Kendimi bildim bileli, bu ülkede 'Ermeni Sorunu' hep baş ağrıttı…
Ve hele en son, şu ABD'nin yaptığı…
Biliyorsunuz, birkaç gün önce ABD Senatörler Meclisi, Ermeni olaylarını 'soykırım' olarak niteleyen önergeyi kabul etti. Önerge bir ay kadar önce, Temsilciler Meclisi'nden de geçmişti.
Şimdi önerge, 'Dostum' Trump'ın masasında…
Bakalım o ne diyecek!
***
Ancaakkk…
Olaylar bu noktaya gelmeden, Türkiye'nin gazını alacak açıklamalar yapmaktan da geri kalmadı 'Sam Amca'…
Yok neymiş; başkan Trump kabul etmeden Temsilciler Meclisi'nin ya da Senatörlerin 'tehcir' olayını, 'soykırım' olarak nitelemesinin bir yaptırımı yokmuş…
En son, ABD'nin Ankara Büyükelçiliği de bu noktaya değinerek, bu zamana değin ABD Başkanlarının bu olayı, 'soykırım' olarak adlandırmadıklarını; 'Büyük Felaket' dediklerini açıkladı…
Aman ne incelik, ne üslup!
Bahtiyar olduk, böyle olduğu için…
Tövbe tövbee!
***
Türkiye'de elbette haklı olarak hem hükümet çevrelerinden hem de kamuoyundan, tasarının kabul edilmesine tepkiler geldi.
Doğrusunu soruyorsanız, bu tepkiler elbette olmalı.
Ancak, sonuçta bu tepkilerin bir anlamı yok.
Niçin?
Elin oğlunun derdi, gerçekleri öğrenmek ve senin hakkını sana teslim etmek değil de ondan...
Bu yolda hiçbir zaman, hiçbir emperyalist güç istekli davranmadı.
Ki, elin ABD'si davransın!
Ülkeler bu olayları ne yazık ki 'hakkaniyet' ve 'hukuk' ölçüleri içinde değil, çıkar ilişkileri içinde değerlendiriyor.
Bir de önyargılar var, elbette.
Kesin olarak kabul etmemiz ve bir yasa gibi hiç göz ardı etmememiz gereken kimi noktalar var…
***
Bunlardan birincisi, Batı Dünyası'nda Türkler'e yönelik önyargılar…
Burada bilinçli olarak 'Müslüman dünyaya yönelik' demedim, elbette bu da önemli bir konu; ancak bu sözünü ettiğimiz ön yargı doğrudan Türkler'e özgü olanıdır ve bilenler için söylüyorum, 16. Yüzyıldaki 'Anneciğim Türkler' sloganlarına kadar gider…
İkincisi ise, uluslararası ilişkilerde bu önyargıların yanı sıra ülkelerin olaylara kendi çıkarları penceresinden bakmasıdır.
Bu nedenle şunu açıkça söylemeliyiz:
ABD, bu olayda güncel politikaların etkisiyle, tarihi olayları çarpıtmış ve değişen dünya konjonktüründe olaya hep, siyasal etkenleri dikkate alarak bakmıştır…
Nedir o?
Türkiye'nin ABD ile gerek PKK ve gerekse PYD üzerinden gerilen ilişkileri…
Türkiye'nin Rusya ile oluşan yeni denge politikalarına ve bölgedeki arayışları…
Türkiye'nin Kuzey Suriye operasyonları; en son da Fırat'ın doğusuna yönelik askeri harekatı…
Bu ve benzeri ilişkilerin geldiği son durumu geniş bir çerçeveden düşünün bakalım, görünen ne olacak?
Üçüncüsüne gelince; güç faktörü…
Uluslararası ilişkilerde uluslararası hukuk dediğiniz şey, yalnız güçlü olanın hesabına işleyen, ona yontulan bir çıkar mekanizması gibidir.
Gücünüz varsa, hukuk da size çalışır.
Hakkınız varsa, bunu elde etmeniz için gücünüz de olmalıdır.
Yoksa kimse gözünüzün yaşına bakmaz…
Örneğin, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra, savaş hukukunun gereğidir diye Türkler'e 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr'i dayattılar.
