Yıllardır çevre ve şehircilik sorunları ile gündemde Çeşme. Bölgenin toptan imhası anlamına gelen Çeşme Projesi’nin mahkeme tarafından iptaline rağmen, Çeşme’de şehircilik suçları bitmek bilmiyor.

Kıyı yağması ve rezidans sahteciliği, müteahhit ve belediye ittifakı ile yürüdü son yıllarda. Turizm ruhsatı ile denize sıfır arsalarda ayrıcalıklı ruhsat alıp, lüks konut yapmak moda oldu bir süredir. Ilıca’da, Paşa Limanı’nda ve Aya Saranda’da örnekleri çok.

Aslında Çeşme’deki her türlü şehir suçunu anlamak, yağmanın aktörlerini ve boyutlarını görmek için Port Alaçatı’yı mercek altına almak şart.

Sanırım Sokrates’e ait bir sözdü veya yanılıyor olabilirim. “Cehenneme giden yollar, iyi niyet taşları ile döşelidir.”

Port Alaçatı projesinin hikayesi de böyle bir şey. Tarımın bittiği ve turizme geçiş aşamasında, yerel kalkınma projesi olarak düşünülür. Belediye bölgeye önce bir marina inşa eder. Bu amaçla Hazine, geniş arazileri belediyeye devreder. Ayrıca proje kapsamındaki alanda özel mülkü olanlara da inşaat alanından yüzde 25’lik pay verilecektir.

Araziler tamam, Marina tamam. Geriye bu proje için sermaye aranır. Çeşitli sermaye grupları bu projeye girer çıkar. Belediye de düşük bir pay ile projede yer alacak ve Belediye Başkanı yönetim kurulu başkanı olacaktır.

Ancak yolda işler değişir. Proje, kamusal niteliğini kaybedip, bir rant projesine döner. Belediyenin ve diğer kamu kurumlarının gerekli kararlılığı göstermemesi sonucu, yerel kalkınma projesi, bir anda elit gettosu projesine dönüşür.

Alaçatılılar’a ise kala kala bekçilik ve bahçıvanlık kalır.

Projenin başlangıcında rol oynayan dönemin Belediye Başkanı Remzi Özen, Çark bölgesindeki bir otel inşaatı ruhsatının kıyı kanununu ihlal etmesi gerekçesiyle hapsi boylar ve belediye başkanlığı da son bulur.

Sonra, Port Alaçatı artık kamunun devre dışı kaldığı bir lüks inşaat faaliyetine döner. Belediye Başkanları yönetim kurulu başkanı ve aile üyeleri ile arkadaşları da yönetim kurulu üyesi olur. Plaj ihaleleri milletvekillerine verilir. Belediyeye ait bazı villalar da gecekondu fiyatına birilerine satılır.

Marina’yı sormayın, Marina belediyeyi ihya eder. Başka örneği olmayacak şekilde tam yüzde 90 kırımla işletemeye verilir. Yani işletmeci öyle bir ihale alır ki, Marinaya gelen her yüz liranın doksan lirasını belediyeye aktaracaktır. Hesap uzamanı olmaya gerek yok, dört işlemi bilen hiç kimse bunun normal bir ihale olduğuna ikna olmaz.

Son dönemlerde Port Alaçatı’da halen süren mahkeme kayıtlarına yansıyan villa satış olayı var ki, sormayın. Dört, beş milyon Euroya satılan villalar meğer tapuda 150 bin Euroya gösterilmemiş mi? E gerisi ne olmuş. Yani beş milyona satılmış ama 150 bin Euro kasaya girmişse, geriye kalan milyonlar nerede? Bu satıştan vergi kaçırılmış mı? Çeşme Belediyesi bu şirketin ortağı olduğuna göre, Belediyenin payı ne olmuş?

Bu sorulara yanıt ararken Ramis Sağlam’ın Evrensel’de, Selma Artar’ın da Objektif Çeşme’de yeni bir haberine rastladık. Açıklanması çok zor sorular ve şüpheler. Belediyeye ait 4165 Ada ve 1 nolu parseldeki arsa içinde kanal açılmış ve bir sürü yeni villalar inşa edilmiş.

Güya buna karşılık Belediyeye dört adet villa verilecekmiş. Sözleşme var mı ve bu villalar verildi mi? Belli değil. Hatta imar kurallarına aykırı bir şekilde inşa edilen bu villalarda bazı insanlar oturmaktaymış.

O zaman Çeşme Belediyesi’ne ait arsadaki villaların tapusu kime ait? Kime ve kimlere satılmış olabilir? Bu villalarda oturanlar mülk sahibi mi yoksa kiracı mı?

Ülkemizde siyaset, epeyce bir süredir kamusal bir faaliyet olarak değil de, parti ayrımı olmaksızın, hazine olanaklarını yağmalamak şeklinde yapıldığı için, bu yağmanın önüne geçecek bir siyasal muhalefet oluşmuyor maalesef.

Daha önce de dediğimiz gibi, “yağma ve yolsuzluk Mehter Marşı ile de oluyor İzmir Marşıyla da.” Nasıl olsa ikisinin de alkışlayanı çok...