29 Şubat 2024 akşamı İskenderiyeli Hypatia adlı tiyatro oyununu izledim Han Tiyatrosu'nda. Oyun kısa ve özdü. Gayet keyif aldığımı söyleyebilirim. Yalnızca, oyunun başındaki müziğin biraz uzun tutulduğunu düşünüyorum. Müzik, oyun başlarken kesilse ve Sevinç Öztürk'ün performansıyla sessizce, başbaşa kalsak daha güzel ve estetik olurdu diye düşünüyorum. Sahne geçişlerine konan müziğin daha etkileyici olacağını sanıyorum. Fakat şimdi, bu öznel ve ufak sanat kritiklerini bırakalım. Ne de olsa Türkiye'deyiz. Sanat da neymiş, estetik de neymiş, zamanımız ve paramız eser görmeye, eser eleştirmeye yeter mi bizim hiç? Önce çözmemiz gereken başka konular var. Bu konular yüzünden çağ atlayıp giremedik ya sanatın, felsefenin ve bilimin içine. Neyse.

Oyunun sonunda Dokuz Eylül Üniversitesi felsefe bölümünden Doğan Göçmen'in Felsefe Tarihinde Kadın Problemi adlı söyleşisi gerçekleşti. Çok doğru tespitler sunan Doğan Göçmen, kadınların kamuya kazandırılmasındaki zorluklara tarihsel ve felsefi örnekler vererek kısa da olsa değindi. Toplumda kadın problemi olduğu kadar bir erkek probleminin de olduğunu sezdiren Doğan Göçmen (veya ben bu şekilde algıladım), kadına yapılan ayrımcılık ve şiddetin erkeklere de yapıldığını gösteriyordu. Kamuda erkeklerin kadınlara yaptığı dışlayıcı davranışları kadınlar da erkeklere yapabiliyordu aslında. Bu sebepten kadınlara uygulanan her türlü şiddeti tartışırken, erkeklere yapılan şiddetin üzerinde de durulması gerektiği kanısındayım. Açmaya çalıştığım konu aslında ne erkek ne kadın, cinsiyetsiz bir tutum; insanın insana, canlının canlıya yaptığı şiddet bir problem ve bu şiddeti her geçen gün legalleştiren, normalleştiren bir zihniyetin halen bu topraklarda yer etmesi asıl mesele. İNSAN, ASIL MESELE.

Söyleşide kadınların can güvenliği olmadığı, korku içinde yaşadıkları, dışlandıkları ve mutsuz oldukları paylaşıldı. Hepsi haklı ve günden güne artıyor bu problemler. Fakat aynı şey erkekler için de geçerli. Erkekler de korkuyor, erkeklerin de can güvenliği yok, erkekler de mutsuz. Dünyada en çok intihar vakası erkeklerde. En çok depresyon hastası olan erkekler. Öfke kontrol probleminden bahsetmiyorum bile. Kalp krizinden ölen erkeklerin sayısı kadınlardan çok daha fazla. Batı dünyasında kadın çalışmaları alanının yanında artık erkek çalışmaları da yer alıyor. Ülkemizde var mı bilmiyorum. Demem o ki erkek doğası da kırılgan aslında. Yine tekrarlıyorum. Mesele kadın veya erkek değil. Mesele İNSAN. Hisseden ve duyarlı insanların problemleri ortak değil mi? Biz ne zaman can güvenliği olmayan, korku içinde yaşayan, öfkeli ve mutsuz vatandaşlar yarattık bu ülkede, bu Dünya'da? Sorulması gereken soru bu. Örneğin ben, uzun sayılmayacak bir süre önce kendi evimin yakınında bıçaklanma tehlikesi atlattım. Nedenini anlamadım bile. Farkında olmadan BAKMIŞIM. Yahu insan insana bakabilir. Farkında da olmayabilir. Biri birine baktı diye insanın etrafı çevrilip bıçaklar çekilir mi? Hepimiz tehlikedeyiz. Pek çok insan öfkeli, şiddete yönelimli.

Sinirlenme eşiğimizin bu kadar düşük olmasının nedenlerinden birini sömürü düzeninin iyice yer etmesine, ekonomik kıtlığın gitgide artmasına dayandırıyorum. Herkes sinirli, kimsenin keyfi yok, öfkeden çıldırmış gibi insanlar. Ha pardon, kimilerinin keyfi yerinde değil mi? Ama keyfi yerinde olanlar da öfkeli. Neyse. En ufak bir şeyde kavgaya tutuşuyor insanlar, gerginlik sardı ülkeyi. Doğru ve güzel şartlarda yaşayamıyor insanlar, boş vaktin, huzurun, güvenin, sevginin anlamını, değerini yitirdik ve yitirmeye devam ediyoruz. Çalışma hayatının ve sistemin getirdiği ekonomik baskının dışa vurumu öfke olarak karşımıza çıkıyor. Tekrarlıyorum, asıl neden tabii ki bu değil. Kim bilir ne biyolojik, ne psikolojik problemler yatıyordur şiddetin altında fakat şiddetin nedenlerinden birinin başımıza getirdiğimiz bu düzen olduğunu düşünüyorum. İstemsiz yapılan işler, istemsiz kurulan ilişkiler; sinir hastası bir millet olduk. Çoğu insan sevmediği işi yapıyor, demişti bir tanıdığım. Yaşanır mı böyle? Normal geliyor bu insanlara.

Trump Birleşik Devletlerde kaybettiğinde orada yaşayan bir gazeteci, halkın oldukça gevşediğini belirtmişti. Birleşik Devletlerde yaşayan halkın uzun süredir Trump dönemi kadar gerilmediğini gözlemlemiş. Yönetimlerin seçtiği tarz halkları geriyor. Kızgınlık, şiddet, ötekileştirme, nefret, para sıkıntısı, gelecek kaygısı ve hoşgörüsüzlük ele geçiyor toprakları. Gerçi ülkemizde gelecek kaygısı yok artık. Anın içinde kaygılı insanlar, her saniye anksiyeteye bürünmüş topraklarda. Bunun farkında değil misiniz? Bunların hepsi öfkeye dönüyor, patlamaya hazır bomba gibi geziyor millet dışarda. Bunun farkında mıyız? Herkesin acelesi var, herkes kızgın. Bunun nedenlerinden biri refah seviyemizin düşük olması, vaktimizin olmaması, emeğimizin, gücümüzün sömürülmesi.

Peki daha iyisi olamaz mı? Neden bu kadar gerildik biz? Bu soruyu soruyor musunuz kendinize? Veya şöyle sorayım: Gergin misiniz? Kızgın mısınız? Öfkeli misiniz? Sözlü veya fiziksel şiddete maruz kalıyor musunuz? Cevabınız evet ise bunun nedeni ne? Öfkenizi neye dayandırıyorsunuz? Neden bize karşı şiddet eğilimindeler? Hayatımızdan neyi çıkarsak öfkemiz diner? Bunun cevaplarından biri de içinde yaşadığımız düzen değil mi? Dürüst olalım: kadın veya erkek ayrımını bir kenara bırakıp öfkeyi ve şiddeti, insanlığın ve ülkemizin temel problemlerinden biri olarak ele alıp anlamaya çalışmamız ve çözmeye çalışmamız gerek. Bunu çözerken de halkın refahını, mutluluğunu ve güvenliğini en başta tutmaya gerek duyduğumuzu düşünüyorum.