İki ayı mağaranın içinde göz göze geldi.

Birisinin yarası çok yeni. Kanı sıcak ve kokusu keskin. Öfkeli ve kırgın.

Diğerinin yarasının kanı durmuş. Öfkesiz ve kırgın.

Birbirlerine saldırabilirler mi?

İhtimal dahilinde...

Çünkü hiç kimse yarasını bir yabancıya göstermek istemez. Yaramız en zayıf noktamızdır.

Başka bir yol daha var. Küçük bir baş selamıyla iletişim kurmayı seçebilirler. Mağarayı paylaşmak zorunda olduklarına göre uzlaşmak en akla yatkın olanı.

Peki öfkesiz ve kırgın olanın yarası yeni olana karşı atacağı en samimi adım ne olabilir?

Birinin gözlerine gerçekten bakmak istediğimizde onun kalbini, vicdanını, sınırlarını, duvarlarını yani ona dair tüm özellikleri görürüz. Onu her şeyiyle bir bütün olarak kabullenmek için anlamayı istemek gerekir. En ikircikli hallerinde bile sabırla yaklaşmak verdiğin değerdir.

Bu sebeple öfkesiz ve kırgın ayı, yaranın hikayesini umursamaz. Önemli olan ne olduğu, ne şekilde olduğu, ne zaman olduğu değildir.

Birinin iyi olmasını dilemek dışındaki tüm olasılıklar önceliğini yitirir.

NASILSIN?

Günlük hayat içinde sıkça kullandığımız 'Nasılsın?' sorusu, sıradan bir soru kalıbı gibi gözükse de aslında birinin nasıl olduğunu gerçekten merak etmek ve yanıtı da soru kadar önemsemek önemlidir.

Tarafların birbirini yaralarıyla, zaaflarıyla sevmesi; en olumsuz anlarda bile birbirini anlamaya çabalamak; sevgiyi, şartlara ve koşullara tabi tutmamak çok kıymetlidir.

Çünkü mutluluk koşullara hele hele yüksek maddi olanaklara asla bağlı değildir. Mutluluk, sana bağlıdır en çok. İyileşmek istiyorsan kendine izin vermekten başka yolun yoktur.

Mağaraya girdiğin an ile mağaradan çıktığın an arasında hiçbir fark yoksa o yaranı at çöpe. Fark varsa o yaraya saygı duy ve onu kabullen.

Herkes sarsıntı geçiriyor. Herkesin kendi içinde çıkmazları oluyor. Sıkıntılar , öncelikler değişiyor. Hayatla uzlaşmak yerine kavga etmeyi seçerek mutlu olunmaz.

Psikanaliz'in kurucusu Sigmund Freud'un kızı Anna'ya yazdığı mektubu beni çok etkilemiştir. Şunları söylemiş mektubunda:

'Sevgili Anna, en güvendiğin insanlardan kötülük görüp üzülmen güçsüz biri olduğun anlamına gelmez. Fizik kurallarına göre sırtını dayadığın bir nesne birdenbire giderse sen de o yöne devrilirsin. Yani bunun güçsüzlükle bir ilgisi yok.'

Yaranın derinliği, izi, etkisi, gücü hikayeden hikayeye değişebilir elbet lakin mantığı hep aynıdır. Fizik kurallarına göre sırtını dayandığın bir nesne birdenbire giderse sen de o yöne devriliyorsun. Hepsi bu ve daha fazla çıkarımda bulunmak da senin kendi iç mağarana bağlı.

Bir taraf zifiri karanlık bir taraf aydınlık o mağara bizim dünyamız.

Yaşama anlam katmakta, onu değersizleştirmek de bizim elimizde.

Denge, özen ve ilgi kurduğumuz tüm bağların en önemli besin maddeleridir. Güzel sevmek, bunu eyleme dönüştürmek değerlidir.

İlk hatasında vazgeçecek, yarasının kabuğunu kaldıracak yahut düştüğünde terk edecek şekilde davranmak sevginin eyleme dönüşmüş hali değildir bu arada.

Sevgi, yüzeyden değil derinden, tüm köklerinle bağlanmaktır.

Birlikte büyür, dönüşür, değişirsin.

Birbirinize çok kızdığınız zamanlar elbet olacaktır. Mühim olan o anda bile tuttuğunuz elin değerini bilmektir. Saygı duymak altın kuraldır.

İki ayı da olsa iki insan da mühim olan şudur:

Çok sabır, çok emek ve çok saygı...