Cumhuriyet, modern toplum yaratma projesi idi. Yani geleneksel olanı tasfiye edip, modern kurumlar oluşturmak ve yurttaş yaratmak hedefleniyordu. Yurttaş, aklını kullanan ve birey olarak karar veren insan demektir.
Bu konuda epeyce mesafe alınmış olmakla birlikte, çok partili hayatta izlenen popülist politikalar, modernleşmenin aydınlanma projesini belli ölçüde sekteye uğrattı. Geleneksel yapıları tekrar motive ederek, var olan tarikat ve aşiret oluşumlarını tasfiye etmeyi bırakın, onlara dayanmayı tercih etti.
Sosyolojide modern ve geleneksel toplum ayrımında, bazı karşılaştırmalar yapılır. Modern toplum bireye dayanır ve özgürlük esastır. Geleneksel toplumlarda ise cemaat/topluluk esastır, insan bu yapı içinde erir. Yani birey değildir. Modern toplum yasaya dayanır, geleneksel toplum ise, gelenek ve töreye.
Modern toplum, ekonomik olarak sanayileşmenin ürünüdür ve aydınlanma düşüncesine göre şekillenir. Geleneksel toplumdaki inanç, gelenek ve töre, modern toplumda ortadan kalkar. Kentleşme de bu sürece katkı yapan bir değişkendir.
Geleneksel toplumdan modern topluma geçiş, evrimsel bir süreç olduğu halde, bazen devrimler sayesinde bu hızlanır. Bizim Cumhuriyetimiz de, modernleşmede gecikmişlik anlayışına dayanarak radikal bir dönüşümü içermiştir. Laiklik, medeni kanun ve eğitim seferberliği hep bunun ürünüdür.
Ancak yüzyıllara dayanan geleneksel yapılar kısa sürede bu tedbirlerle ortadan kalmıyor. Ayrıca ulus devlet ve sosyalizm gibi siyasi akımların güç kaybetmesiyle, aşiret, tarikat ve cemaatler tekrar çekim merkezi haline gelebiliyor. Bunda dinci ideolojiyi benimseyen iktidarların da ciddi desteğini hesaba katmak gerekir.
Kur'an kursları, eğitim sisteminin ve müfredatın değişmesi, dini cemaatlere kaynak aktarılması, İmam Hatiplere ve İlahiyat Fakültelerine ayrıcalıklar tanınması ve yaygınlaşması hep modern toplum ve birey karşıtı politikalar.
Dini veya etnik cemaatlerin yaygınlaşması, yurttaşı ve bireyi aşındıran yapılanmalar. Az çok mafya da buna göre işler. Bu yapılarda birey yoktur. Esas olan topluluk/cemaat ve töredir. Birey bu uğurda feda edilebilir. Bu, İbrahim'in oğlunu kurban etmesi efsanesine kadar götürülebilir.
Bin yıllar boyunca töre cinayetleri, namus cinayetleri ve hatta günümüzde kadın ve çocuk cinayetleri de hep bu anlayışın ürünüdür. Moderniteye isyan ya da tepki olarak cinayetler. Çünkü geleneksel toplumda ya da bizim coğrafyamız dikkate alındığında, İslam dininde kadın ve çocuğun değeri yoktur.
Muhammed ile 6 ya da 9 yaşında evlendirilen Aişe'nin buna itiraz etme şansı yoktu. Muhammed'in kızı Fatma, Ali ile evlenmeye karşı çıktığı halde, kendisine bu hak tanınmamıştır. Çünkü kadın ve çocuğun kendi hayatı üzerinde bile karar verme hakkı söz konusu değildi.
Sekiz yaşındaki Narin'in ölümünü izliyoruz hep beraber. Narin'in içinde bulunduğu aile, akraba çevresi, köyü katili bulmaya yardımcı olmak yerine bunun araştırılmasına ve basın mensuplarına tepkili. Bu çok önemli detay değil mi? Bir insanı, can güvenliğini değil, cemaati savunuyorlar. Yani cemaate ait olan bir çocuğu veya kadını cemaat yok edebilir.
Buna benzer yüzlerce cinayet işleniyor her yıl bu ülkede. Bazıları eşinin, bazıları kardeşinin peşine düşüyor silahla, bıçakla. Geleneksel olana aykırı davrandığı için namus cinayetleri işliyorlar.
Cumhuriyetin hedeflediği modern toplum aşamasına geçemeyen ve iktidar tarafından desteklenen bu yapılarla sadece cinayetler sonrasında mücadele edilmez. Zaten edilmesin de diyor Galip Ensarioğlu.
Bu yapıların tasfiyesi önemli ölçüde eğitim ile mümkündür. Beş altı yaşlarındaki çocuklara Kur'an öğreterek ve her yerde İmam Hatipler açarak hakları ve özgürlüğü olan birey/yurttaş yetiştirilmez.
Savunma Bakanı Hulusi Akar'ın Narin cinayeti üzerine söylediği gibi, eğitimin amacı, Allah korkusunu öğretmek değil, aklını kullanmayı öğretmektir. En azından Cumhuriyetçi eğitimin amacı budur. Hulusi Akar ise bize, Orta Çağdan sesleniyor...