İZMİR - MHP İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu, bütçenin sağlıklı bir yapıda olmadığını belirtti.
İşte Tanrıkulu’nun konuşması:
Tanrıkulu; “Program ve Bütçeler’de tespit edilen bütün hedefler net ve öncelikli olmak zorundadır. Eğer burada netleşip önceliğinizi doğru tespit ederseniz, o ülkedeki toplumsal güveni, istikrarı ve uzlaşmayı da sağlayarak bütçenizin hedeflerine bütün toplumu peşiniz sıra koşturabilir, bütün toplumu bu hedefe doğru yönetebilir, yürütebilirsiniz.
Bugüne kadarki yaklaşık on yıllık süre içerisindeki bütün bütçelere ve geçtiğimiz yasama döneminden bugünkü yasama dönemine kadar burada değerlendirdiğimiz bütçelere baktığımız zaman, her seferinde Hükümet tarafından getirilen plan, program ve bütçelerin yıl ortasında dahi revize edildiğini, yıl sonunda âdeta yüzde 100 bütün başlangıç hedeflerinden olumsuz anlamda sapmalar olduğunu da görüyoruz.
İlerleyen dönemlerde karşımıza çıkabilecek olan herhangi bir ekonomik olumsuzluğa karşı da maalesef bu bütçede gerekli tedbirler getirilmemiş ve bu esneklik de gösterilememiştir. Dolayısıyla, toplumsal güveni ve gelişmeyi tesis edebileceğini bugün itibarıyla bu bütçenin sağlayacağından Parti olarak kuşkuluyuz.
Ekonomi politikaları yatırımları, üretimi ve kalkınmayı destekler bir biçimde oluşmamakta, sıcak para akımları, dış borçlanmayla gelen, kısa vadeli sermaye akımlarıyla gelen birtakım kaynaklarla günler geçiştirilmekte ve dolayısıyla, durum âdeta idare edilir bir hâle getirilmektedir.
Esas önemlisi, ekonominin can damarını teşkil eden işletmeler bir taraftan o küresel rekabetin acımasız ortamıyla karşı karşıya kalmakta, öbür taraftan da devletten gerekli teşvik ve desteği alamamanın ıstırabını yaşamaktadırlar.
TÜİK’in gelir ve yaşam şartlarına göre hâlen şu anda Türkiye'de en zengin yüzde 20'nin millî gelirden aldığı pay yüzde 47,6 iken, en fakir yüzde 20'nin aldığı pay ise yüzde 5,6'dır.
İç talep borçlanarak yaratılabilirken gerek özel işletmeler gerekse hane halkı bazında bu borcun nasıl ödeneceğine dair, nasıl döndürüleceğine dair, herhangi bir çalkantı esnasında, ekonomik bir sıkıntı esnasında da geri nasıl ödenebileceğine ve risklerin nasıl karşılanabileceğine dair belirsizlikler hâlen gündemini korumaktadır.
Ülkemiz 2000'li yıllara kadar yaklaşık 2 milyar dolar civarında bir cari açık seyriyle süregelmiştir. Fakat 2002'den sonra müthiş bir sıçrama yaparak, bu cari açık, 2011'in bu çeyreği itibarıyla baktığımız zaman 75-80 milyar dolar civarında bir cari açık beklentisiyle karşı karşıyadır.
Buna bağlı olarak ekonomi dünyasındaki genel kanaat ise, bu cari açığın gayrisafi millî hasılanın yüzde 5'ini geçmesi durumu ise artık alarm zillerinin, tehlike çanlarının çaldığını bize gösterir. Türkiye'de şu anda gayrisafi millî hasılamızın neredeyse yüzde 10'una gelecek şekilde bir cari açık problemiyle karşı karşıyayız. Cari açığın finansmanına ve kalitesine de baktığımız zaman orada da birtakım problemlerle karşı karşıyayız. Burada uzun vadeli borçlanma ve doğrudan sermaye yatırımları yerine daha çok Merkez Bankası rezervleri, kısa vadeli birtakım sermaye hareketleri, portföy yatırımları bir başka deyişle ve daha da ilginci son yıllarda bir türlü analistlerin bulamadığı, ne olduğunu çözemediği, herhâlde Merkez Bankası kaynaklarında biraz daha derinlemesine bakılırsa bulunabilecek olan net hata noksan kalemi. Artık cari açık net hata noksan kalemiyle finanse edilir hâle gelmiş durumdadır.
Türkiye'nin ihracat rekorlarından bahsedilmekte ancak hiç kimse ithalatı masaya yatırıp ciddi bir şekilde analiz yapmamaktadır. 100 milyar dolar ihracat için neredeyse 190 milyar dolar ithalat yapıyoruz ve giderek de sıkıntı yaratabilecek bir noktaya geliyor.
Diğer yandan enflasyon hedeflemesinde de Hükümet yüzde 100 hedefinden sapmış görünmektedir. 2011 yılı enflasyonu tekrar çift haneli rakamlarla kapatacaktır. Bu yüzden gerek özel kesim, gerekse kamu kesimi 2012 yılı için tüm hesaplarını çift haneli enflasyona göre revize edecektir.
1923-2002 yılları arasında Türkiye, yani yaklaşık yetmiş dokuz yıllık bir süre içerisinde 130 milyar dolar civarında bir dış borç yapmış, 2011'in ikinci çeyreği itibarıyla bunun üzerine, AKP Hükümetleri büyük bir başarıyla 180 milyar dolarlık bir borç eklemiş ve olmuş bu borç 310 milyar dolar.
Bugün görüştüğümüz Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu ve Sermaye Piyasası Kurulu da faaliyetleri itibarıyla, zaman zaman Hükümet yetkililerine haklı olarak övünç kaynağı olan kurumlardır. Bunlar güzide kurumlardır ancak geriye baktığımız zaman bu kurumlar Milliyetçi Hareket Partisinin de içinde bulunduğu 57'nci Hükümet döneminde 2001 yılındaki bir dizi yapısal reformlar sonucunda oluşmuş bazı kurumlardır. Özellikle BDDK'yı kastediyorum. SPK da yine o dönemde, Mayıs 2001'de açıklanan Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma Programı'nın sonucunda kendini revize etmiş, geliştirmiş ve bugünkü İstanbul Finans Merkezi Projesi'ni yapar hâle, sunabilir hâle gelmiştir.”