Siz de kendinizi sürekli olarak tarihi bir olaya tanık oluyor halini hissediyor musunuz? Çok fazla geriye gitmeye gerek yok, son 25 yıldır yaşadığımız nice deprem, sel, yangın felaketi, etkisinin boyutları Çernobil ile kıyaslanan kazalar, üzerine insan eliyle yaşatılan zulümler… Unutursak kalbimiz kurusun dediğimiz her şeyi, içten içe tamamen kurumamak için unutmuş gibi yaptığımız ne çok acıyla yoğrulduk.

Belleğimizin 'sonu sürprizli' bir çalışma anlayışı var. Neyi hatırlayıp neyi unutacağımıza bizzat karar veremediğimiz gibi hangi anının ne zaman kendini göstereceği de bir muamma. İşin tıp alanındaki uzmanlarının her geçen gün daha çok ve anlamlı sonuç çıkardıkları çalışmaları burada sıralamak ve yazıyı bilimsel bir makaleye dönüştürmek gibi bir niyetim veya formasyonum yok. Sadece bir iç dökmek olsun benimki. Tamamen silmek veya gerektiğinde hatırlamak üzere bir kenara attığımız her acı anının bir tortusu kalıyor kanımca. En azından içimde birikmiş olan onca tortuya baktığımda 'böyle olmuştur herhalde' diye düşünüyorum.

Almancada başkası adına utanmak şeklinde bir sözcük vardı, 2.Dünya Savaşında yaşanan en ağır sahnelerin fonunda duyulan bir dilde bu sözcüğün bulunması çok manidar. Başkası yerine suçluluk duymak için de ayrıca bir kelime türetmek gerekirse bunun da en çok bu coğrafyaya yakışacağını düşünürüm. Ortada onca suç varken kimsenin hiçbir suçu almadığı ve bilakis bunun yerine başka suçlular yarattığı bir ortamda bu ağır duyguyu yaşamak da hiçbir sorumluluğu olmayanlara düşüyor.

Nihayetinde bir başkasının acısı karşısında duyarlı davranabilmek, sorumluluk alabilmek, özür dilemek ve telafi etmek de bir erdemdir. Bir acı karşısında hiç varolmamış gibi davranabilmek, sorumluluk almak yerine suçluyu farklı yerlerde aramak, olmayan suçlular yaratmak kötülük değilse nedir?

Auschwitz'den sağ çıkabilmiş Yahudi asıllı yazar Primo Levi yaşanılan aşağılanmalar karşısında duyulan utanç, sağ çıkmanın verdiği suçluluk duygusu, yaşanılanların unutulmaması üzerine yazdığı Boğulanlar & Kurtulanlar isimli kitabında 1947'de yine kendi yazdığı bir yazıdan alıntı yapar. Bu alıntı esir kamplarına gelen Rus askerlerin halini tarif eder:

'Selam vermiyor, gülümsemiyorlardı; acımanın yanı sıra, ağızlarını mühürleyen ve gözlerini bu cenaze görüntüsüne bağlayan anlaşılmaz bir çekingenlik ellerini kollarını bağlamış? gibiydi. (…) bu; adil kişinin, bir başkasının işlediği suç? karşısında hissettiği utançtır ve o suçun var olması, var olan şeyler dünyasına geri dönüşsüz bir biçimde sokulmuş? olması, kendi iradesinin bir hiç? ya da hemen hemen hiç? durumunda olup, savunmada herhangi bir işe yaramaması ona vicdan azabı?verir. '

Utanç ve suçluluk duygusu arasındaki ilişkiyi açıklamak psikologlara veya felsefecilere düşer elbet ama dedim ya bu yazı bir iç dökmenin yanında anlama çalışması olsun biraz da. İnsan hayatını tehlikeye atan savaşlar, doğal felaketler gibi yıkıcı toplumsal olaylarda insan varoluşunun, hayatın anlamını sorgulamaya başlar. 2. Dünya Savaşı sonrasında varoluşçu felsefe üzerine çıkan çalışmaların artması da bu yüzdendir. Bu köşede daha önce de çalışmalarına referans verdiğimiz Victor E. Frankl, Nazi toplama kamplarından çıktıktan sonra yayımladığı çalışmalarında hayatın bir anlamını aramaktan çok hayata bir anlam katarak kendimizi sağaltabileceğimizi öne sürer.

1969'da hayatını kaybeden Alman filozof ve psikiyatrist Karl Jaspers insanın kendi kırılganlığını veya varoluşunun anlamsızlaştığı durumlar olarak tanımladığı sınır durumlarına savaş, ölüm ve acı gibi olguların yanına suçluluk duygusunu da ekler. Böyle bir durumla karşılaşan insan iki yolu tercih eder: görmezden gelmek -ki bu insanın içinden çürümeye başlaması demektir- ya da mücadele etmek -ki mücadelesiz bir yaşam yoktur-.

Büyük bir depremin yıldönümünün ve rant uğrana zehirlenen binlerce ton toprağın kadim Mezopotamya sınırlarına dolmasının üzerinden birkaç gün geçmişkençaresizliğimiz bizi koruyamadığımız her şeye karşı derin bir suçluluk duygusuna itiyor. Kendini saklamaya bile ihtiyaç duymayan derin bir suç ortaklığına karşı insanca bir suçluluk duygusunda buluşuyoruz. Kuşkusuz bu buluşma ancak örgütlü bir mücadele oluşturabilirse gerçekten anlamlı olur. Kötülüğün büyüklüğü karşısında hayata anlam katmak için en azından…