Değerli arkadaşlarım; bazen yazılarımın aralarını elimde olmayan nedenlerle uzattığımı biliyorum, bunun için sizden peşinen özür diliyorum.

Dünya işleri işte; bazen insanın elini ayağını bağlıyor.

Ancak ne kadar kendi dünyamızın içinde kalırsak kalalım, bizim dışımızda bir dünya var ve o hızla ilerliyor.

İlerlemek, değişmeyi de getiriyor elbette.

İnsanlık tarihi boyunca hep olan şey, ilerleme ve değişme.

Ancak her değişme ilerleme olmuyor ki!

Geriye gidiş de bir değişmeyi zorunlu kılıyor; ama geriye gitmek, ilerlemekle taban bana zıt bir kavram.

Neyse, derdim işin felsefesini yapmak değil.

Kendi kendime hep soruyorum:

'Biz bu ilerlemenin neresindeyiz?'

Olumlu yanıt alamadığım zaman sorduğum bu soruya, ciddi olarak üzülüyorum.

Bizler çocuklarımıza daha iyi bir Türkiye bırakmalıyız...

Daha çok gelişmiş, ama her alanda gelişmiş olarak… Bir yöne ağırlık verip, başka yönlerden yerimizde sayamayız.

Demokraside, ekonomide, kültürde, sanatın her alanında, sağlıkta, eğitimde; velhasıl aklımıza ne gelirse her alanda çağın ölçülerine uygun bir gelişme olmalı bu.

Dünya bir yarış halinde; dün böyleydi, bugün böyle; yarınlarda da böyle olacak.

Yani uluslar hep birbirleriyle yarışacak, öne geçmek isteyecekler. Altta kalan ezilecek doğal olarak; büyük balık da küçük balığa yutmak için hep dişlerini gösterecek.

Bizler, hadi kendimizden geçtik, çocuklarımızı yeterince bu yarışa hazırlayabiliyor muyuz?

Buna olumlu yanıt vermek elbette olanaklı değil.

Eğitimde çok eksiklerimiz, hatta yanlış işlerimiz var. Dolayısıyla çocuklarımızı yeterince geleceğe hazırlayamıyoruz. Yarın, elbette bu eksikliği duyacaklar ve o nedenle ülkemizin yarınları bugünlerden çok daha zor olacak.

Oysa böyle olmamalıydı bu durum.

Cumhuriyet kurulduğunda o dönemde yönetenler ve değişime öncülük edenler, bu konunun önemini çok daha derinlemesine ayırt edebiliyorlardı.

İnançları tam, idealleri yüksekti.

Gazi:

'Ülkemizi daha bayındır kılacağız. Dünyanın en gelişmiş, en varlıklı ülkesi haline getireceğiz' diyordu; Onuncu Yıl Nutku'nda.

Toplum da buna yürekten inanıyor; Gazi'nin sözlerini büyük bir coşkuyla alkışlıyordu.

Çağdaşlaşmayı da 'çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarmak' olarak nitelendiriyordu büyük Atatürk.

Bugün bu yönlerden kendimize baktığımızda, büyük eksikliklerimiz olduğunu, geçmişte yanlışlar yaptığımızı ve o yanlış yapmamızdan doğan faturaların acı sonuçlarıyla karşı karşıya olduğumuzu açıkça görüyoruz.

21. Yüzyıla gelmişiz, bizler hala sivil, demokratik bir anayasa yapamamışız; siyaset dünyamızı hala bu meşgul ediyor ve üstelik siyasal partilerimizin bunda ne denli samimi olup olmadıklarını sorgulamaktan geri durmuyoruz.

Yap boz tarihi demek olan yakın geçmişimize baktığımızda da bu kuşkuyu besleyecek bir çok nedenlerimiz olduğunu da görüyoruz.

Paradoksa bakar mısınız?

Ülkemizde bugün topyekün bir değişim gerekmektedir; önce-likle de gereksinimimiz olan şey, hukuktur. Hukukun üstünlüğü mut-lak anlamda toplum belleğine yerleşmeli, bireylerin ve toplumsal ke-simlerin hukuka olan güvenleri ivedi olarak yeniden sağlanmalıdır. Zira adalet olmadan, hiçbir şey olmaz; her şeyin başı budur.

Adalet ve liyakat elbette.

Yani, işi ehline vermek.

Ekonomik zorluklar halkımızın belini büküyor; korkarım önü alınamaz toplumsal sıkıntılarla karşı karşıya kalacağız; ailelerin dağılması, genel ahlakın bozulması ve yasa dışı suç oranlarının artması gibi.

Hiç siyasetle falan ilgisi yok bu işin; var ama, yok; en azından ben bulunduğum noktadan siyaset dışı bakmaya çalışıyorum. Ancak karşılaşılabilecek sıkıntıları kestirmeye çalışırken de acı duyuyorum.

Bir kilo dana kıyma olmuş, altı yüz lira. Daha neyi konuşuyoruz beyler, lütfen anlayın, zorlukları hissedin ve kim ne ölçüde sorumluysa bu işlerden gereğini yapsın!

Yoksa ülkemiz daha büyük yaralar alacak, demedi demeyin.

Çevre kirliliği büyük bir felaket.

Hiç geri adım atmıyoruz çevremizi bilinçsiz biçimde kirletmek-ten. Doğal yaşam tehlikeye giriyor, canlı türleri azalıyor; doğal felaketler birbirini tetikleyerek toplumun tepesine biniyor.

O kadar çok örnekleri var ki bunun!

Sonuçta acısını bütün toplum ödüyor.

Depremler oluyor son yıllarda canımızı yakan; hangi birinden sonra gelecekteki depremler için akıllıca önlemler aldık ve gereğini yapıyoruz?

Sığınmacılar konusu bana göre gerçek anlamda bir bekaa sorunu haline gelmiştir.

Ülkenin ulus devlet kimliği bu tür göçlerle büyük darbe almıştır; bunun acılarını çekiyoruz ve gelecekte de daha çok çekeceğiz. Üstelik bir de konunun üzerinde hiç durulmayan ulusal güvenlik boyutu var. Kimin nelerin peşinde olduğundan emin olamayız; yarın bir bakmışsın bir kargaşa çıkmış, bir kaosun içine sürüklenmiş ülke Allah göstermesin; kimin, nerede yer alacağından emin miyiz?

Bu tür sorunlarda devlet elbette gereken refleksi gösterir; kendisine yönelen her türlü tehlikeyi kıracak güç bu devlette elbette vardır; ama niçin o tehlikeli anlara sürüklensin ki ülkemiz?

Yazıktır, günahtır.

Bizler daha çok çalışmak, daha çok üretmek ve ülkemizi kalkındırmak zorundayız.

Ancak yalnızca çalışmak yetmez, akıllı ve zeki de olmalıyız.

Bu ülke bizim; ülkemizi çok seviyoruz ve ülkemizin toprağıyla bolluk, insanıyla varlık ve refah; doğal kaynaklarıyla zenginlik kaynağı olmasını çok istiyoruz, çok.