“Kent Sohbetleri”nin bugünkü konuğu CHP İzmir Milletvekili Ümit Özlale oldu.

Gazeteciler Ender Aldanmaz, Metehan Ud, Mehmet Karabel, Muhittin Akbel ve Oktay Güçtekin’in sorularına içtenlikle yanıt veren Özlale, kendine has üslubu ve siyaset tarzı ile ülke ve kent gündemini değerlendirdi.

CHP’ye geçiş sürecinin ardından ilk röportajını Egedesonsöz’e veren Ümit Özlale, CHP’ye uyum sürecini, İYİ Parti’deki büyükşehir belediye başkan adaylığı süreci ve sonrasında yaşadıklarını, siyasal tercihindeki değişim sürecini anlattı. Özlale ayrıca kent gündemleri ile ilgili değerlendirmeler yaptı.

Röportajda öne çıkan nokta ise Özlale'nin kendisini "eleştirel birey" olarak tariflendirmesiydi. Özlale, İYİ Parti'de siyaset yaptığı dönemde eleştirel bir yapısı olduğunu kaydetti ve "CHP'li dostlarım ben gelmeden önce beni tanıyorlardı" dedi.

Ümit Özlale, İzmir'i "sokağı ve insanı ile yorgun bir kent" olarak tarif ederken altını çizdiği bir nokta vardı: "Bir gün bu kent ile ilgili hayallerimi söylemeyip eleştirilerimi kendime saklarsam bilin ki İzmir’le ilgili hayallerimden vazgeçmişim demektir"

2023’TE SEÇMEN BİZİ KAFASI KARIŞIK GÖRDÜ

Siyasette yeni bir dönüşümün içerisinde olduğumuz süreçteyiz. Bu dönüşüm değişimi de beraberinde getirir mi?

Dönüşüm her zaman değişim anlamına gelmiyor. 2023’te de bu ihtiyaç vardı ancak seçmen arzuladığı dönüşümü bizim gerçekleştirebileceğimiz izlenimine kapılmadı. Bizi kafası karışık gördü. 6’lı Masa’nın ekonomi masasındayken birçok sektör temsilcisi ile konuşup illere gittik. Benim gördüğüm şuydu; “Ben AK Parti ve Erdoğan ile helalleşmeye hazırım, dönüşüm ihtiyacını da hissediyorum ancak bunu siz sağlayabilecek misiniz?” diye sorup bize baktığında kafası karışık bir ittifak gördü. Tabii o dönemde deprem de etkiliydi. Bir travma ile karşılaşan toplumun ilk istediği şey statükodur. Halk karmaşa değil netlik istiyordu.

ADAYIMIZIN ÖNDEN AÇIKLANMASI ÖNEMLİ FIRSATLAR YARATIYOR

Ben Cumhurbaşkanı adayımızın bu nedenle de önce açıklanmasını doğru olduğunu düşünüyorum. Ekmeleddin Beyde, Muharrem Beyde, Kemal Beyde seçime az bir süre kala açıklandı. Biz adayımızı erken belirleyip “bu aday nasıl bir kadro ile nasıl bir Türkiye vaat ediyor” sorusunu 2-3 ayda değil, tarihimizin en uzun kampanyasında cevaplayacağız. Halkımızın bizim ülkeyi nasıl yöneteceğimiz ile ilgili kafasında hiçbir soru işareti kalmayacak. Çok zorlu ama bir o kadar da önemli bir süreç çünkü siyaset tarihimizin en önemli dönemecindeyiz. “Başkan adayı yıpratılır mı?” diye sorarsanız evet, Cumhurbaşkanı aday her zaman yıpratılır. 2-3 ayda da yıpratılır, 2 senede de yıpratılır. Önemli olan, bizim halka kendimizi, büyüyen problemleri nasıl ve hangi kadrolarla çözeceğimizi anlatmak için yeteri kadar zaman yaratmamızdır.

İYİ Kİ DE ADAY OLMUŞUM, İZMİR’İ TANIMIYORMUŞUM

İYİ Parti’de siyaset yaptığınız süreçte belediye başkan adaylığını ilk açıklayan ve yola düşen ilk isim sizdiniz.

İyi ki aday olmuşum. Eski kampanya videolarımı ve vaatlerimi sosyal medyamdan silmedim. O benim tarihim. İnsanlar İzmir’de beni böyle tanıdı. En çok üzüldüğüm eleştiri; CHP’ye kaybettirmek için yola çıktı denilmesiydi. Değil! Gerçekten onun için çıkmadım. Bir aday olarak iki tarafı da yıpratmadan projelerden ve kendimden bahsederek İzmir’in sorunlarının nasıl çözülebileceğini anlatmaya çalıştım. Sonra da ilk yaptığım şey, daha CHP’ye de geçmeden, Cemil Bey’e giderek “İzmir’in bir milletvekili olarak kendisine katkı vermeye hazır olduğumu” söylemek oldu.