Bu antlaşma, ulus için bir idam fermanıydı.
Ancak Türkler bunu kabul etmediler.
Şanlı bir direnişle, kendi silahlarıyla zafer elde ettiler ve emperyalist saldırıları Anadolu bozkırlarında kırdılar…
O zamana dek uygulanamayan Sevr…
Bir tekmede tarihin çöplüğüne atıldı.
Onun yerine Lozan Barış Antlaşması imzalandı…
Ve hukuk birden ibre değiştirerek; 'hukukun gereğidir' diyerek, Sevr'in yerine Lozan'ı Tarih Baba'nın belleğine kaydediverdi…
***
Şimdi bu gerçekler ışığında bakalım:
Tarihte, 1915 Ermeni Olayları diye bildiğimiz 'tehcir kararı ve uygulaması'nın bir soykırım olmadığını, gerçekte Batı bilmiyor mu?
Hem de öyle bir biliyor ki!
Ancak neden doğru olan bildiği şey üzerinden gitmiyor da; bir dayatma ile bu konu üzerinden Türkiye'yi baskılıyor!
Nedeni açık:
Bu baskılar ile kendine göre çizgiden çıkmış Türkiye'den intikam almak ve tavizler kopararak, Türk Ulusu'nun haklarını elinden alacak kadar geniş bir emperyalist baskıyı dayatmak…
apmaya çalıştığı işte bu.
İşin o kadar değişik yönleri var ki, her birini ele alıp teker teker irdelemek gerekir.
İleride yaparız elbette…
Şimdilik bir örnek üzerinde duralım:
Azerbaycan-Ermenistan üzerinden estirilen rüzgarlara bakın!
Bugün Azerbaycan topraklarının yüzde 20'si Ermenistan tarafından işgal altındadır.
Üstelik…
Başta Hocalı Katliamı olmak üzere Ermenistan akıl almaz kıyımlar gerçekleştirmiştir Azerbaycan'da…
AGİT'e bağlı olarak kurulan MİNSK Grubu ülkeler toplanacak ve güya Dağlık Karabağ sorunu çözülecek, Azerbaycan ve Ermenistan arasında sağlıklı ilişkilerin kurulabilmesinin yolu açılacaktı.
Böylece evini yurdunu terk etmiş olan kaçkınlar da evlerine geri döneceklerdi.
Oldu mu?
Hayır…
Olma umudu kaldı mı?
Hayır…
Niçin?
Çünkü MİNSK Kurulu'nu çözüme yönlendirecek baskın bir ekonomik, siyasi ve askeri güç yok da ondan.
Adamlar her keresinde üye ülkelerden birinde toplanıyor, yiyor, içiyor, sonra da 'Çözüm bir başka bahara!' denilerek dağılıyorlar.
Eğer Azerbaycan'ın büyük bir askeri, siyasi, ekonomik gücü olsaydı, emin olun bu sorun çoktan çözülürdü…
***
Gelelim gene bu saçma sapan tasarıya…
Bu Türkiye'nin başında tutulan ve her an bırakılacakmış gibi sallanan Demokles'in kılıcı gibidir.
Her zaman bu kılıçla Türk Ulusu'na şantajlar yaptılar ve yapmayı da sürdürecekler.
Peki, çare ne?
Güçlü olmak!
Tamam, biz gene araştırmalarımızı yapalım, özgün yapıtlar ortaya koyalım, bilimsel sempozyumlar ve kongreler düzenleyelim, tarih üzerinden konuları tartışalım…
Amenna, bunların hepsi olsun!
Tanıtım programlarına da ağırlık verelim.
Buna da eyvallah…
Ancak bütün bunlara karşın, yeterince güçlü olamazsak bu tehdit ve şantajlar yine yapılacak ve üzerimize gelinecek.
Bu sorunun çözümü için Türkiye'nin çok güçlü olması gerekiyor, çok…
Çok güçlü olmak ve güçle yapılan baskıya karşı durup, emperyalizmin saldırılarını zorlamak…
Çünkü…
Bu yalan çok uzadı!
Ah, bilindik canım atasözlerimizden birinin hikmetine kulak verelim!
'Zor oyunu bozar!'