Her hangi bir değişiklik olmadığı takdirde haftada bir yazdığım için bazen ne yazık ki gündemin konuları geçmişte kalıyor. Hele ki bu konuyu daha detaylı incelemek ya da anlatmak istediğim zamanlarda topladığım bazı gazetecilerin yazıları yada internet bilgileri masamın üzerini öyle güzel süslüyor ki, yazamadan geçemiyorum. Geç de olsa herkes yazdı ama ben de Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan'ın, Filistin Devlet başkanı Mahmud Abbas'ı karşılama töreni sırasında tarihteki 16 Türk devletinin Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda askeri üniformalarıyla temsil edilmeye başlanmasına yönelik bazı gazetecilerin de düşüncelerinden yararlanarak genel bir yazı yazmaya karar verdim. Bakalım kimler benimle aynı duyguları paylaşacak?

Tarihin Arka Odası'nın yazarı Murat Bardakçı benim her zaman takdir ettiğim, alanında çok uzman bir kişidir. Onun fikirlerini dikkate almadan tarih konusunda yorum yapmamım çok yanlış olduğunu düşünürüm. 16 Türk Devleti'nin bundan böyle protokol karşılamalarında temsil edilecek olmasından gayet memnun olduğunu ve zira böyle olması gerektiğini en az yirmi senedir yazıp söylediğini ifade eden Bardakçı, aynı uygulamaların Avrupa'nın ileri demokrasilerinde olduğunu ve tören birliklerinin asırlar öncesinin üniformalar giyerek gösteri yaptıklarından bahsediyor. Karşılama törenlerinin bundan böyle hep bu şekilde yapılmasına karar verilmesinden ve Avrupa'nın en gelişmiş ülkelerinde görüp açıkça kıskandığını belirten Bardakçı yeni uygulamadan çok memnun gözüküyordu. Aynı şekilde merakla okuduğum yazarlardan birisi olan Nihal Bengisu Karaca'nın: 'İki Cumhurbaşkanı'nın yan yana durduğu, arka fondaki merdivenlere de kimi metal, kimi otantik ama hepsi boylu poslu adamların dizilmiş olduğu fotoğraf bence 'Fikir doğru, Lansman yanlış' yazısı aynı günlerden topladığım ikinci bir yazıydı. Karaca gazete yazısında: '….üstelik ortada 'endişeli modernlerimiz' in komplekslerini ve Osmanlı korkusunu kaşıyacak bir seçicilik de yok. Sadece Osmanlı Devleti'nin tarihte kullandığı kıyafetlere özgülenmiş bir teşrif olsa kopan kıyametin nedenini bir ölçüde de olsa anlayabiliriz. Konsept açık ve net: Türklerin geçmişte kurdukları devletler bunlar. Milli anlamda asgari varoluş bilincine sahip olmanız, fikrin gayet yerinde olduğunu takdir etmeniz gerekiyor. Kaldı ki bu öneri muhafız alayından gelmiş'diyor.

Aynı coşkuyla okuduğum üçüncü yazar Kelebek Etkisi köşesinde Özcan Tikit yazısında, eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissenger'ın geçen yaz yazmış olduğu 'World Order-Dünya Düzeni' isimli kitabında küresel sisteme dair analizinde Kissenger'ın ; Çin, Rus, İran /Pers hatta İslam Medeniyeti'nden bahsedilmiş olmasına rağmen Türkiye ile ilgili hiçbir bilgi vermemiş olması: '….öncüsü olduğu köklü medeniyeti inkar ettikten sonra kapısında durduğu medeniyete tüm varlığını armağan edenin akıbeti böyle oluyor….' sözleri konuya farklı bakış açıları ile bakmama neden olmuştu.