AK PARTİ İZMİR’İ KAZANACAĞINI HİÇ DÜŞÜNMEMİŞ

İzmirli birisi olarak İzmir’i yeterince tanımadığımı fark ettim. İzmir’in sokaklarını biliyorum, yüzlerce insan tanıyorum, dostluklarım var. Kardeşim dışında tüm arkadaşlarım ve akrabalarım İzmir’de oturuyor. Ben bir İzmirliyim ve profil olarak da şehrin profilini yansıtıyorum. Ancak İzmir’in bazı özelliklerini genel seçimde fark etmemişim. İzmir, Türkiye’nin en büyük 3’üncü şehri olduğunun, yeniliklerin ve Batı’nın ta kendisi olduğunun farkında değil sanki. Benim kafamda idealize ettiğim İzmir,dinamizmi ve girişimci ruhu ile Ankara ve İstanbul'a örnek olabilecek bir kent. Ama o kadar fazla sorunlarla tüm gün uğraşmak zorunda ki, kafasını kaldırıp 9 Eylül ile Cumhuriyeti ilan ettiğimiz gün arasında İktisat Kongresi’ni yapan şehir gibi değil. Zannettiğimden daha yorgun. Sokağı ile insanı ile daha yorgun. Bunu görmek beni üzdü.

Sorunların zannettiğimden daha büyük ve biraz da zihinde başladığını gördüm. Son 3 çeyrektir Türkiye'nin en büyük 3’üncü şehri, yeniliklerin ve inovasyonun şehri kabineye hiç bakan vermemiş. AK Parti burayı seçimlerde ve gönüllerde kazanabileceğini hiç düşünmemiş. Türkiye’nin üçüncü büyük kentiyiz ama 1980 sonrasında da Türkiye’nin siyaset sahnesine kazandırdığımız çok az figür var.

İZMİR, DÜNYANIN DEĞİŞEN KOŞULLARINA AYAK UYDURAMADI

İzmir’in problemleri dün değil, 1970’lerde dalga dalga gelen göçü tanzim edememekle başlamış. Bu durumu nasıl tersine çevireceğimizi konuşmamız lazım. İklim değişikliği gibi, çevre kirliliği gibi, yaşlanmak gibi dünyanın ve İzmir’in mücadele ettiği sorunlara hep beraber nasıl çözüm geliştireceğimizi konuşmamız lazım. İmalat sanayinin işgücü kapasitesi azalırken İzmir’in kendisine nasıl bir çıkış yaratacağını konuşmamız lazım. Tasarım, inovasyon, yüksek katma değerli tarım, geriatri gibi alanlarda İzmir’i nasıl cazibe merkezi yapacağımızı konuşmamız lazım. Ve bunları siyaset üstü platformlar oluşturarak tartışmamız lazım.Eğer, “Hocam çok daha güncel sorunlarımız var” derseniz hak veririm ama İzmir’in problemlerini de iki ayrı çerçevede değerlendirmek gerekiyor:

1) Hemen yapılması gerekenler,

2) İzmir’in hak ettiği yere gelebilmesi için vizyoner projeler.

İZMİR İLE İLGİLİ ELEŞTİRİLERİMİ KESMİŞSEM BİLİN Kİ İZMİR’DE UMUDUMU KESMİŞİMDİR

Küçük olsun, benim olsun mantığı var biraz İzmir’de…

Adaylığım döneminde insanlara gereksiz gibi gelen ama hala önemli olduğunu düşündüğüm projeler vardı. Mesela İzmir’in dünyaca ünlü bir müzesi yok dedim. İstanbul’a gittiğinizde bir haftayı müzeleri ve tarihi eserleri ziyaret ederek geçirebilirken İzmir’de yarım gününüzü geçiremiyorsanız burada bir problem vardır. Bana bu tür konularda eleştirilerimi yüksek perdeden sıraladığımda “İzmir’den hiç mi ümidiniz yok?” diye soruyorlar. Tam tersine… Sırp koç Obradoviç benim rol modellerimden biridir. Şöyle bir demecine rastlamıştım: “eğer bir oyuncumu eleştirmeyi bırakmışsam bilin ki ondan ümidimi kesmişimdir”. Ben de İzmir için aynı şeyleri hissediyorum. Bir gün bu kent ile ilgili hayallerimi söylemeyip eleştirilerimi kendime saklarsam bilin ki İzmir’le ilgili hayallerimden vazgeçmişim demektir.

