İnsanların hayatında dönüm noktaları vardır. Bu noktalar bazen kişinin kendisi tarafından belirlenir. Böyle olduğu zaman da yaşanacak olayların ne olacağı önceden tahmin edilse bile kalbinizde bambaşka bir heyecan, sizin yaşam döngünüzü harekete geçirecek ve yüreğinizin bir kelebek gibi uçmasına neden olacaktır. Tam bir yıl önce, üniversite koridorunda karşılaştığım Somalili Najma, gönül kapımı bir kez çalınca, onun önüne bir daha geçemedim. Durdurmak içinde hiç uğraşmadım zaten. Çünkü yaşamayı istediğim her duygu, zaten kişiliğim ile uyuşuyordu, zaten insanlık için yapmayı planladığım hedefler bu insanların kalplerinde ses ile birlikte tınlıyordu.
1994'lü yıllarda Cem Kozlu'nun: 'Türkiye Mucizesi İçin, Vizyon Arayışları ve Asya Modelleri'kitabını okuduğumda, Türkiye'nin özellikle Türk Cumhuriyetleri ile neden bir birlik oluşturmadığı konusunda düşüncelere dalmıştım. Geçmiş bağlarımızın bizi daha çok yakınlaştırdığını tahmin edebiliyor; Avrupa ülkelerinin kendi aralarında yaptıkları ittifakların bir başka şeklinin neden Asya ülkeleriyle bizim aramızda yapılmadığını hayretler ile izliyordum. O zamanlarda 'Suyun Öteki Yakasındakiler' ifadesini belki kullanmıyordum ama son yıllarda Bosno-Hersek'ten- Makedonya'ya, Türkmenistan'dan-Rusya'ya kadar çok geniş bir çember içindeki ülkeler ile yeni dostluk köprülerinin nasıl oluşturulacağı konusunda ciddi fikirler üretiyor ve bu ortamları sağlamak için de gayret gösteriyordum. Geçen sene ilk Azarbeycan gezimi bile bu düşünceler ile yapmış, Manisa'ya gelen Kazakistan Büyükelçisi'ni hemen üniversitemize davet etmiş, üniversitemde okuyan yabancı öğrencileri aynı' birlik çatısı' içinde toplamaya çalışmış ve festivaller düzenlemiştim.

Bu büyük bir projeydi, kolay olmayacağını biliyordum. Büyük bir 'MERKEZ' olmalıydı; kurulduğunda hem akademisyenler ve öğrenciler hem de iş dünyası insanları için yeni kapılar açmalıydı. Bu düşünceyi bir türlü işler hale getiremiyor, olgunlaştıramıyordum. Bir şeyleri görmem, tanık olmam ya da yaşamam gerekiyordu sanki... Somalili Najma, Kırgız Abdilaziz, Güney Afrikalı Mikael, Ganalı Nana, Türkmenistanlı Seymen galiba bu kapıyı bana kendiliğinden açmıştı. Bu öğrenciler ile Türkçe konuşuyor olmak işin bir başka yönü ve boyutuydu. Sihirli Anahtar'da buradaydı.

Yurt dışından gelen bu öğrenciler bizim geleceğimizdi. Onlar adeta 'Fahri Konsolos' olarak görev yapacaklardı gelecek yıllarda. Bu öğrencileri tanımak bana 'dünya vatandaşı' olmanın ne demek olduğunu da öğretti. Aynı güneşin altında, aynı havayı solurken, aynı sebze ve meyveyi yedikten sonra aynı mutluluğu yaşıyorsak, aslında yoktu birbirimizden farkımız. Ne ten renklerimiz, ne de dinlerimiz, ne de farklı ülke vatandaşları olmamız, hiç ama hiç önemli değildi. Bu bakış açısına sahip olunca da bundan sonraki yaşam yolculuğumda, nereye gideceğimi artık öğrenmiş oldum.

30 Kasım 2015 yani Pazar günü ilk önce Kırgızistan- Bişkek sonra da Kazakistan- Almaty yolcusu olarak yola çıkarken muhteşem heyecan içindeyim. Tam 10 gün farklı bir diyarda yaşıyor olacağım. Her iki ülkede onlarca öğrenciye seminerler ve eğitimler vereceğim. Onlara Türkçe sesleneceğim… Onların yemeklerini yiyecek, evlerinde konuk olacağım. Onların heyecanlarını, umutlarını, yüzlerindeki tebessümleri ve gözlerindeki pırıltıyı görecek ve ellerimi onların elleri arasına alacağım. Dostluğun bir başka göstergesi olan bu güzel tabloyu da yıllar boyunca 'Anı Defterim'de saklayacağım ki, tekrar tekrar gitme şansım olsun diye…

Düşünebiliyor musunuz; sizi heyecanla bekleyen öğrenciler var karşınızda. Bir başka ülkeden gelmiş ve onlara sesleneceksiniz. Geçen gün Almaty'de Süleyman Demirel Üniversitesi'nde çalışan Zhanar Temirbekova Hoca'mız:'Sizin konuşmanızdan sonra, öğrencilere sertifika vereceğiz' dedi. İçimden güldüm aynı bizim yurt dışından gelen hocalarımız için düzenlenen töreni onlar bana yapacaklardı şimdi. Manas Üniversitesi'nden Anarkul Urdaletova Hoca'mız, şimdiden üç gün üst üste vereceğim seminer için salonda yer kalmadı, sevgiyle sizi bekliyoruz diye mailler yazıyor. Bu bambaşka bir duygu; bir onur aslında bir akademisyen Türk kadını olarak gidiyorsunuz dünyanın bir başka köşesine; örnek olmaya çalışıyorsunuz oradaki kız öğrencilere ya da toplum üyelerine. Onlara belki 'liderlik' ile ilgili bir konuyu anlatırken, aslında bu öğrencilerin ufkunu besliyor, kişisel gelişimlerini güçlendiriyor, kendi kendilerine liderlik yapmalarına yardımcı olarak, koçluk ederek, onları yönlendiren bir kişi olacaksınız.

Bir eğitmenin tek ve asli görevinin, düşünceleri ile kendisini dinleyenlere bir umut, bir ufuk açabilmesi olduğunu düşünüyorum. Bu kişinin Türk, Kürt, Zaza, Türkmen, Kazak, Makedon, Rus, İngiliz, Fransız olması hiç önemli değildir. Dünyanın bu kadar karmaşa içinde yaşandığı günümüzde, barışa, sevgiye atılacak bir avuç 'sevgi tohumlarını' ortaya saçabilmektir. Bu kişilerin beni dinlediklerinde kendi ülkeleri için daha fazla çaba harcamaları, daha bilinçli ve duyarlı olmaları bizler için de umut değil midir? Karanlıklardan hep şikayet eden kişilere, bir mum yakarak ya da yaktıkları mumun daha güçlü yanmasına yardımcı olarak mutlu etmek yok mu, işte ben bunu seviyorum. Bu beni mutlu ediyor. Başka ne diyebilirim ki? Bir 'Merkez' kurmak istiyorum, hem de çok büyük bir 'merkez'. Bana destek olmak isteyen var mı? Ben ilk 'tuğlayı koymak' için 'Kırgızistan ve Kazakistan''a gidiyorum. Bir sonraki yolculuk 'Türkmenistan ve Moğolistan'…Bana açılacak kapılar varsa, yön gösterebilir misiniz?