Bugün Pazar…
Hiç bitmeyen sevgi ve saygıyla…
Atatürk'ü bu köşede anma ve hatırlama günü…
Bir kez daha…
Az bilinen yaşanmış bir öyküyü paylaşalım…
Bunu yaparken de…
Bu anıyı anlatarak bugünlere taşıyan ve…
'Atatürk'ten Hatıralar' adlı eserin yazarı…
Hasan Rıza Soyak ile…
Ulu Önder'in özel yanlarını…
'Atatürk'ün Sofrası' başlığı ile kitaplaştıran…
İsmet Bozdağ'ı…
Saygıyla analım…
***
Cumhuriyet'in ilanından bir yıl sonraydı…
Atatürk, Konya'ya gelmişti…
Konyalılar'ın kendisine armağan ettiği konakta…
Arkadaşlarıyla birlikteydi…
Sofre konağın yemek salonunda hazırlanmıştı…
Gece tatlı sohbetlerle ilerliyordu…
Bir ara…
Konya Milletvekili Refik Koraltan…
Atatürk'ü öven bir konuşmaya başladı…
Söyledikleri, sofradakilerin paylaştığı duygu ve düşüncelerdi…
Koraltan, Atatürk'ün kişiliğini belirlerken…
O'nsuz Kurtuluş Savaşı'nın yapılamayacağını…
Yapılsa bile başarıya ulaşılamayacağını söyledi…
Memlekette yapılmış ve yapılacak işler için…
Atatürk'ün başta olmasının gerektiğini belirtti ve…
'Tanrı seni başımızdan eksik etmesin' dedi…
***
Gelgelelim…
Atatürk'ün keyfi kaçmıştı…
Hatta Koraltan'ı dinlerken bunalmıştı…
Böyle zamanlarda yaptığı gibi…
İnce dudaklarını dişleri ile ısırmaya başladı…
Refik Koraltan'a döndü ve şöyle dedi:
'Bütün yapılanlar herkesten önce büyük Türk Milleti'nin eseridir… O'nun başında bulunmak bahtiyarlığına ermiş bizler ise, ancak O'nun şuurlu fedakarlığı sayesinde ve fikir ve iman birliği içinde müşterek vazife görmüş, öylece başarı kazanmış insanlarız… Gerçek budur…'
Koraltan çok duygulanmıştı…
Dayanamadı, 'Hakikat, sizin yurdu kurtardığınız, her şeyi sizin yaptığınızdır… Alçak gönüllülük gösteriyorsunuz… Bizim bu kadar yüksek tevazuya tahammülümüz yok…' deyiverdi…
***
Atatürk, kendisinin övülmesinden hoşlanmazdı…
Hele hele…
O günün koşulları içinde putlaştırıcı konuşmalara…
İzin vermezdi…
Bu kez…
Sesini yükseltmek zorunda kaldı; Koraltan'a cevap verdi:
'Ortada tevazu yok; gerçek bu… Ben önümüze çıkan meseleler hakkında her zaman herkesi dinlerim… Verilen kararlarda sizin gibi tüm arkadaşlarımın payı vardır; bunu bilesiniz…'
Biraz soluklandı ve devam etti:
'Şimdi konunun asıl ince noktasına geliyorum… İçerde ve dışarıda şahsıma karşı suikastlar düzenlenmesinin sebep ve hikmeti nedir, hiç düşündünüz mü? Bu tertiplerin peşinde koşanların benimle şahsi bir alıp verecekleri mi vardır? Hayır! İntikam hissiyle mi hareket ediyorlar? O da değil… O halde neden beni ortadan kaldırmak istiyorlar?'
Sustu…
Soluklandı ve sözlerini sürdürdü:
'Cevap vereyim… Çünkü İnkılapçı Türkiye Cumhuriyeti'nin benimle ayakta durduğunu, ben gidince yıkılacağını, bu suretle hain emellerine kavuşacaklarını düşlüyorlar da ondan… Sizin sözlerinizin de onların sakat hayallerine uygun olduğunu bilmem fark ediyor musunuz? Eğer samimi iseniz bu fikri kafanızdan çıkarın… Herkes milli vazife ve sorumluluğunu bilmeli ve memleket meseleleri üstünde o düşünce ile çalışmayı alışkanlık haline getirmelidir…'
Ardından…
Sofradaki arkadaşlarına döndü ve şunları söyledi:
'İnkılapçı Türkiye Cumhuriyeti'ni benim şahsımla kaim (ayakta durduğunu) zannedenler çok aldanıyorlar… Türkiye Cumhuriyeti, büyük Türk Milleti'nin öz ve aziz malıdır… Kıymetli evlatlarının elinde daima yükselecek, ebediyen payidar (sonsuza kadar) olacaktır… Şimdi rica ederim, artık bu konuyu kapatalım, bir daha da tekrar etmeyelim…'
***
Atatürk bi'daha konuşmadı; sustu…
Sofradakiler çok heyecanlanmışlardı…
Ulu Önder…
Bir kez daha sofrasından milletine seslenmiş…
O'na yeni bir moral ve parola vermişti…
Nokta…
Sonsöz: 'Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizsiniz… Cumhuriyet'i biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz…'