TİCARET YAPAN BİR ŞEHİR YAVAŞ ŞEHİR OLAMAZ, BU ŞEHİR PARA KAZANMAYI UNUTMUŞ

Yavaş şehir İzmir’in dokusuna uygun değil. Burası yüzyıllardan beri ticaret yapmış. Ticaret yapan bir şehir yavaş şehir olamaz. Ticaret yapan bir şehir 7/24 yaşar, para kazanır. Bu şehrin yeniden para kazanmayı hatırlaması lazım. İlk 100’e, ilk 500’e, ilk 1000’e daha fazla yeni şirketi sokması lazım. Çok fazla İzmirli arkadaşım var. İstanbul’da, Ankara’da ya da yurtdışında yaşıyorlar. Diyorlar ki ’60 yaşından sonra Urla’ya ya da Foça’ya geliriz’… Neden şimdi gelmiyorsun diye sorduğumda da İzmir’e taşınmaları halinde kariyerlerinde yükselemeyeceklerini düşündüklerini söylüyorlar. Bizim İzmir’i gençler ve yaşlıların için olduğu kadar kariyerini burada geliştirmek isteyenler için de çekim merkezi yapmamız gerekiyor. Neden bir girişimci iyi bir fikri varsa ‘Bunu İstanbul'a, Ankara’ya götürürüm, yurt dışına götürürüm’ diyor da burada yapmayı düşünmüyor? Benim dikkat çekmek istediğim noktalardan biri de bu.

Bu eleştirimin sosyal demokrat bir kimlikle çeliştiğini de düşünmüyorum. Sosyal demokrat olmak demek ticareti, para kazanmayı arka plana atmak demek değil. Sürdürülebilir bir üretim ve adil bir bölüşüm demek. Dünyada doğru bir sosyal demokrasi ile yönetilen ülkelerin hepsinin kişi başı milli geliri yüksek ülkeler olduğunu görürsünüz. İskandinav ülkelerinden çıkan girişimci sayısı nüfusa oranla ABD’den daha fazladır. Şehir zenginleşince sosyal politikalar için daha fazla bir kaynak ortaya çıkar. İçine kapanan ve girişimci ruhunu kaybeden bir şehirden doğru bir sosyal demokrasi modeli çıkaramazsınız.

URLA’NIN KUŞADASI OLMASINDAN KORKUYORUM, ÇÜNKÜ İZMİR SERMAYEYİ İMARDAN BİRİKTİRİYOR

İzmir’i bu kafadan kurtarmak mümkün mü sizce?

Mümkün… Ben çocuğumun ilerde İzmir’de yaşamasını çok isterim. İzmir’in dışından gelip hayatına burada devam edenler de çok mutlular. Şehrin sorunlarına rağmen, Ankara tarafından üvey evlat muamelesi görmesine rağmen çok mutlular. Bende diyorum ki bu kadar sevdiğimiz bir şehri dünyanın göz bebeği yapabiliriz. Bu şehir, Victor Hugo’nun çok değil 200 yıl önce bir prensese benzetip şiir yazdığı bir şehir. Benim itiraz ettiğim nokta da bu. Dünyanın en güzel yarımadalarından biri olan Urla’nın Kuşadası olmasından korkuyorum. Urla, Toskana Vadisi’nden daha güzel bir yer. Toprağı bereketli, her yerinden denize girebiliyorsunuz. Ancak bu güzelliklere, doğayı tahrip etmeden sahip çıkamıyoruz. Eğer bir şehir, üreterek, ticaret yaparak para kazanmazsa ortaya imar rantı çıkar. İzmir’in sermaye birikimini imar rantı ya da inşaat yerine yeni sanayi devriminin ortaya çıkardığı fırsatları kullanarak gerçekleştirmesi lazım.Partimizden bağımsız olarak bütün İzmirlilerin buna itiraz etmesi, direnmesi lazım.

İYİ PARTİ’DEN AYRILMA NEDENİM İDEOLOJİK

Peki CHP’ye geçerken bunları söylediniz mi? “Ben eleştirel davranırım, yanlışa yanlış derim” dediniz mi?

