Türkiye hariç, dünyanın hemen her ülkesinde, o ülke insanlarının ortak değerleri vardır. Vatan gibi, Bayrak gibi, Milli ve Manevi değerler gibi, ortak dil gibi, ülkelerinin bütünlüğü gibi. Bunlara 'Moral Değerler' denir. Bizleri bir arada tutan işte bu değerlerdir. İnsanlar bu ortak değerlerinin üzerine titrerler, korurlar, tartışma konusu dahi yaptırmazlar. Dünyanın en demokratik ülkelerinde bu ortak değerlere yapılan saldırılar derhal ve en ağır biçimde cezalandırılır. Millet olmanın da, Devlet olmanın da gereği budur. Bunu başaran devletler yaşamaya devam ederler, başaramayanlar ise, emperyalist devletlerin kuklası olup tarihten silinirler.
Son yıllarda bizler bu ortak değerlerimizi koruyamaz olduk. Türk Milletinin fertleri, sanki bu vatanın sahipleri değil de, bu coğrafyadaki arazi parçasının belli pay sahipleri, ortakları gibi düşünür oldular, tıpkı Sınırlı Sorumlu Türkiye Yapı Kooperatifi gibi !.. Adam elindeki balta ile Cumhuriyetimizin dallarına her gün vuruyor, kimseden itiraz yok, ne yapıyorsun hemşerim, diyen yok.
Ülkenin yönetim şekli ne olursa olsun, kendi hissesinin hep onda kalacağını zannediyor. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın anlayışı.. Bilmiyor ki, o yılan yarın onu da, çocuklarını da sokacak…
Ülkenin yönetim şekli ne olursa olsun, kendi hissesinin hep onda kalacağını zannediyor. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın anlayışı.. Bilmiyor ki, o yılan yarın onu da, çocuklarını da sokacak…
Türk Milletinin bu deformasyonunu analiz etmek Üniversitelerimizin görevi olmalı. Tabii ki güç karşısında eğilmeyen, korkuya esir olmamış bilim adamları kaldıysa.. Elbette bu durumun çok sebepleri var. Bunlardan önemli gördüğüm iki tanesini paylaşmak isterim:
Kürtçülük- Bölücülük;
Türkiye üzerinde hesabı olan emperyalist devletlerin 250 yıldan fazla bir zamandır oynadıkları kanlı bir oyundur. Sevr anlaşmasıyla ulaştıkları 'Bölünme' noktasından Büyük Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti sayesinde geri püskürtüldüler. Tüm Cumhuriyet Hükümetleri dış destekli terörle mücadele ettiler ve Kürt kökenli vatandaşlarımızın Türkiye'nin ortak değerlerinden koparılmasına izin vermediler. Sadece AKP Hükümeti 9 yıldır uyguladığı politika ile terörle mücadeleden vazgeçerek, terörle müzakere ettiler. Bu gün 'Demokrasi ve Özgürlük' adı altında Türk Bayrağı gönderlerden indirilmekte, yırtılmakta ve yakılmaktadır. Terör örgütünün paçavraları açıkça her yerde dolaştırılmakta, 'Demokratik Özerklik' adı altında adım adım bölünmeye gidilmektedir…
AKP Hükümetinin yönlendirmesi karşısında, hakkında kesinleşmiş mahkumiyet kararı bulunan PKK'nın adamları TBMM ne girerken, Türk Ordusunun Generalleri, olmayan darbe için, cezaevlerine atılmaktadırlar. PKK Terör Örgütünün siyasi temsilcileri, ağızlarının suyunu akıtarak Türk Milletinin ortak değerlerine saldırıyorlar ne Savcılar görüyor, ne de Polisler. Güvenliğimizi sağlamakla görevli Polisler, 'Devletin değil, Hükümetin Polisi' olmuşlar. Polis Koleji 61. Mezuniyet gününde polisler hep bir ağızdan 'AKP Şarkısı' söyleyebiliyorlar, orada ki yetkililer de sepet gibi duruyorlar. Önümüzdeki günlerde tutuklamaların artacağını, Türk Milletinin direncinin iyice kırılarak, AKP+BDP işbirliğiyle hazırlanacak ve Türkiye'yi federal yapıya geçirecek Anayasa'nın Türk Milletine yutturulması için çeşit çeşit şaklabanlıkları göreceğimizi söylemek için kahin olmaya gerek yoktur. Tarih ve Türk Milleti önünde bu tezgahın tek sorumlusu AKP İktidarıdır…
Türkiye üzerinde hesabı olan emperyalist devletlerin 250 yıldan fazla bir zamandır oynadıkları kanlı bir oyundur. Sevr anlaşmasıyla ulaştıkları 'Bölünme' noktasından Büyük Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti sayesinde geri püskürtüldüler. Tüm Cumhuriyet Hükümetleri dış destekli terörle mücadele ettiler ve Kürt kökenli vatandaşlarımızın Türkiye'nin ortak değerlerinden koparılmasına izin vermediler. Sadece AKP Hükümeti 9 yıldır uyguladığı politika ile terörle mücadeleden vazgeçerek, terörle müzakere ettiler. Bu gün 'Demokrasi ve Özgürlük' adı altında Türk Bayrağı gönderlerden indirilmekte, yırtılmakta ve yakılmaktadır. Terör örgütünün paçavraları açıkça her yerde dolaştırılmakta, 'Demokratik Özerklik' adı altında adım adım bölünmeye gidilmektedir…
