Göbeklitepe, Şanlıurfa İl Merlezi'nin yaklaşık 22 km. kızeydoğusunda, Örencik Köyü yakınlarında yer alan dünyanın bilnen en eski kült yapıları topluluğudur. Göbeklitepe'nin çevredeki oldukça gelişmiş ve derinlik kazanmış bir 'inanç sitemine' sahip olam avcı- toplayıcı gruplar açısından önemli bir kült merkezi olarak, MÖ 8 bin dolaylarına kadar devam ettiği, ve bu tarihlerden sonra terk edildiği ve benzer amaçlarla kullanılmadığı anlaşılmaktadır.
Göbeklitepe 2011 yılından itibaren eşsiz ve özel yapısıyla UNESCO tarafından 'Dünya Mirasları'na aday gösterilmiştir. Göbeklitepe'de yapılan kazılarda konut olabilecek her hangi mimari kalıntıya ulaşılamamıştır. Ortaya çıkarılan yapılarda hiçbirinde bir çatısı olduğunu gösterir bulgu yada iz yoktur. Bir diğer deyişle bu yapıların birer açık hava tapınağı olduğu anlaşılmaktadır.
Arkeologlarca üzerinde durulan önemli bir konu Göbeklitepe'yi inşa eden toplulukların tabakalı bir toplum olduğu görüşürüdür. Oysa bilim dünyasında Göbeklitepe'ye kadar hakim olan bakış açısı, karmaşık dinsel uygulamaların ve organizasyonun ancak tarımın hakim olduğu topluluklarda ortaya çıktığı yönündeydi. Ancak Göbeklitepe bu yaklaşımı sorgulamak zorunda bırakmaktadır. Gerçekten de bu denli anıtsal yapıları ortaya çıkaracak işgücünü çevredeki avcı-toplayıcı gruplardan alarak çalıştırmak, ancak köklü bir 'inanç' geçmişine dayanacaktır.
Geçen seneden bu yana bilinmeyeni araştırmak ve belki de bulduğum doğru yolda 'iz bırakarak' yürüme 'ateşine düştüğümden' bu yana, daldan dala konuyorum. Her an beni aydınlatacak, açılığımı giderecek, sorgularıma karışılık bulacak yeni birileri ile tanışıyorum ve soruyorum ve dinliyorum. Geçen hafta 'Gönül Dostları' grubumuza gelen Muharrem Atlığ, tam bu düşüncelerime yeni bir bakış açısı yaratarak başladı konuşmasına. Tam 11.600 yıl önce inşa edilen Göbeklitepe'nin Tanrı ve inanç olgusuna nasıl farklı bir bakış açısı getirdiğini anlatan sözlerle başladı sohbetine… Geçen sene çok sevdiğimiz bir dostumuz Göbeklitepe ile ilgili bir sunum yapmıştı. Hiç bilmediğim bir konu olması nedeniyle dikkatle slaytları izlemiştim. Aklımda kalan bir sunum olmuştu, ama Muharrem Bey'in bütün anlattıklarını dinledikten sonra, 'bilime ve dine' farklı bir bakış açısıyla bakmayı öğreten ve sorgulatan Göbeklitepe birden gözümde bambaşka pencerelerin açılmasına neden oluverdi.
Göbeklitepe, Allah'ın 'var olduğu' ihtiyacının ortaya atılmasına neden olan bambaşka boyut. İnsanoğlu'nun 'bir şeylere inanmaya olan ihtiyaçları', dikkat ederseniz dinlere demiyorum, inanmaya, işte o çok uzun yıllar önce başlamış aslında... Filozaf Thomas Aquinas: 'mutlaka yeryüzünü başlatan bir güç' olmalı diyerek, dogmatic düşüncelerden arınarak, düşünceyi- dinle birleştirmeye başlamış. Onunla ilgili anılara bakıldığında, çok ilginç bir gerçeği yakalama imkanı buluyor insan. Aquinas: 'Ay'a baktım çok ışıklıydı, Tanrı her halde ay'dır dedim. Sonra güneş çıktı. O kadar parlaktı ki, Tanrı her halde güneştir 'Sonra kafam karıştı ve 'Yok olup giden, Tanrı olmaz' dedi.
İslamiyetin dışında, Hiristiyanlık ve Museviliği dikkatli bir şekilde inceleyen Atlığ: 'bütün dinlerde Tanrı'nın aynı veya benzer sözlerle ayetler aracılığı ile insanlara güzellikler sunduğunu' söyledi.
Tanrı kavramı da o kadar güçlüdür ki, aslında bütün dinler açısından. Hiristiyanlık'ta ingilizce çok güzel bir söz vardır: 'God is Love'= Allah, Sevgidir.. Sevgi o zaman anlatılmaz, bu sadece tadılır ve hissedilir. Sevgi kanalımız çok güçlü ve açık olmalıdır ki, doğruyu iyi hissedebilme imkanımız olabilsin.
Aslında biz insanlar, dünyalı değiliz. Şu anda kaç yaşındasınız, 50 mi? Evet, peki öncesinde nerdeydiniz? Eğer ki bir 'yolculuk' yapıyorsak bu evrende, yolculuğun bir yerindeysek, burası için gelmediğimizi anlamak zorundayız.
Allah ile kul arasında 'platonic bir aşk' vardır aslında. Bunu 'karşılıklı aşk' haline getirmek için uğraşmak gerekiyor. Bütün semavi dinlerinde ortak olan bir inanç var. Diyor ki: 'eğer bir iyilik yaparsan, kendine iyilik yapmış olursun'. Kendim için yaşarsam, önce ben de mutlu oluyorum. Ama paylaşırsam, çok büyük haz duyuyorum. İçimdeki mutluluğu devam ettirmek için, galiba 'imana ve inanmaya' ihtiyacım her geçen gün daha da artıyor.
Japonlar binlerce kilometreden Mevlana ile Şems'I anlamak için Konya'ya geliyorlar. Düşünebiliyor musunuz, İngiltere'de Cambridge Üniversitesinde 'Mevlana Kürsüsü' var. Mevleviliğin felsefesi okutuluyor. Peki Mevlana'yı bu kadar dünya insanları gözünde çekici kılan ne? 'Allah'I çok sevmiş' olması her halde.. Dünyanın en saçma sorusu nedir?
'Ne için sevdin*' Bir güle 'neden açtın?' denir mi? Gül konuşsa, 'Fıtratım da bu var zaten' diyecektir. Sevgi, her zaman bizi bir adım ileriye götürecektir. En kutsal bitkinin ne olduğunu biliyor musunuz?
'Sarmaşık'; arapçada sarmaşık 'aşk' demekmiş. Sarmaşık, varlığını sarıldığına borçludur.
Muharrem Atlığ'ın bu konuştukları, milyonlarca yıl önce dinlerin bile henüz görülmediği, ibadetlerin yapılmadığı bir dünyada 'Allah'a inanmanın' ve 'inanç sisteminin' ne kadar eski olduğunu düşünmemize ve insanoğlunun bir sarmaşık gibi, aşk ile sevdiğine sarıldığını anlamamıza neden oldu.
Eğer inanmak bir sevgi ise, ve bu sevgi ancak 'aşk' ile yaşanıyorsa, bazen bir 'kalender derviş' olmanın, bazen de dergahlarda bulunmanın ve öğrenmenin, içsel yolculuğa çıkmanın, 'insanlık' için, çok yararlı olacağına karar verdim. Bu nedenle de daha çok öğrenmenin, dinlemenin ve özümsemenin hepimiz için ne gibi değişiklikler yaratacağını düşündüm. Sizce?