Onu ilk gördüğümde aklıma Nazım’’ın,
O, mavi gözlü bir devdi,
miniminnacık bir kadın sevdi.
Kadının hayali minnacık bir evdi,
bahçesinde ebruliii
hanımeli
açan bir ev...
’¶
şiiri gelmişti aklıma, gülümsedim. Elinde bir kitap vardı, kapağını kaldırdı imzaladı bana uzattı miniminnacık kadın. Kitabı okudukça kadın büyüdü, hüzün gözlü bir dev oldu. Raşel Rakella Asal, İzmir’’li yazarlarımızdan biridir. O gün bana imzalayıp verdiği ’“Volga Hüznü’” adlı kitabı sizlerle de paylaşmak istedim.
Geçmiş'in kaygan, yumuşak dokusu ile 'şimdi'nin durağan dinginliğinde dans ediyorum diyor sevgili Rakella. ' Volga Hüznü 'nde dolaşmaya başlamadan önce, okuru bu cümlelerle göreceklerine, yaşayacaklarına hazırlıyor. Anılar yazar için melon şapka takmış, ensesine küçük bukleler dökülen genç bir adam. Belli ki Volga Hüznü’’nde anıları ve okuruyla birlikte dans edecek.

Yazar, temiz, çapaksız ve akıcı diliyle Rusya sokaklarında dolaştırıyor bizi?Kalemini sık sık şiirin o eşsiz tadına daldırıyor. Kitabı okurken muhteşem bir belgesel izliyormuş hissine kapılıyor insan.

Volga Hüznü bildiğimiz gezi kitaplarına benzemiyor. İlk St Petersburg'a uğruyoruz. Şehrin kurtuluş hikayesini, gelişimini zorluklarla geçen 900 gününü okuyoruz. Neva nehri gözlerimizde canlanıyor gözlerimiz satırları takip ederek akıyor.

Moussorki tiyatrosunda Raşel Rakella Asal'ın yanına oturup Giselle bale gösterisini izliyoruz. Bale onun için Dilsiz bir söyleşi, hareketlerle, figürlerle ve seslerle anlatılan canlı ve konuşan bir resim

Sarayları, müzeleri merakla okurken, dilindeki akıcılık bizi de yaşadığı duygu ve görüntü karmaşasının içine çekiyor. Tarih elimden kayıp gitmiş ve ben ona tutunamamışım diyor ve yer yer gördüğü manzaralar aklında bir fotoğraf karesine dönüşüyor. Yaşadığı duygu seli onu bir çeşit kendi yaşamını ve anılarını sorgulamaya götürüyor. Kitap boyunca yalnız Rusya'yı değil yazarın çağrışımları ve anıları ile bir Paris'te buluyoruz kendimizi bir Maxim Sali'nin o hazin hikayesinin içinde.

Rus edebiyatından Tolstoy, Dostoyevski, Çehov üzerine verilen bilgiler, yapılan tespitler elimizdeki kitabı daha farklı ve doyurucu bir boyuta taşıyor.

Sanat tüm duygularımızın bir tin olarak ruhumuza düşen bir özeti miydi?bu soruya rastlayınca kitabın kapağını gözlerimle birlikte kapatıp uzun uzun düşünüyorum. Yazar görüneni ve görünenin ardındaki duyguyu, görülemeyeni de anlatıyor sanki.

O zaman yaşamak nasıl?Nereye kadar?Doğru yön hangisi?, Belki de bilgelik hiç sorgulamamak demekti. Bir solukta okunmuyor Volga Hüznü, durup düşünerek, düşünürken özleyerek tadına ağır ağır vararak okunabiliyor. İçinizden sorduğu sorulara yanıtlar veriyorsunuz, elinizdeki kitapla sohbet ediyorsunuz. Zaman özür dilemedi benden. Çekip gitti Çünkü zaman tanrının haylaz çocuğudur diyorum usulca. Raşel Rakella'nın gülen gözleri geliyor aklıma, gülümsüyorum. Bu kez çok ara verdin hadi devam et diyor kulağıma.

Ladoga gölündeyiz, kahraman göl de diyorlar ona, oradan Onega gölünün serin suları ile kucaklaşıyoruz.

Sonra birden Beethoven Ay ışığı sonatı çınlıyor kulaklarımda, sözcüklerin ritmi sanki ay ışığı sonatı ile uyum içinde. Selene ve Endymion'nun hikayesi içinde biz de nehrin sularına akıyoruz ve yolumuz Kizhi adasından geçiyor. İsa'nın yüz değiştirmesi kilisesi insan zekasına hayran bırakıyor bizi. Otuz altı yıl süren bir acının böyle bir sanat eserine dönüşmesi karşısında sanatçının önünde saygıyla eğiliyorum.

Kiliseler, manastırlar, kasabalar arasında Çehov'un Pazar günleri kilise korosunda ağabeyleri ile söylediği ilahiler eşliğinde okuru da büyülü bir yolculuğa çıkarıyor.

Barajlar, kanallar ve Volga üzerinde akmaya devam ediyoruz, roman kahramanları selamlıyor bizi Kivilov, Şatov, Raskonikov?
’“Gün yine karardı. Yine yağmur yağacak. Hadi İzmir’’e gideyim. Şu yağmurlu karanlıktan kurtulup, yağmurlu da olsa İzmir’’e gideyim’…’” diye başladığı paragrafla o büyülü yolculuğa son veriyor ve Volga Hüznü hüzünlü bir şiirle bitiyor. Hani her güzel filmden sonra hisedilen ’“keşke hiç bitmeseydi’”nin hüznüne bırakıyor okuru.