CHP’li dostlarım da beni daha kendilerine katılmadan önce tanıyorlardı zaten. Ama şunu da söyleyeyim: İYİ Parti’deyken de eleştirel biriydim ve orada da çok güzel günler geçirdim. Bana göre hala Türkiye için çok önemli bir siyasi hareket. Benim eski partimden ayrılmamın sebebi şuydu: Yerel seçimlerden sonra kurultaya gittik ve ortaya çıkan üç genel başkan adayı da ülkücü kimlikleri ile öne çıkmıştı. Ülkü Ocakları genel başkanlığı ya da il başkanlığı yapmış insanlardı. Daha önemlisi bu adaylar hali hazırda parti üyelerinin, delegelerinin talebi üzerine genel başkanlığa aday olmuşlardı. Ben ise ülkücü bir gelenekten gelmiyorum. O yüzden de İYİ Parti’den ayrıldım. Çok emek verdiğim ve karşılığını da aldığım bir partiydi. Benim ayrılma sebebim ideolojikti çünkü partinin kendini tamamen ülkücü tabana yasladığını görmüştüm. Herkese teşekkür ederek ayrıldım. CHP’ye geçmek için ayrılmadım yani.

AK PARTİ BENİMLE İLETİŞİME GEÇTİ ANCAK KABUL ETMEDİM

Siyaseti birlikte yürütme noktasında AK Parti’den size öneri geldi mi?

AK Parti’yi siyasi müteşebbis olarak tanımlayabiliriz. Bunu kötü anlamda kullanmıyorum. Hakarete varan bir durum olmadığı sürece bir siyasetçide ışık görüyorlarsa, yıldız tozu görüyorlarsa ‘bu kişi karşımızda mücadele etmesin, yanımıza almanın yolunu bulalım’ diye düşünüyorlar. Benimle de gayet nazik bir şekilde iletişime geçtiler ancak benim siyasi görüşüm de ortada. Kendilerine ilgilerinden dolayı teşekkür ettim.

SOL VE SAĞ BİRBİRİNE KARIŞTI

Siyasi kariyerinize AK Parti’de devam etmeniz bizim için sürpriz olabilirdi. Türk sağı daha çok popülist söylemleri öne çıkaran, bunu dinsel ve milliyetçi soslarla bezeyen bir karakteri, dokusu var. Siz de ise en başından beri sağ siyasetçi dokusu görememiştik açıkçası…

Doğru bir tartışma zemini oluşturmak için sol ve sağdan neyi anladığımızı netleştirmemiz lazım. Bu ülkede tarihsel süreçte sermayenin nasıl biriktiği, sermaye grupları ile devlet arasındaki ilişkiler yeterince tartışılmamış. Zaten bir süredir Türkiye’de tartışma zemini de tamamen kayboldu. Bizim ilk önce ona bakmamız lazım. Mesela AK Parti’nin ilk çıktığı dönemde eğitim kitaplarını ücretsiz yapması, sosyal güvenlik sistemini birleştirmesi sosyal demokrasi açısından çok olumluydu. Zaman içinde yoksulluğu azaltmaktan yoksulluğu yönetmeye evrildiler ve karşısında mücadele ettikleri şeye dönüştüler. Bu çok üzücü…Türkiye’de birçok partinin zaman içinde ve güce kavuşunca çıkış değerlerinden uzaklaştığını görmek çok üzücü.

ERDOĞAN MÜCADELE ETTİĞİ ŞEYE DÖNÜŞTÜ

Şu an yerel yönetimleri sorunları çözümü noktasında yeterli görüyor musunuz?

AK Parti’nin tamamıyla tüm belediyeleri iş yapmamak üzere baskıladığını ve böylece de halkı cezalandırdığını düşünüyorum. 2024 seçimleri bittiği akşam iki tane genç seçmen Erdoğan'a ağlayarak “İstanbul'u, Ankara'yı onlara vermeyin” demişti hatırlarsınız. Sayın Erdoğan da ‘hiç merak etmeyin, onlar topal ördek’ demişti. Halktan koptuğunu, daha kötüsü, kendisine oy vermeyenlere kinlendiğini en iyi gösteren karelerden biriydi. AK Parti’yi kurarken mağdur ve başarılı İBB Başkanı imajıyla hafızalarımızda yer eden Erdoğan ile halkın hür iradesiyle seçilen Ekrem İmamoğlu’na kan kusturmak isteyen Erdoğan arasında çok büyük bir fark var. Psikiyatrist Jung, “insan en sonunda mücadele ettiği şeye dönüşür” demiş.

