'Ruhun kemiğe değdiği yerde bilemezsin ne savaşlar veriliyor' diyordu nerede okuduğumu hatırlayamadığım bir yazıda. Sizi de sarstı değil mi?
Her insanın içinde en az bir savaş cephesi var. Cephe gerisinde planlar, stratejiler mevcut. Hücum ederken önden sürülen, gözden çıkarılan duygular, zamanlar ve insanlar var.
Goethe, 'İnsan kendini yalnızca insanda tanır' der misal. Muhtemelen 'Bir insanda tüm insanları görürsünüz' diyen Monteigne için de durum benzerdi.
Ne anlatmak istemişlerdir sizce?
Ya da şöyle sorayım:
Bir insan sizce kaç insanın toplamıdır?
Hayatın kara deliği çoktur ve her birimiz içimizde en az bir kara delik taşırız.
Şanslı olanlarımızın sınavı iki kişilik oluyor. Taraflar değiştirebilecekleri için birlikte mücadele ediyor. Değiştiremeyeceklerini ise kabullenip orta yolda buluşuyor.
Peki egomuz sınav notumuzun üstüne çıkıyorsa?
Yeni olan her şeye, eskiden kalma duygularla, yaralı bir hayvan öfkesiyle saldırıyorsak?
O noktadan sonra bu savaşın kazananı olmuyor. Tüm cepheler yerle yeksan...
Üstelik çok sevdiklerimiz tarafından incitilmemiz, haksızlığa uğratılmamız, değersizlik duygusu hissetmemiz karşı tarafı kötü ve bizi iyi yapmıyor elbette.
Çünkü anlam veremediğin o kaos, belki de bir taraf olmadığın savaşın ortasında kalma diyedir. Sana verdiği değerdendir.
Zamana güvenmek ve anlayış gereklidir.
Diyeceğim şudur ki, bazı hikayelerde her iki taraf da aslında gerçekten çok güzel insandır. Çünkü insanın özü değişmez. Buna rağmen öncelikler, beklentiler, hayaller farklıdır.
Saygı duymak gerek.
Hikayenin de hikayenin esas kahramanlarının da sınavı belki de budur.
İlişkinin payına düşen bedeli zaman, en adil şekilde mutlaka bölüştürecektir.
Denklemi çözmek için basit düzeyde matematik bilgisi de yeterlidir ayrıca.
Çünkü kalbimiz gerçek duyguyu sahtesinden ayırır.
HEM AKIL HEM DUYGU
Hissettiğin gerçektir. Tüm dünya aksini iddia etse de sen hissettiğine inan. Aldığın tüm kararlarda kalbinin sesiyle aklını harmanla.
Duygular hızlı değişebilme, ortama ve şartlara kolay uyum sağlayabilme, hata yaptırabilme özelliğine sahiptir. Güvensizdir. Tekinsizdir.
Akıl ise terk etmez. Korkup kaçmaz. Mücadelecidir.
Duygusal kararlar önünde sonunda akla evrilir. Bu yüzden kararsız anlarında acele etmemeli insan. Cevap gelecektir.
Aklıyla duygularını uyumlu şekilde buluşturanlar her şeyi bizzat yaşayarak öğrenmez. Romanlar, öyküler, şiirler, sanat hele hele tarih kitapları bunun için vardır.
Çünkü denge her şeydir ve nefret, insanın en güçlü duygularından biridir. Bir ağaç kurdu gibi kimseye görünmeden, sinsice ilerler. Tehlikesi de buradadır.
Yıkımın şiddet, gövden ve de ruhun toparlanamayacak hale geldiğinde ortaya çıkar. Allak bullak olursun. Bir ağacı toprağından ayırmak cinayettir, üstelik haklısındır da...
Tüm bunlar nedeniyle hayat, tercihler toplamı falan da değildir. Bu hem bizler hem içinden geçtiğimiz tüm hikayeler ve tanış olduğumuz niceleri adına çok acımasızca olur.
Çünkü bazen yaşadıklarımız bize rağmendir. Hayat tam da böyle bir yerdir.
Yaşarken, dillendirirken gurur duyduklarımız kadar karanlıkta bırakmayı seçtiğimiz, biri sobeleyecek diye korkup sakladığımız,yok saydığımız, tanımlayamadığımız duygularımız da vardır.
Bir bütün olarak insan değil miyiz?
Hata yapma, yanlış anlama ve anlaşılma, kırma, kırılma, pişman olma, yalan söyleme, utanç duyma paylarımız da elbet vardır.
Yeter ki insan, öğrenci ruhunu hiç kaybetmesin. En büyük açlığımız öğrenme açlığı olsun. Sofradan hiç tok kalmamak dileğiyle...
En içten sevgilerimle....