Gösteri ve temsil; yaşadığımız hayatı değersizleştiren iki kavram… Ne ki bu mesele çok az insanı ilgilendiriyor. Bunu bile bile yazmak, kanımca geride bir lanet bırakmak ihtiyacından daha fazlası değildir.
Gösteri, günlük hayatın satıhlaşması… Temsil, bir tür çıkışsızlık…
Kendisi olamayan, egosundan korkan büyük insanlık, efendilerinin önünde iki büklüm yaşıyor. Yitip giden sahicilikten geriye kalan son kırıntılar da tükeniyor.
Sahicilik duygusundan yoksun olarak dolaylı yaşanan ilişkilerde temsilin buharlaştırdığı insan ilişkileri görüntüleşirken, temsilin temsiline dönüşen sanal hayat çıkışsızlığın ta kendisidir.
Yalanın günlük hayat olduğu kent yaşamında, görüntünün ve gürültünün ortalık yerindeyiz; Olmak yerine edinmeyi seçmişlerin gösteriden ibaret günlük yaşantıları insan derinliğini yok ediyor.
Bütün meselenin 'olmak' değil 'sahip olmak' olduğunu, değersizleşerek, tükene tükete deneyimliyoruz, öğreniyoruz.
Sahip olduklarımızla gösterinin ve temsilin öznesiyiz; Dolaylanmış ilişkilerde kimsenin kendisi olmadığı bir hayatın yabancılarıyız.
Kendi dışında herkese ve her şeye ait olan Ben, toplumsal alanı aşıp kendine ulaşamaz. Kamusal insan adanmışlıkla maluldür. Bu adanmışlık, insanlığın veya tanrısallığın yüce duygularına ve ideallerinedir.
Ego, toplumsallık adına sakınılması zorunlu alt kimlik olarak, süper egonun zapturaptı altında uysal ve itaatkar kılınmıştır.
Boyun eğen insan sığlaşır. Sığ insan, gösteri toplumunun öznesidir; satıhlaştığı ölçüde gösterinin parçasıdır.
Ve bugün yeryüzü çarşı pazar, herkes deliler gibi alışverişteyse, herkes gösterinin bir parçası olduysa; bu sığlaşma, bu satıhlaşma yüzündendir.
Yeni hayat, insanlığa bir deli gömleği giydiriyor. Temsilin dolayladığı insan ilişkileri, insanı kendisi olmaktan uzaklaştırdı.
Ekranlara kapatılmış hayat, gösteri kıvamında akıp gidiyor. Tüketiyoruz… Tükeniyoruz… Mutsuz ve tedirgin…