Şu an dünyada yürürlükte olan en uzun ömürlü siyasal antlaşma Lozan ise bunun üzerinde düşünmek gerekir:
Amerikalı iki tarihçi Osmanlı Devleti'nin 1453 ile 1900 yılları arasında geçen 447'i yılını araştırmışlar ve sonuçları bir istatistik ile açıklamışlar:
447 yılın 149 yılı savaş hazırlığı, 149 yılı savaş, 149 yılı da savaş sonrası toparlanma ile geçmiştir.
***
Osmanlı'ya gelinceye kadar Doğu'da bilim ve ticaret duraklamıştı. Din dendiğinde içtihat yapılamadığından 'Şer'i İslam' duraksamış ve ortama 'Tarikat İslam'ı hakim olmuştu.
Geriye 'Askerî İslam' olan Osmanlının yönetim modeli kalmıştı.
Zaferlerle yücelen Osmanlı, bir süre sonra önü alınamayan yenilgilerle hem Askeri İmparatorluğunu hem de Askeri İslam'ını yitirme noktasına gelmişti.
Bir kişi hariç; Lozan'a ne ile gideceğini ve neler talep edip sonunda ne ile döneceğini bilemeyen Türkiye kalmıştı.
***
Oysa küresel güçler, savaş sonrasında yeni Osmanlı/Türkiye'nin nasıl bir devlet olabileceğini ve bundan sonra hangi misyonu üstlenerek yoluna devam edebileceğini bir de Sir Arnold Joseph Toynbee'ye sormuşlardı. Toynbee de 'Estağfurullah!' deyip 11 ay boyunca Türkiye'de araştırmalar yapmış, raporunu War Office'e sunmuştu.
O günlerde bu konulara kafa yoran tek kişi vardı, o da Mustafa Kemal Paşa'ydı. Diğerlerine gelince, hepsi bir birinden kahraman birer asker olmalarına askerlerdi, lakin hiçbirinin dünya vizyonuna uygun kurabilecek bir cümlesi yoktu.
Sosyal bilimci de yoktu!
Basın ise mugalatacı idi.
Tüm bunlardan daha vahimi ise;
İngilizler Milli Mücadelenin başlarında, 1920'de Karabekir gibi alternatif askeri liderlere, War Office'in Türkiye vizyonunun ne olduğunu iletmişlerdi. Beyin yakan kısa metni okuyanın kafasının tası atmıştı! Çünkü metinde saltanatın, hilafetin… kaldırılacağı falan yazılmaktaydı ki, asla kabul edilemezdi!
Emre itaatin gereği metin alelacele Mustafa Kemal'e rapor edilmişi telgrafları okuyan Mustafa Kemal ise İngilizlerin bu tutumuna çok kızmış, fakat belli etmemişti!
İngilizlerin kendisi ile anlaştıktan sonra arkadan kimleri alternatif liderliğe hazırlamaya çalıştıklarını görmüş ve oyun içinde oyunlar oynandığını anladığında devletler oyununda hiçbir şeyin garanti olmadığına karar vermiştir.
Zaman ilerlemiş, İngilizler pek çok konuda Mustafa Kemal Paşa'da istediklerini bulamamışlardı. Lakin bir konu vardı ki, bu hepsinden önemliydi. Dünyanın nereye gittiğini gören tek kişi Paşa hazretleri olduğundan durumu kabullenmekten başka yapacak bir şeyleri yoktu!
Paşa da bu özelliğini; Doğu ve Batı tarih yazımını ve Londra'daki düşünce kuruluşlarının yayınlarını kısa sürede Türkçeye çevirtip okumasına ve yüksek kavrama yeteneğine borçluydu.
***
Ne yazık ki, Lozan Antlaşmasının üzerinden 93 yıl geçmesine rağmen bu ülkede Paşa hazretlerinden sonra maddelerin ne anlama geldiğini kavrayan ikinci bir tarihçi ve devlet adamı çıkmadı.
Mazur görün, İsmet Paşa'nın da yeterince anlamadığı düşüncesindeyim.
İkinci bir merakım da şudur:
Lozan hezimettir diyenler bu maddeden ne anlamışlar… açıklamalarını bekliyorum:
Madde 27 — Türkiye Hükümeti ya da Türkiye makamlarınca, Türkiye toprakları dışında, işbu Antlaşmayı imzalayan diğer Devletlerin egemenliği altında veya koruyuculuğunda bulunan toprakların yurttaşları ile Türkiye'den ayrılan toprakların yurttaşları üzerinde siyasal, yasama ya da idari konularda, her ne nedenle olursa olsun, hiçbir yetki ya da yargı hakkı kullanılmayacaktır.
Şurası da kararlaştırılmıştır ki, İslam dini makamlarının dinsel yetkilerine bir halel gelmemektedir.
***
Bizler İslamî ilimlerden yararlanarak 'hilafet'in dinle ilgisinin olmadığını, bu makamın siyasi bir misyon yüklenmesinin tamamen tarihsel bir durum olduğunu iddia etmekteyiz. Ama İngiltere'nin istediği zaman Hilafeti, Papalık gibi bir misyonla diriltebileceğini bu maddeye yazdırdığı düşüncesindeyim.
Bundan hareketle şimdiden söylemiş olayım, bir gün dünya karşımıza şu teklifle çıkarsa kimse şaşırmasın:
İslam dünyasında ortaya çıkmış Taliban, el-Kaide, IŞİD, Boko-Haram, eş-Şebab, en-Nusra…,ve yakında daha fazlasının ortaya çıkacağı çok sayıda kanlı İslam iddialı örgütleri etkisizleştirecek bir otoriteye ihtiyaç var. Muhatap alınacak bir Halifenin olması, Batı'ya güven, Alem-i İslam'a da barış getirecektir. Bunda böyle hangi görüşün İslamî olduğuna Halife karar verirse, bu kargaşanın son bulması muhtemeldir… Dünyada Yahudilik ve Hıristiyanlık adına örgütler fetva vermiyorsa bunun tek nedeni var o da tek dini otoritelerinin olmasıdır… diyeceklerdir.
Halifenin barıştan yana fetvasına Nobel Barış Ödülü verilecektir ki, bu da dünyada ilk olacaktır…
Bu arada, haddini bilmez üç-beş kişi çıkıp 'Ne yapıyorsunuz, bu resmen ruhbanlıktır!' diyeceklerdir ki ikna mekanizması bu tür cılız sesleri kaynağında yok etmeye şimdiden hazırdır:
'Bizim gücümüz ancak Hilafetin dini ayağını ihya etmeye yetiyor. Çok çalışın, en az 90 yıl, günü geldiğinde siyasi ayağını da siz ihya edin!' diyeceklerdir…
Bu fikre fit olmayan da kalmayacaktır!
NOT: Biri çıkıp 27. Maddeyi adam gibi yorumlamazsa benim yorumum Alem-i İslam'a sakız gibi yapışıp kalacak! Benden söylemesi!