Erdoğan'da ilk çıktığında karşısında mücadele ettiği şeye dönüştü. Bundan İzmir de fazlasıyla nasibini alıyor. Milyarlarca TL’lik SGK borcunu ödemek için AK Partili belediyelere kolaylıklar ve dolambaçlı yollar sunarken İzmir gibi şehirlere zulm etmesini başka nasıl açıklayacaksınız? O yüzden de İzmir’e aday olduğumda, Erdoğan’ın da bu huyunu tahmin ederek Barselona örneğini vermiş ve belediyelerin gelir yaratıcı projelere öncelik vermesi gerektiğini söylemiştim.

ERDOĞAN ‘BAŞKOMUTAN BENİM’ DİYEREK ASLINDA BİR ASKERİ VESAYETE DÖNÜŞTÜ

Erdoğan’dan aklımda kalan bir diğer açıklama, “Bir başkomutan olarak kuvvet komutanlarından Özgür Özel’e dava açmalarını rica ediyorum” demesiydi. Erdoğan’ın zamanında gücünü en fazla aldığı yerlerden bir tanesi askeri vesayete karşı yaptığı mücadeleydi. Ama artık kendini hem parti genel başkanı, hem Cumhurbaşkanı hem de başkomutan olarak gören ve bu tavrıyla da “askeri vesayet benim” diyen birine dönüştü. Bugün askeri vesayetin ta kendisidir Erdoğan. Erdoğan kendi çıkarı doğrultusunda kendini silahlı kuvvetlerin başındaki biri olarak da görüyor. Bu o kadar yoğun gündemin arasında bence bu açıklaması gözden kaçtı. Ama askeri vesayetin tanımını yap desen bunu yaparım. Kuvvet komutanlarının da dava açması ayrıca üzücü tabii ki…

3 EVRELİ BİR SÜREÇ OLACAK

Bence AK Parti’nin bir dönem daha seçim kazanmaması için geçmişteki hatalardan dersler çıkarmamız gerekiyor. Ben 23 Mart’a kadarki dönemi CHP’nin kendi seçmenini konsolide ettiği, 23 Mart’tan seçim tarihinin açıklanacağı güne kadarki dönemi CHP’nin muhalefeti konsolide ettiği ve sonraki dönemi de bütün seçmenleri konsolide ettiği bir dönem olarak görüyorum. Yani 3 evreli süreçten bahsediyoruz. İkinci evre önemli. Çünkü muhalefeti konsolide ederken partilerin de birbiriyle aynılaşmadığı ve farklı değerler önermeye devam ettiği bir ittifakın oluşturulması şart.

Peki AK Parti bir dönem daha seçimi alsa neler yaşanır?

Olmayacak. Bir dönem daha AK Parti’nin yönetmemesi için bizim geçmişteki hatalarımızdan ders almamız gerekiyor. Biz nasıl yönetim modeli ile halkın karşısına çıkacağımızı anlatamadık. Sabah programlarından başlayarak her genel başkan konuk olduğu programda kendi kafasındaki yönetim modelini anlattı ve halkın kafası karıştı. Aynı zamanda seçmen, DEVA ile Saadet’i, İYİ Parti ile Gelecek Partisi’ni birbirinden ayıran özellikleri tam anlayamamıştı. Ya da biz anlatamamıştık. Bu nedenle ilk yapmamız gereken şey net olmaktır. Herkesin üzerinde anlaştığı bir asgari müşterekte buluşmalıyız. Bu müşterekliği de temel hak ve özgürlükler, bağımsız yargı, ülke sorunlarına çözüm üretebilecek bir devlet yapısı, hormonlu değil kalkınarak büyümemizi sağlayacak bir model üzerinden kurmamız gerektiğini düşünüyorum. Tüm bunlar Diyarbakır’dan İzmir’e kadar karşılık bulacak değerler. Sonrasında, bütün partiler kendilerini diğerlerinden ayırt edebilecek şeyler ortaya koyabilirler. Ben 2023’ün en önemli eksiklilerinden bir tanesinin aynılaşmak olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle aynı hatayı yapmamak gerekiyor.

“İMAMOĞLU’NA SİYASET YASAĞI GELİRSE NE YAPARIZ” DEĞİL “YASAK GELEMEZ” DİYEREK HAREKET ETMEMİZ GEREKİYOR

AK Parti’nin bir dönem daha iktidar olmasını düşünmek dahi istemiyorsunuz sanırım.

İstemiyorum. Düşündüğünüz zaman onu aklınızın bir yerine de yerleştirmiş oluyorsunuz. 14 Mayıs 2023’te bir mağlubiyet aldığımızda 28 Mayıs’a kadar her gün CHP'li isimlerle sokak sokak dolaştım. Kolay değildi. 28 Mayıs'ta kaybetme olasılığımız çok daha yükselmişti ancak kabullenmek yenilmek demekti. İnsanlar soruyorlar “Böyle bir yasak gelir mi? Gelirse ne olur?” diye. Bunu düşündüğünüz zaman zaten karşı tarafın istediği düşünce yapısına geliyorsunuz. Bunu baştan reddetmeniz lazım.

