Televizyonun sesi sonuna kadar açık
duyuyorum ama dinlemiyorum.
Çocuğun kırmızı et yemesi lazım
ne zamandır pişirmedim
en çok mantar soslu eti seviyor.
İnce ince mantarları doğruyorum,
soğanlar tavada kısık ateşte
acıymış soğan
hala gözlerimden yaş akıyor.
Karabiber ekliyorum
nefesim daralıyor
boğazımda bir yumru,
alerjim de yok ama
nefes alamıyorum işte,
tıkandım…

Dolabı açıp şaraplara bakıyorum
bir şişe Portekiz şarabım kalmış.
Kararsızım,
sos için koca şişe heba edilir mi hiç
sonra 'boşver' diyorum
bir kadeh de ben içerim
belki iyi gelir.
İki kadeh çıkarıyorum
biri çocuk için
artık 16 yaşında
analıkızlı içelim bu gece
anı yaşamak lazım
gelecek meçhul
ne olacağımız belli değil…

Ambülans geçiyor
irkiliyorum
çocuk daha eve gelmedi
markette.
Arkasından bir ambülans sesi daha
korkuyorum
yoksa burada da mı..?

Ha burada ha orada
ne fark eder ki
ateş bizim ateşimiz
nereye düşerse düşsün
canımız yanıyor…

Canım yanıyor
uzun zamandır
canım yanıyor.

Ruh halimi sevmedim.
Sorumlu olmak mı
yoksa
sorumsuz olmak mı daha kötü,
bilemedim…

Sorumsuz olduğum için sorumluyum.

Cennet cehennem inancım yok benim
yine de cehenneme inanmak istediğim anlar oluyor.
Cennetimi cehenneme çevirenlerle
ancak bu şekilde baş edebiliyorum;
başaramadığımı ilahi güçlere havale ederek...

Kapı açıldı
çocuk geldi
sesi televizyonun sesini bastırdı.

Sofraya oturduk
gülüşüyoruz,
şarap içme fikri hoşuna gitmişti.
Âlem bu çocuk
biran evvel büyümek istiyor,
büyümenin ne kadar acı verdiğini bilmeden.

Sonra başka bir çocuk düştü yüreğime
savaştan kaçıp gelen
kara gözlü çocuk…

Geçenlerde koşa koşa gelmişti bana
elinde kocaman bir buket;
çöpte bulduğu kurumuş bir buket…

Büyümek yeterince acı verici
bu yetmezmiş gibi
çocukların dünyasını da acıttık
hem de çok acıttık.

Kırlarda çiçek toplaması gerekirken
çöplerde mutluluk arar oldu çocuk.

Üstü başı kirli
yüreği temiz çocuk,
özür dilerim senden
sorumsuz olduğum,
seni ve dünyanı kirlettiğim için
özür dilerim çocuk…