Kurban Bayramı'nda Almanya'daydım, Essen'de...
Kardeşim Mehmet ile tam 30 yıl sonra birlikte, ailecek güzel bir tatil yapma fırsatı buldum. Dede olan kardeşim Mehmet'i kıskandığımı itiraf etmeliyim. Henüz 15 aylık Bilal'in bana da ’“dede’” demesi ruhumu okşadı. Dedelik ne güzel bir duyguymuş meğer!
Muhteşem, rüya gibi iki haftada yediğim içtiğim bana kalsın izninizle. Orada gördüklerimi, yaşadıklarımı paylaşayım sizlerle. Sonra birlikte kafa yoralım, İzmir bir Avrupa şehri mi diye...
* * *
Türkiye'nin dört bir yanından gelmiş, Almanya'da kader arkadaşı olmuş insanlarımız, etnik kökenleri ne olursa olsun, ele ele gönül gönüle vermişler. Üzüntüleri de mutlulukları da paylaşıyorlar. Üzüntülerin paylaşıldıkça azaldığını, mutlulukların da arttığının bilincindeler.
Kardeşliğin, dostluğun çok güzel örneklerini gördüm orada.
* * *
Adım attığım her sokakta, girdiğim her dükkanda, Essen ile İzmir'i karşılaştırmak zorunda kaldım.İki kent arasındaki farkları anlatan örnekleri sıralayalım:
Mesela, trafik sorunu görmedim iki hafta boyunca... Otoyoldaki sıkışıklıkta en fazla 3-5 dakika kaybetmişizdir, hepsi o kadar.
Kent içinde otomobiller, trenler, tramvaylar vızır vızır geçiyor önünüzden... Bisikletlilerin sayıları da az değil. Fakat trafikte herkes birbirine saygılı. Arabaların arasından bir pizzacı motorsikleti fırlamıyor.
Adım başında radar var, kamera var. Hız mı yaptın?Bir hafta sonra ceza tutanağı, fotoğrafla birlikte adresine geliyor.
Bizde slalom da yapılır, it dalaşı da!
Bisikletliler, yayalar, engelliler, Almanya'da koruma altında. Bisikletliler bile kırmızı ışıkta duruyor, yeşilin yanmasını bekliyor.
İzmir'de sözde bisiklet yolu yaptık ama o yolu, sadece bisikletliler kullanamıyor.
Kaldırımlar tamamen yayalara ait, arabalara değil.
İki haftada sadece iki kez korna sesi duyduğumu itiraf etmeliyim. Onlar da sanırım çok mecbur kaldıkları için çaldılar.
Uçağımız İzmir'e indi, arabamıza bindik, evimizin yolunu tuttuk. Gaziemir'de yanımızdan geçen bir kamyonun havalı kornasıyla kulağımızın pası silindi! Sağolsun kamyoncu kardeş, rüyanın bittiğini, Türkiye'ye adım attığımı hatırlattı.
Duyduk duymadık demeyin dostlar, kızım Ece'ye, en önemlisi kendime söz verdim. Bundan sonra ben de mecbur kalmadıkça arabamın kornasına basmayacağım. Eğer kornayla gürültü kirliliği yaptığımı görürseniz, hatamı telefonla bildirmek yerine haddimi bildirmenizi rica ederim!
* * *
Almanya'da 650 bin nüfuslu Essen'de gürültü kirliliği diye bir şey yok. Mesela evinizde otururken, kulağınıza bir müzik sesi geliyor. İbrahim Tatlıses'ten, Müslüm Gürses'ten falan değil, Mozart'tan!
Bilin ki o tatlı, hoş müzik, bir hurdacının aracından geliyordur.
’“Eskici geldi, eskiciiii’” diye bağıran insanlarımızın kulakları çınlasın.
Bir başka gün, yine piyanonun tuşlarından çıkan, kulağa hoş gelen bir müzik yayını daha başlıyor sokakta. Bu müzik ziyafeti, manavdan. ’“Domates, biber patlıcaaaaan’” diye megafonla ortalığı inleten manav kardeşlerimizi de andım o sırada...
* * *
Bir gün, evin bahçesinde yola bakan kısımdaki bodur çam ağaçlarını, elektrikli testereyle budamak istedik. Kardeşim Mehmet, saatin 14.30 olduğunu, yarım saat sonra çalışabileceğimizi söyledi. Nedenini sordum, ’“Abi, burada saat 13.00-15.00 arası sokak arasında gürültülü iş yapmak yasak’” yanıtını aldım.
Uyuyan, hastalığıyla uğraşan insanların olabileceğini düşünmek lazım elbette.
Bizde hastanede bile korna çalınır! Okulun bahçesinde, üstelik ders saatinde itinayla gürültü yapılır!
* * *
İzmir'de eviniz ikinci katta bile olsa, kasaptan aldığınız bir kilo eti balkona açıkta koyma cesaretini hangimiz gösterebiliriz?Bizimkiler, buzluktan çıkardıkları etleri, çözülsün diye balkona koydular. Ete ne bir kedi ne de bir köpek göz dikti. Essen sokaklarında, hatta varoşlarında bile, sahipsiz tek köpek dahi bulamazsınız.
Ya bizde?Huzur içinde spor bile yapamazsınız, çünkü karşısına her an bir köpek çıkıp sizi ısırabilir.
* * *
Almanya'da da pazarlar var. O pazarları da ziyaret ettim. Herkes alışverişini yapıyor, hiçbir satıcı müşterisini rahatsız etmiyor.
Mağazaları dolaşıyoruz. Yahu birisi dükkanının önüne tezgah atsın, malını kaldırımda sergilesin! Bu manzaralar karşısında da dükkanından taşan esnafımızı, üç kuruşluk vergi kazancı için o esnafa izin veren belediyeleri hatırlayıp söylenmeden geçemiyorsunuz.
* * *
Bayram öncesi öyle bir yağmur yağdı ki, bardaktan boşanırcasına. Şiddetli yağmura rağmen orada hayat hiçbir şey olmamış gibi devam ediyordu. Herkes işine rahat rahat gitti. Bırakın trenleri, bir otomobil dahi yolda kalmadı. Yağmur kesildikten 15 dakika sonra sokaklarda bir damla su kalmamıştı.
Geçenlerde İzmir'de de şiddetli yağmur yağmış. Hızlı trenimiz bile yolda kalmış iyi mi!
* * *
Özetle durum böyle. 15 günlük de olsa, insanların insanca yaşadığı, kralların değil kuralların hakim olduğu, disiplinin, saygının tavan yaptığı bir ülkede bulundum.
Acaba yukarıda anlattığım ortamı İzmir'de ne zaman görebiliriz?20, 30, 40 yıl?
Ömrümün o günleri görmeye yetmeyeceğinden eminim.
Bir metroyu yaparken insanlarını çileden çıkaran, üç-beş çığırtkanın bile hakkından gelemeyen, esnafa sözünü geçiremeyen, iki damla yağmura teslim olan, sokakları hayvanlardan, kaldırımları arabalardan geçilmeyen, trafiği allak bullak İzmir, bana hiç ümit vermiyor.
Ya size?