Şimdi tam olarak hatırlamıyorum ama yine aynı günlerde bir başka yazarımızın: 'Osmanlı İmparatorluğu'nu geçmişimiz olarak algılamak ile Osmanlı olmaya özenmek arasında ciddi bir farklılık olmak zorunda' sözleri belki de daha çok katıldığım bir görüşün tohumlarını serpiştirmişti. Ta ki, Serdar Turgut'un yazdığı o günlerdeki yazısını okuyuncaya kadar bu konuda neler yazmam gerektiğine karar verememiştim. En son gitmiş olduğum Kırgızistan ve Kazakistan'da karşılaştığım insanların ülkemize yönelik düşüncelerini bu yazı aracılığı ile örtüştürme imkanım olmuştu sonunda. Turgut: '…. Eğer bizler bu şekilde hayaller kurmayı sürdürürsek, hayatımız üzerindeki tüm gerçeklik kontrolünü kaybedersek bunun yükü belki topluma da biner, ama asıl yük bizlerin üzerine abanacaktır. Zarara uğrayan, hep biz oluruz...'diyordu.

Şu günlerde belki de bir kısım kişi Türkiye'nin dünyanın en büyük gücü olacağına ve Osmanlı'nın bir döneminde var olan muhteşem gücünün tekrardan bu ülkeye geleceğine inanarak yaşıyor olabilir. Bu güzel bir hayaldir. Gerçeklik boyutuna geçerek olayları daha bilimsel bir şekilde algılamaya başlama zamanı çoktan gelmiş geçmiştir. Dünya globalleşmiş,ülkeler bazı güçler tarafından parsellenmiş, kimin nerede ne nasıl olacağı tamamen belirlenmiş, güçlü olanın ki bu güç sadece 'bilgi'dir. Buna sahip olan kişiler, ülkeler, şirketler zaten ülkelerin kontrolünü ellerinde tutmaktadırlar. Kendimize bir bakarak gerçekleri görmeye başlamak gerekiyor. Türkiye, Cumhuriyet ile yönetilen, demokrasiyi yerleştirmeye çalışan ve Ortadoğu'daki pek çok ülkeden gelişmiş, yönünü batıya dönmüş, teknolojisini üretmeye çalışan, modern bir ülkedir. Anlı şanlı geçmişimiz bizi birbirimize bağlayan temel duruşumuzdur. Bir Kırgız vatandaşı, bir Kazak genci 'siz bizim için çok da bir anlam ifade etmiyorsunuz, biz sizleri ne kardeş olarak görüyoruz, ne de sizinle bir gelecek düşünüyoruz' diyorsa, bu sözlerin bir başka anlamını da herkes tarafından düşünülmesi ve dinlenilmesi gereken bir konudur. Dünya değişmiştir, siz bu dünyada tutunmak, varlık gösterebilmek, rekabette var olabilmek ve dünya güçleri arasında yer almak değil ama mücadele eden ve pastadan pay almaya çalışan, ülkesinin refah düzeyini artıran, insan haklarına saygılı bir ülke olma yönünde gelişmeler göstermek zorundayız ki, bu ülkede yaşayan her genç, her yetişkin 'bir Türk vatandaşı ' olmaktan gurur ve mutluluk duyabilsin.


Biliyorum ki, ben Turgut'un yazdığı gibi: 'Nişantaşı'nda biraz turladıktan sonra doğruca Bebek'e giderek popüler kaferinin birinde akşamı edip deniz kenarında beyaz şarabımı için birisi' değilim ama ben ülkesini çok seven, insanların hoşgörü içinde yaşamasına izin verildiği, geçmiş hayaller yerine Cumhuriyet ilkelerine inanan, Atatürk'ün devrimlerini dikkate alarak dünya ülkeleri içerisinde yerini alan ve dünya ülkelerinden ülkemize gelen ziyaretçilerimize 'Türk Askerleri'nin hizada bulunmuş olduğu ve yürüdüğü ' bir seramoniyi görmeyi tercih eden geçmişine sadik ve inanan bir Türk kadınıyım.