AKP Hükümetinin yönlendirmesi karşısında, hakkında kesinleşmiş mahkumiyet kararı bulunan PKK'nın adamları TBMM ne girerken, Türk Ordusunun Generalleri, olmayan darbe için, cezaevlerine atılmaktadırlar. PKK Terör Örgütünün siyasi temsilcileri, ağızlarının suyunu akıtarak Türk Milletinin ortak değerlerine saldırıyorlar ne Savcılar görüyor, ne de Polisler. Güvenliğimizi sağlamakla görevli Polisler, 'Devletin değil, Hükümetin Polisi' olmuşlar. Polis Koleji 61. Mezuniyet gününde polisler hep bir ağızdan 'AKP Şarkısı' söyleyebiliyorlar, orada ki yetkililer de sepet gibi duruyorlar. Önümüzdeki günlerde tutuklamaların artacağını, Türk Milletinin direncinin iyice kırılarak, AKP+BDP işbirliğiyle hazırlanacak ve Türkiye'yi federal yapıya geçirecek Anayasa'nın Türk Milletine yutturulması için çeşit çeşit şaklabanlıkları göreceğimizi söylemek için kahin olmaya gerek yoktur. Tarih ve Türk Milleti önünde bu tezgahın tek sorumlusu AKP İktidarıdır…
Karşı Devrim- İslam Cumhuriyeti;
Karşı Devrim, Atatürk'ün Cumhuriyeti ilan ettiği andan itibaren başlatıldı. Atatürk'ün ölümünden ve çok partili siyasi hayata geçtiğimizden itibaren o güne kadar yer altında yapılan çalışmalar, açıklık kazandı. Türk insanının inancını istismar eden din tüccarları, zenginleşmek ve güç kazanmak için acımasızca kutsal dinimizi kullanmaktan geri durmadılar. Bugün Milyarlarca Dolara sahip, basın patronluğundan finans sektörüne, eğitim yatırımlarından holdinglere kadar birçok alanda söz sahibi cemaat ve tarikatlar var ve bunlar Türkiye Cumhuriyeti Devletine 'tek Allah kuruşu' vergi vermezler. İslam dininin kesinlikle reddettiği ve Allah'ın en büyük günah saydığı, 'Ruhban Sınıfını' yarattılar.(İran'daki Mollalar gibi) Allah'ın, Hazreti Peygamberimize bile vermediği yetkiyi kullanıp, kul ile Allah arasına girdiler ve insanlarımızı Allah ile aldatmaya başladılar…
Din tüccarlarının bu hale gelmesinde, 1938' den bu yana Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Genel Başkanlık yapan tüm siyasetçilerin sorumlulukları vardır. Üç-beş oy uğruna bu sömürüye geçit verdiler, engellemediler, Türk Milletine doğruları, gerçekleri göstermediler, anlatmadılar. Savunmasız beyinleri, saf Müslüman insanlarımızı bilgisiz, cahil kişilerin ellerine bıraktılar.
Bu problem de, AKP İktidarı zamanında en fazla desteği gördü ve devletin önemli kadroları cemaat ve tarikatlar arasında paylaşıldı. Cemaat ve tarikatlar seçimlerde en büyük rolü oynayacak güce eriştiler. Bugün Türkiye'nin her yerinde, binlerce kaçak Kuran kursunda, cahil ve demokrasi düşmanı sahte din adamları, on binlerce çocuğumuzu zehirlemeye devam ediyorlar. Hem de, sözüm ona Devletin Vali ve Kaymakamlarının gözleri önünde ve onlarla alay edercesine…
Başbakan Erdoğan'ın 'Okyanus Ötesine' teşekkürünü de, Sayın Demirel'in eski Milli Eğitim Bakanı Köksal Toptan'ın AKP'nin TBMM Başkanı olmasını da, Sayın Özal'ın Bakanı olan Cemil Çiçek'in AKP'nin Başbakan Yardımcısı olmasını ve böyle çok sayıda ki örneği de, Cemaat ve Tarikatların siyasetçileri her zaman kullandıklarının en güzel örnekleri olarak gösterebiliriz…
Karşı Devrim, Atatürk'ün Cumhuriyeti ilan ettiği andan itibaren başlatıldı. Atatürk'ün ölümünden ve çok partili siyasi hayata geçtiğimizden itibaren o güne kadar yer altında yapılan çalışmalar, açıklık kazandı. Türk insanının inancını istismar eden din tüccarları, zenginleşmek ve güç kazanmak için acımasızca kutsal dinimizi kullanmaktan geri durmadılar. Bugün Milyarlarca Dolara sahip, basın patronluğundan finans sektörüne, eğitim yatırımlarından holdinglere kadar birçok alanda söz sahibi cemaat ve tarikatlar var ve bunlar Türkiye Cumhuriyeti Devletine 'tek Allah kuruşu' vergi vermezler. İslam dininin kesinlikle reddettiği ve Allah'ın en büyük günah saydığı, 'Ruhban Sınıfını' yarattılar.(İran'daki Mollalar gibi) Allah'ın, Hazreti Peygamberimize bile vermediği yetkiyi kullanıp, kul ile Allah arasına girdiler ve insanlarımızı Allah ile aldatmaya başladılar…
Din tüccarlarının bu hale gelmesinde, 1938' den bu yana Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Genel Başkanlık yapan tüm siyasetçilerin sorumlulukları vardır. Üç-beş oy uğruna bu sömürüye geçit verdiler, engellemediler, Türk Milletine doğruları, gerçekleri göstermediler, anlatmadılar. Savunmasız beyinleri, saf Müslüman insanlarımızı bilgisiz, cahil kişilerin ellerine bıraktılar.
