Alevilik bir inanç veya kültür olarak laikliğe/modernliğe, daha uyumlu bir mezheptir. Ama Türkiye'deki laiklik uygulaması, Aleviliği dışlayıp, Sünni mezhebini resmi din haline getirmiştir.

Bu iki cümleyi açıklamak için kitaplar yazılabilir ama bir köşe yazısı kapsamında notlarla yetinelim.

Son dönemlerde yine Erdoğan'ın çelişkili Alevi açılımı ya da tanımı ile gündeme gelen tartışmalarda Alevi örgütleri, iki temel itirazı öne çıkarmaktadırlar. Alevilik bir kültür değil inançtır. Cemevleri Alevilerin ibadethanesidir.

Eşit yurttaşlık talebi doğrultusunda zorunlu din derslerinin kaldırılması da önemli talepleri arasındadır.

Alevilik inançtır ama bu aynı zamanda bir kültür olması anlamına da gelir. O inancın beraberinde getirdiği değer ve normlar ile ritüeller bu kültürü oluşturur. Ancak Saray'ın Alevilik tanımı folklorik düzeyle sınırlı kalıp, inanç boyutunu ret etmeye yönelik olduğu için, baskıcı bir forma dönüşüyor.

Yani bir inanç ve kültüre şekil vermeye ve sınırlar çizmeye çalışıyor. Bu çerçeve içinde sizi himaye etmeye hazırız anlayışı ile bir açılım deniyor.

Aslına bakarsanız Cumhuriyetin Laiklik anlayışı da biraz böyleydi. İlkokullarda ezberletilen, 'laiklik din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır' kalıbı gerçeği ifade etmekten uzaktı.

Dini devletin içine almayı öngören bu laiklik modeli, belli bir resmi din tanımı yapmış ve onun dışındakileri yok saymış ve asimile etmeye çalışmıştır. Asimilasyon çabasının en somut şekli zorunlu din dersi uygulamasıdır. Ayrıca cem evlerinin kapatılması ve cem törenlerinin yasaklanması da bu amaca yöneliktir.

Sünni mezhebini devlet dini haline getiren Cumhuriyet, bu mezhebin sivil ağlarını, yani tarikat ve cemaatleri tasfiye etmeyi hedeflemiştir. Çünkü onları modernleşmenin önünde engel olarak görmüştür.

Sünni İslam'ı resmi din haline getirince ve devletin içine alınca, eskisinden farklı olarak devlet dini finanse etmiş ve aydın din adamı yetiştirmek için de dini eğitim veren okullar açmıştır.

Bu anlayış çerçevesinde Alevilik, başta tekke ve zaviyelerin kaldırılması kanunu olmak üzere yok sayılmış ve ibadetleri ise yasa dışı konuma düşmüştür. Uzun yıllar boyunca Aleviler cemlerini gizli gizli yapmış ve jandarma baskınlarına uğrayıp sorunlar da yaşamışlardır.

Gerek Cumhuriyet Aydınlanması veya modernleşmesi sürecinde gerekse sol ve sosyalist akımların güçlenmesi ile diğer tarikat ve cemaatler gibi Alevilik de feodalizmin kalıntısı olarak görülmeye başlanmış, eğitim ve şehirleşme gibi değişkenlerin etkisiyle de az çok asimile olmuş ya da eskisine göre önemini yitirmişti.

Fakat hem göç ve kentleşmenin ürünü olan geleneksel dayanışmanın yeniden geri dönmesi ve hem de küreselleşme sürecinin yerel kültür ve toplulukları motive etmesiyle birlikte Alevilik bir inanç ve kültür grubu olarak tekrar ilgi görmeye başlamıştır. Aynen Sünni mezhebinin yeraltına inen tarikat ve cemaatleri gibi Alevilik de daha görünür olmaya ve hızlı bir şekilde cemaatleşme yoluna girmiştir.

Cumhuriyetin yeraltına ittiği Alevilik inancı bu koşullar içinde diğer kültürler gibi tekrar örgütlenmeye başlamış ve ilk kez 1991 yılında Narlıdere'de, Anadolu'nun çeşitli bölgelerinden göçenler tarafından Alevi Bektaşi Kültürünü Tanıtma Derneği kurulmuştur. Dönemin İç İşleri Bakanı ve Dersim sürgünü bir ailenin üyesi olan İsmet Sezgin'in izni ve desteği önemli olmakla birlikte, bunu az önce sözünü ettiğimiz sosyal ve kültürel dönüşümün bir ürünü olarak görmek daha doğru olacaktır.

Ardından Alevi Derneklerinin her il ve ilçede inanç temelli olarak örgütlenmesi ve belediyelerin Cem evlerini finanse etmesi ile yeni bir aşamaya gelinmiştir.