Peki İmamoğlu’na siyaset yasağı gelirse…

Ben bu kararın çıkmayacağını, çıkmaması gerektiğini düşünerek hareket ediyorum. Buna itiraz ediyorum. Bu olasılığı kabullenmek demek, “çıkarsa ne yapacağız” sorusunu kendimize sormak iktidarın istediği bir zihin yapısı. Öyle yasak gelemez, gelmemeli diye hareket etmemiz lazım. Gelirse ne yaparız diye hareket ettiğimizde onu normalleştirmiş oluyorsunuz.

YAVAŞ ADAY OLMA HAKKINI BENCE SAKLI TUTUYOR

Genel Başkan Özgür Özel ‘benim iki forvetim var’ dedi… Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın süreçteki tutumunu nasıl değerlendirirsiniz?

Kampanyayı erken bulduğunu söyledi. Ekrem Bey’in adaylığına karşı çıkıyorum demedi. Sadece kampanya erken dedi. Anladığım kadarıyla aday olma hakkını saklı tutmak istiyor. Ekrem Bey’in adaylığına karşı çıkmak değil bu. Bu süreç nasıl gelişir onu tam bilemiyoruz. Ama tam da bu noktada 2023 genel seçimlerinde haksız yere eleştirildiğimizi belirtmek isterim çünkü hala anketlerde yıllardan beri Erdoğan’ın üstünde oy alan iki belediye başkan adayımız var. O dönemde, 2022’nin Temmuz'undan itibaren anketlerde iki belediye başkanından birine itiraz etmeyeceğimizi söylemiştik. 2025’de haklılığımız ortaya çıktı bence. 2019’da Ekrem Bey ve Mansur Bey seçimi kazandığından beri Erdoğan’ı yenebilecek iki güçlü Cumhurbaşkanı adayıdır.

AKŞENER 6’LI MASA’YI SABOTE ETTİ DENMESİ YAKIŞIKSIZ ÇÜNKÜ…

Akşener’in özellikle 6’lı Masa sürecinde dağıtıcı, sabote bir etkisinin olduğu söylenirken Beştepe ile de yakın bağlarının olduğu iddiaları da bulunuyor. Bu konuda düşünceleriniz neler?

Ben kendisinden çok şey öğrendim. Ben bugün karşınızda İzmir’in bir milletvekili olarak bulunuyorsam Sayın Akşener’in payı çok büyüktür. Sayın Akşener 2023’teki genel seçimleri kazanmayı belki de hepimizden çok istedi. Ben o bakımdan sabote etti iddialarını yakışıksız buluyorum. Anketler ve saha bize 2 belediye başkanından birini gösteriyordu ve bunu dile getirmemek doğru değildi. Eğer o gün sussaydık, konuşmasaydık bana göre daha yüksek oy alırdık ve belki de Meral Hanım hala parti başında olurdu. Şimdi geriye baktığımızda sorgulanması gereken şey şu: O dönem susanlar ya da linç edenler neden şimdi aday yanlıştı diyorlar. Şunu da netleştirmemiz gerekiyor: Ekmeleddin Beyde, Muharrem Beyde, Kemal Beyde çok saygın kişiliklerdir ama biz adayların karakterinden bahsetmiyoruz. Kazanma ihtimallerinden bahsediyoruz. Biz iyi bir cumhurbaşkanı mı seçmek istiyoruz yoksa kazanacak bir Cumhurbaşkanı mı seçmek istiyoruz? Bizim ilk başta o seçimi kazanmamız gerekiyor. Ben hala kazanacak aday teriminin de yanlış bir terim olmadığını düşünenlerdenim.

İLK GÜNDEN İTİBAREN EN ATEŞLİ CHP’Lİ TARAFTARI GİBİ DAVRANMAYI DOĞRU BULMUYORUM

CHP’ye bir adaptasyon süreci yaşadığınız görülüyor. Önümüzdeki dönemlerde siyasi arenada nasıl bir Ümit Özlale göreceğiz?

CHP’yi tanımaya çalışıyorum. Partinin geleneklerini, kurumsal yapısını anlamaya çalışıyorum. İlk günden itibaren ateşli bir partili gibi davranmayı doğru bulmuyorum. Partime nasıl katkıda bulunabilirim diye düşünüyorum. Bir tür iç muhasebe ve ortamı gözleme dönemindeyim. Bitmek üzere bu.

ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEMLERDE SİYASİ TARTIŞMALARIN İÇERİSİNDE DAHA FAZLA GÖRECEĞİNİZ BİR ÜMİT ÖZLALE OLACAK

Kente ilişkin konular oluyor ve AK Partili siyasetçiler etkin bir muhalefet yapmaya çalışıyor. Bu konularda daha çok topa girmeniz gerekmiyor mu?

Körü körüne eleştirmenin ve körü körüne yapılan eleştirinin karşısında durmanın doğru bir siyaset olmadığını düşünüyorum. Bir eleştiri geldiği zaman bunun gerçekten dikkate değer olup olmadığına bakmak gerekiyor. Siyaseti bir holiganlaştırmanın kimseye faydası yok. Önümüzdeki dönemlerde siyasi tartışmaların içerisinde daha fazla göreceğiniz bir Ümit Özlale olacak. Ancak hiçbir zaman taraftar kimliği ile olmayacak. AK Partili bir arkadaşımız da doğru bir eleştiri yaptıysa onu dikkate alıp kendimizi düzeltmemiz gerektiğini söylerim.

GEÇMİŞTE BELEDİYE İLE İLGİLİ ELEŞTİRİLERİM ORADA DURUYOR!

Belediyecilik anlamında kusurlarımız varsa bunu açık yüreklilikle tartışmamız gerektiğini savunuyorum. İnsanlar beni yerel seçimlerde “bankamatik memurlarını işten çıkartacağım çünkü o İzmir’in parası”açıklamamla hatırlıyor. Sendika çalışanlarına çok yüksek maaş zammı yapılmasına karşı çıkmamla hatırlıyor. Hala da aynı yerdeyim. Şimdi herhangi bir CHP’li belediyelerde istihdam fazlası yok diyebilir mi? Diyemez. Bütçenin yüzde 70’i oraya gidiyor. Burada kocaman bir problem var. Belediye içindeki sendikaların yüzde 100’ün üstünde maaş artışı istemesine isyan etmeyecek miyiz? Edeceğim. Bana soracak olursanız belediyenin en önemli problemlerinden biri istihdam meselesi. Kanımca Cemil Bey’in de en çok elini bağlayan iki meseleden biri de bu istihdam fazlası. Diğeri de geçmiş dönemdeki SGK borçlarının bu dönemde ödenmesidir diye düşünüyorum. Bu kadar istihdam fazlası aynı zamanda ciddi bir verimlilik kaybına da yol açıyor. Şimdi bu istihdam fazlasını hangi alanlara kanalize edeceğimizi düşünmemiz lazım. Sorunu inkar etmek yerine nasıl çözeceğimize bakmak lazım. Siyasette inkar ve polemikler üzerinden enerji harcanmasına karşı çıkıyorum. Bu konuda son bir not: Cemil Bey çok zor durumda olan bir belediye aldı. Onun yerinde kim olursa olsun aynı devasa problemler karşılaşacaktı.

CEMİL BEY’İN YERİNDE OLSAM BEN DE ÇOK ZORLUK ÇEKERDİM

Peki aynı şekilde davranır mıydınız?

Cemil Bey ve ekibi birçok problemle mücadele ediyor. İstihdam fazlalığının neden olduğu kısıtlayıcı bütçe yapısı, SGK primlerinin faizleriyle beraber ödenmesi gibi… Günlük finansal problemleri çözmekten sıra daha uzun vadeli projeler için kaynak ayırmaya gelmiyor. Önümüzdeki dönemde, finansal sürdürülebilirlik sağlandıktan sonra sıra belediyenin gelir yaratan projelerine gelecektir. Mesela ben İzmir’in denizin yanında ama denize bu kadar uzak olmasını anlamıyorum. Bu körfez sadece Türkiye'nin değil bölgenin en önemli körfezlerinden bir tanesi. Ancak denizine bu kadar uzak bir şehir görmedim. Mesela, denizin en temel ürünü balıktır. İzmir’in balık hali Buca’da. Denize kıyısı olmayan birkaç ilçemiz var. Onlardan bir tanesine balık hali koymuşuz. Dünyanın her yerinde denizle bu kadar iç içe olmuş şehirlerde balık hali o ilin tarihi eserlerinden bir tanesidir. Mimarisi ile inşaatı ile çekim cazibe merkezidir. Bir başka örnek ve soru: Pier’in mimarı kim? Eyfel. Dünyanın en önemli binasına adını veren mimar burada olağanüstü güzellikte bir eser ortaya çıkarmış ama İzmirlilerin önemli bir kısmı bunu bilmiyor. Bu benim içimi acıtıyor. Eskiden balık hali oradaydı. Ben onu tercih ederdim. Mesela oraya ya da başka bir deniz kıyısına çok güzel bir balık hali yapılabilir. Ya da marina yapılabilir. Yapılacak marinadan elde edilecek gelir ile de körfezi daha yaşanabilir hale getirebiliriz. Sonuç olarak, finansal sürdürülebilirlik sağlandıktan sonra, Cemil Bey ve ekibinin enerjilerini gelir yaratacak projelere ayıracağını düşünüyorum. Biz de milletvekilleri olarak elimizden gelen katkıyı veririz.

