? Tarım arazilerimizi, meralarımızı, su havzalarımızı, sulak alanlarımızı korumamız lazım. Buraları ranta peşkeş çekmemek lazım diyoruz. Gerçekten rehabilite edilecek mi? Bugüne kadarki örnekler maalesef olumlu değil. O ormanlık alanda üretim alanları da vardı, ceviz ağaçları vardı, çam ağaçları vardı, çam balı üretiliyordu. Orada kesilen sadece ağaç değil, oradaki yaşamdı maalesef. Olaya bu açıdan bakmak gerekiyor. Çevreci görünümlü marjinaller diye bir sıfat eklendi üzerimize, onu da başımızın üstüne koyuyoruz ve doğru bildiğimizi yüksek sesle söylemeye devam edeceğiz.'