Geçtiğimiz günler içerisinde Hüseyin Aslan'ın gazete köşesinde yazdıkları dikkatimi çekti. '13 milyon genç umutsuz' başlıklı yazısında iki konuda ilginç bilgiler veriyor. Bunlardan birincisi : 'Türkiye İstatistik Kurumu'nun araştırmasına göre, nüfusumuzun yüzde 16.6'sını oluşturan 12.8 milyon (15-24 yaş arası) genç nüfusta mutluluk ve umutluluk oranı düşüşte. Ülkeyi yönetenlerin öncelikli görevi gençlerimizin mutluluğunu artırmak ve gelecek hakkındaki ümitlerini yükseltecek ekonomik, sosyal ve psikolojik düzeni kurmaktır '. Bir diğer bulgu ise: Dört kadından biri gelecekten ümitsiz'..2011'de her 100 kadından 16.1'i 'ümitsizim' derken bu sayı 2014'de yüzde 23.8' yükselmiş durumda.
TÜİK'in Yaşam Memnuniyeti Araştırması'na göre,'mutsuzluğun ve umutsuzluğun kaynağında işsizlik' gösteriliyor. Her 100 gençten yüzde 40.8'i iş bulduğunda çalışmak istiyor. İş bulduğunda çalışmak isteyen her 100 gencin ancak 82.1'i iş bulabiliyor. Yani 17.9 gencimiz işsiz. Bu oranlar gençlerin bu ülkede ümitlerini ve umutlarını her geçen gün yitirmeye başladıklarını bize açık olarak gösteriyor.
İşsizlik ile ilgili konuya girdiğimizde ise insanları mutlu eden konulara bir değinmekte fayda var diye düşünüyorum. Ülkemizde insanlar sizce neden mutsuz oldular? Gençler gelecekten neler bekliyorlar? Bizim beklentilerimiz ile gençlerimizin beklentileri arasında ne gibi farklılıklar var?
Gençleri anlamaya çalışan bir eğitmen olarak olayları çok daha geniş bir perspektiften bakarak açıklamak istiyorum. Eskilerin bir lafı vardır 'biz 68 kuşağı' derler. Evet ülkemizde bir '68 kuşağı' var. Ama bir de benim de bulunduğum yani yaşı 50'li civarında yaşayan ebeveyn grubu var. Bu iki grup arasında çok ciddi farklılıklar var.
68 kuşağı, yokluğun var edilmeye çalışıldığı bir Türkiye'de yaşamış. Bizim kuşak ise 12 Eylül İhtilal 1980 sonrası yetişen bir kuşak. Siyasete kimsenin bulaşmasına izin verilmeyen, sorgulamanın yapılmadığı, gerginliğin yaratılmaması için farklı politikaların izlendiği bir dönemi yaşadık bizler. Bu dönüşüm ve evrimleşmede Turgut Özal gibi, Tansu Çiller gibi liderleri gördük. Serbest Piyasa Ekonomisi'ne geçiş ile birlikte dünyamız genişledi ve büyüdü. Bizim kuşak, belki interneti çok iyi kullanamadı ama dünyadaki gelişmeleri çok yakından inceleme ve görme imkanı sağladı. Kadınların çalıştığını, kadınların siyasete girdiği bir dönemdi bizim yaşadıklarımız. Büyük ailelerden 'çekirdek aile' yapısına dönüşüldüğü bir dönemdi.
Ailelerimiz bizim okumamızı ve çalışmamızı istiyorlardı. Kendi yaşamadıkları günleri geriye getirme çabaları bizim de motivasyonumuzu artırmaya yetiyordu. Ders çalışmamak, yada okula gitmemek diye bir düşünceyi biz hiç sorgulamadık. Hatta evlilik kurumuna olan saygımız, yetiştireceğimiz çocuklarımıza vereceğimiz eğitim şekilleri bile belliydi. Bizler, Türkiye'nin dünü ve bugününü, 68 kuşağından çok farklı bir çizgide yaşadık.