CEMİL BEY YAPABİLECEĞİNİN EN İYİSİNİ YAPTI

Peki Cemil Tugay’ın ilk 1 yılını nasıl değerlendirirsiniz?

Cemil Bey yapabileceğinin en iyisini yaptı. Geldiğinde bütçesinin yüzde 70’ini personel maaşları için ayırmak zorunda kalan, bunun üzerine her ay milyar TL’lik SGK borcu ödeyen bir konumda buldu kendini. Bu bakımdan gerçekten çok çalışıp elinde gelenin en iyisini yaptığını düşünüyorum. İzmir şu anda Türkiye'de yönetilmesi en zorlu belediyelerinden biri. Kentsel dönüşüm problemi var, körfez sorunu var, devasa istihdam fazlası var, şehrin içerisi sıkışmış durumda, deprem riski İstanbul’dan daha fazla… Böyle bir dönemde siz her ay milyarlarca lira personel harcaması ve gecikmiş SGK borcu ödüyorsunuz. Dolayısıyla bir belediye başkanı performansını ölçerken bütün bu kısıtlara bakmak gerekiyor.

BİR MİLLETVEKİLİ 2 DÖNEMDEN FAZLA VEKİLLİK YAPMAMALI

Bir dönem daha milletvekili olmayı düşünür müydünüz?

Önümüzdeki seçimlerde partim beni nerede görevlendirmek ister yada görev vermek ister mi istemez mi bilmiyorum. Talep edecek olan ben değilim. Görev verecek olan partimdir. Partim görev verecek olursa bunu memnuniyet ile kabul ederim. Ancak ben bir milletvekilinin 2 dönemden fazla milletvekilliği yapmaması gerektiğini düşünüyorum. Bunu kendim için uygulamaya kararlıyım.Benim kendime en başta biçeceğim görev İzmir’in sorunlarını İzmir’de ve TBMM’de gündeme getirmek ve çözüm üretecek kurumlara yardımda bulunmaktır.

İZMİR, GAZİANTEP GİBİ SORUNLARA KARŞI ORTAK DUYARLILIK OLUŞTURAMADI

Bugün İzmir’in problemlerini TBMM kürsüsünde eleştiriler şekilde dile getirirseniz ilgili Bakanlık yapacağı varsa da o şeyi yapmaz. Mesela körfezin temizliği konusu… Bu İzmir’in sorunu. Sorunu da merkezi yönetim ve yerel yönetimini beraber çözmesi lazım. Üstelik bu sorun son on ya da yirmi sene içinde ortaya çıkmadı. İzmir’deki çarpık kentleşmenin ve plansız sanayileşmenin bu problemde büyük payı var. Yani İzmir’in körfezini CHP kirletmedi. İzmir’in körfezini 1960-1970’li yıllardan beri bütün İzmir kirletti. Bunu siyasetin malzemesi yapmak yerine ortaklaşa çözmemiz gerekiyor. Ben İzmir milletvekillerinin sosyal medyadan atışmak yerine birlikte bakanlık nezdinde sorunu çözmeye çalışmasını çok isterim. Gaziantep buna çok güzel örnektir. Kenti ilgilendiren problem olduğunda milletvekilleri, sanayiciler, şehrin ileri gelenleri ortak bir platformda buluşup bakana gidebiliyorlar.

Bir de şunu belirtmek gerekiyor: Kentin ileri gelenlerinin, paydaşlarının bir masa etrafında buluşup bir stratejik plan oluşturması gerekiyor. İlk yapmamız gereken şey tüm paydaşların dahil olacağı bir ortak akıl platformu oluşturmak. İzmir’i bir savaş alanı gibi değil de çözüm üreteceğimiz bir şehir olarak görmek… Aksi takdirde olan şimdiki gibi İzmir’e oluyor.