Bu problem de, AKP İktidarı zamanında en fazla desteği gördü ve devletin önemli kadroları cemaat ve tarikatlar arasında paylaşıldı. Cemaat ve tarikatlar seçimlerde en büyük rolü oynayacak güce eriştiler. Bugün Türkiye'nin her yerinde, binlerce kaçak Kuran kursunda, cahil ve demokrasi düşmanı sahte din adamları, on binlerce çocuğumuzu zehirlemeye devam ediyorlar. Hem de, sözüm ona Devletin Vali ve Kaymakamlarının gözleri önünde ve onlarla alay edercesine…
Başbakan Erdoğan'ın 'Okyanus Ötesine' teşekkürünü de, Sayın Demirel'in eski Milli Eğitim Bakanı Köksal Toptan'ın AKP'nin TBMM Başkanı olmasını da, Sayın Özal'ın Bakanı olan Cemil Çiçek'in AKP'nin Başbakan Yardımcısı olmasını ve böyle çok sayıda ki örneği de, Cemaat ve Tarikatların siyasetçileri her zaman kullandıklarının en güzel örnekleri olarak gösterebiliriz…
Başta bu iki saldırı ve diğerleri Türk insanının kafasını karıştırdı. Kafa karışıklığının örnekleri son seçimde AKP'nin aldığı yaklaşık %50'lik oy tarlasında çok net olarak görünüyor. 40 yıl bir kazanda kaynatsanız, birbirine kaynamayacak kişiler bu %50 oy'da kaynadılar. İshak Alaton'la Cübbeli Ahmet Hoca, Hülya Avşar ile Müslim Gündüz, Türkiye'ye verdiği borçla ülkenin kanını emen tefeciyle gariban Müslüman, tüm ömrünce hayalini kurduğu evi TOKİ'den borçla alan ve 'iktidar değişirse faizler fırlar, borcumu ödeyemem' diyen Emekli ile İstanbul Boğaz'da yalı'da oturan ithalat zengini, son model ciple gezen AKP' nin imar zengini yandaşının hanımı ile sigortasız çalıştırılan tesettürlü bayanın, Müslümanlığı ve inancını her şeyin önüne koyduğunu ve oyunu bu kritere kullanacağını söyleyen seçmenle Irak'ta 1 Milyon Müslüman'ın ölümüne göz yuman iktidarın
kol kola girip aynı sandıkta buluşmaları bu kafa karışıklığının ilginç örneklerindendir…
Kısacası bize bir şeyler oldu. Kısa zamanda toparlanıp 'Ortak Değerlerimize' sahip çıkmazsak, kendi vatanımızda kiracı durumuna düşeceğiz. Benden söylemesi…
Not: Utanmak Gerek isimli yazımıza yorum gönderen bir okurumuz, 'Ben maaşımla aldığım Altın'a bakarım, o gün ne kadar Altın alabiliyordum, şimdi ne kadar?' diyor. Çok haklı;
2002 de Asgari Ücret= 222 TL 2002 de 1 Cumhuriyet Altını=93.50 TL
2011 de ' ' = 796.50 TL 2011 de1 Cumhuriyet Altını=527.50 TL
2002 de Asgari Ücretle 2,37 Altın alınırken, 2011 de 1,5 Altın alınabiliyor.
Türkçesi, istikrar sürüyor, biz soyuluyoruz. Durmak yok, yola devam…
2002 de Asgari Ücret= 222 TL 2002 de 1 Cumhuriyet Altını=93.50 TL
2011 de ' ' = 796.50 TL 2011 de1 Cumhuriyet Altını=527.50 TL
2002 de Asgari Ücretle 2,37 Altın alınırken, 2011 de 1,5 Altın alınabiliyor.
Türkçesi, istikrar sürüyor, biz soyuluyoruz. Durmak yok, yola devam…