Bu yaşadıklarımız çağın öncülleriydi, yani olması gerekenlerdi. Önemli olan ise bu süreci biz ne kadar doğru kullandık yada yetiştirdiğimiz çocuklar acaba doğru bir nesil mi oldu? Ya da yanlış yaptıysak nerede yaptık?
Ben bu konuda ancak kendi yetiştirdiğim çocuğumu düşünerek bu konuda yorumda bulunabileceğimi söyleyebiliyorum. Ama tahmin edebiliyorum ki, benim kuşağımdaki pek çok aile çocuklarını bu şekilde yetiştirmiş olmalı ki, şu anda gelecekten umutsuz ve ümitsiz binlerce genç ülkede yaşıyor. Üniversite mezunu olmasına rağmen, arzu ettiği işlere giremiyorlar. Girdikleri işlerden mutlu olamıyor veya iş değiştirmeyi tercih ediyorlar.
Öncelikle farkında olmadan yaptığımız en büyük hata; çocuklarımıza bir 'sorumluluk' vermeden büyütüyoruz. Onların büyümelerine, düşmelerine izin vermiyoruz. Çok iyi hatırlıyorum dayım küçük oğlunu henüz ilkokuldayken bir bakkalın yanına çırak olarak vermişti. Para kazanmayı, paranın değerini bilmeyi bir çocuğa çok erken yaşta öğretmek zorundayız. Sabırlı olmayı, her zaman istediğimiz zaman istediğimize kavuşamayacağımızı öğrenmek ve öğretmek zorundayız. Her şeyi kolayca ele geçirmeyi çocuk yaşta öğrenen bir genç, yaşamı boyunca da başvurduğu her işin kendisine sunulacağını düşünür.
Sadece bu yetiştiriliş tarzından dolayı evliliğinde eşinden hep kendine ödün vermesini istiyorlar. Çocukları olduğunda onların sorumluluğunu bile almak istemiyorlar. Boşanma olaylarının artması, yüzlerce çocuğun mutsuz evliliklerin kurbanı olması her zaman düşündürücü bir olay olmalı bizler için aslında…
Kadınlar gelecekten 'ümitsizmiş', doğru bütün yükü çeken yine kadınlar olduğu için.. Bir yandan çalışan, bir yandan doğuran ve çocuklarına bakmak zorunda kalan yeni nesil kadınlar gelecekten şüphesiz umutsuzlar. Nerde yanlış yaptık konusuna gelince…
Bir çocuğun kişiliğinin yerleşmesi tam altı yaşında bitiyormuş. Yani siz çocuklarınıza altı yaşına kadar mutlu olmayı, hayal kurmayı, hedefli olmayı, kararlı ve sabırlı olmayı, saygılı olmayı, pozitif düşünen olmayı verebiliyorsunuz. Sonraki yıllarda ne yaparsanız yapın işe yaramıyormuş.
Biz üniversite öğretim üyeleri 17-18 yaşında bizim yanımıza gelen gençlere istediğimiz kadar umutlar da versek, inanç da aşılasak işe yaramıyor. Devlet, her şehirde bir üniversite açarsa, binlerce üniversite mezunu sokaklarda bu nedenden dolayı gezerse tabiki işsizlik olacaktır. Plansız, programsız yapılan her devlet politikasının sonucu zaten bu yaşadıklarımızı görmemizi sağlıyor ve sağlayacaktır.
Peki ne yapacağız? Biz ebeveynlere düşün görevler var. Devletin yapacağı uygulamalar var. Bunları bir arada uygulayacak yeni plan ve programlar gerçekleştirmeyecek olursak, bu konuları yıllar sonra bile hale konuşuyor oluruz. Hem de daha keskin hatlarıyla ve çözüm bulmamacasına… Yol yakından bilinçlenmek dileğiyle…