Sabah olmak üzereydi.
Pencerenin camını açtım. İçeriye sessizce süzülürken hınzırca gülümsedi.
'Söyle de rahatla hadi. Yine ne yaptım?' dedim.
'Her şey değişiyor da bakışlar değişmiyor' dedi ve devam etti: 'Seninle tanıştığımız gün de böyle çipil çipil bakıyordun.'
Kendimden emin şekilde karşıladım attığı pası: ' Bakışlardaki mana, dildeki anlam, ruhtaki yara...Her şey değişiyor. Değişsin de zaten. Değişsin, dönüşsün, büyütsün, geliştirsin, güzelleştirsin, olgunlaştırsın, derinlik ve değer katsın yaşama. '
'Anlamsızın içindeki anlamı göremiyorsak yaşadığımız yıllar rakamdan ibaret. Atalım çöpe, ' diye de ekledim ardı sıra.
Bu kez de yüz yıllık bir kederle baktı yüzüme. Keyfimin neden bu kadar kaçık olduğunu biliyordu. İyileşmeyi ne kadar istediğimi bildiği gibi...
'Bir tek özümüz değişmiyor. Yaşamı kavrayan da o öz aslında. Dokunduğun hayatı güzelleştiremiyorsan; doyabilmenin tek yolunun bölüşmekten geçtiğine inanmıyorsan yaşadığının bir anlamı olmaz ki!..İnsanlar hangi ara birbirine bunca yabancılaştı? '
Tüm dikkatini gözlerime ve sözlerime odaklamıştı. Konuşmaya uzun yıllar ara vermiş biri gibi her söz boğazımı acıtarak çıkıveriyordu.
' Her şey gerçekten güzel olmak zorunda yoksa aklımı yitireceğim. Görmüyor musun ülkenin halini? Çocukların, hayvanların, doğanın böyle pervasızca örselendiği bir coğrafya daha ne kadar kötülükle sınanabilir?'
Sadece çocukluğumu değil mutlu masalları da çok özlemiştim.
EN SADIK DOSTLARDAN
Martı Jonathan Livingston, çocukluk arkadaşım benim. Aslına bakarsanız onunla tanışma fırsatı yaratan, yakalayan herkesin yaşamında en sadık dost olarak kalıyor.
Kalbimin örselendiği, ruhumun incitildiği, düşüncelerimin darmadağınık olduğu dönemleri hisseder, rüyama gelir ve beni yaşama odaklayacak bir işareti bırakmadan asla gitmezdi.
Onunla dertleşmek, bir kuşu özgür yapanın kanatları değil kendine duyduğu inanç olduğunu ondan öğrenmek, her okuduğumda yeni öğretiler edindiğim sözlerini kalbime mühürlemek hep iyi geldi, geliyor.
'Gözünle gördüklerine sakın inanma. Görünenlerin hepsi sınırlıdır. Anlayarak bakmaya, bildiklerinin ötesine geçmeye çalış' diye fısıldarken bir bildiği mutlaka var. Her yaşta yaşama yeni tohumlar ekenlerden...
Mutluluk bu yüzden bir insana, duruma ya da bir koşulunu gerçekleşmesine değil kişinin kendisine bağlı. Sizce de haklı değil mi?
Rüyadan uyanınca pencere kenarına gidiverdim tüm bu sebeplerle. Şehir, koşuşturma içinde geçireceği asık suratlı bir güne daha uyanmaya hazırlanıyordu.
Gökyüzü açık ve kuşlar da insanlar gibi uykudaydı. Tek bir kuşun kanadında da olsa tüm ülkeyi dolaşır inancıyla kelimelerimi gökyüzüne savurdum:
'Evet, her şey çok güzel olacak. Çocuklar için bunu başarmak zorundayız. Demokrasiye ve hukuka sahip çıkacağız. Zehir saçanlara inat birlik olmak zorundayız.'
Çünkü yaşam bunca nefreti, öfkeyi, şiddeti kaldıramaz. Toprağa kök salmak istiyorsak önce toprağa saygılı olmamız gerektiğini bilmeliyiz.
Sizlerle kitaptan birkaç söz de paylaşmak istiyorum. Kendiniz için iyi bir şey yapın ve bu kitabı okuyun. Çünkü Martı Jonathan Livingston, bir martıdan çok fazlası.
Özgürlüğün, kararlılığın, mücadele ruhunun önemine bir de onun hikayesinden tanık olmanızı tavsiye ederim. Ülkede olup bitenleri onun cümleleriyle de sorgulayın ve akıl süzgecinizden geçirin.
İyi gelecek, emin olun.
HAYATA NOTLAR
-'Yaşamak için ne çok neden var. Balıkçı teknelerinin etrafında o rutin, sıkıcı dönüp dolaşmadan başka nedenler de var yaşamak için. Cehaletimizi kırabiliriz. Becerilerimizi, yeteneklerimizi ve zekamızı kullanarak kendimizi bulabilir, kendimiz olabiliriz. En önemlisi özgür olabiliriz.'
-'Ben sadece öğrenmek istediğim şeyleri onlarla paylaşmak, ufkumuzun hiç de dar olmadığını göstermek istiyorum.'
-'Yaşamın gerçek anlamını arayan, bulmaya çalışan bir martıdan daha sorumluluk sahibi biri olabilir mi? Bin yıldır yaptığımız tek şey balık peşinde koşmak. Artık yaşamak için bir nedenimiz olmalı. Öğrenmek, keşfetmek, özgür olmak gibi... Bana bir şans verin öğrendiklerimi size göstereyim.'
-'Onu üzen şey yalnızlık değildi. Diğer martılar uçmanın keyfine varamamış, uçmalarıyla gurur duyamamışlardı. Gözlerini azıcık aralayıp ileriye bakmayı reddetmişlerdi.'
NOT: Yazıya ilham olan Martı Jonathan Livingston, Richard Bach'in çok değerli eseridir.