Dünya toplumu 2020 yılına büyük umutlarla gireli henüz çok bir zaman geçmemişken, kısa vadede ciddi travmatik sonuçlar yaratan yeni bir küresel gündemi karşısında buldu: Koronavirüsü.

İlk defa Kasım 2019'da Çin'in Wuhan kentinde görülen ve hızla dünyaya yayılan virüsün nasıl ortaya çıktığı ve yayılma sebeplerine dair tartışmalar hala devam ederken, Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Zhao Lijian, 12 Martta Twitter hesabından yayınladığı şu mesajla tartışmayı farklı bir boyuta taşıdı:

'…Belki de hastalığı Wuhan'a getiren Amerikan ordusudur. Şeffaf olun ve verilerinizi halka açık hale getirin! Amerika dünyaya bir açıklama borçlu!'

Zhao'nun Soğuk Savaş zamanı propagandalarını aratmayan ve ciddi bir dayanaktan yoksun bu açıklaması uluslararası basında çokça eleştirildi.

Çok açık ki, vakanın ilk ortaya çıktığı Kasım 2019'dan bu yana Wuhan'da hiçbir şekilde ciddi bir tedbir alınmadığı gibi, virüsün neden olduğu potansiyel riskler konusunda uyarılarda bulunan sağlık uzmanları devlet eliyle susturuldu.

Bu durum, vakanın tüm Wuhan kentine hızlı bir şekilde yayılmasına kadar devam etti…

Üstelik Çin bölgeyi incelemek isteyen Dünya Sağlık Örgütü (WHO) yetkililerinin girişini dahi kısıtladı, izin vermedi.

Aksine hızlı yaşanan gelişmeleri, 'Çin'in Çernobil'i' olarak nitelendiren Amerikalı gazetecileri kara propagandayla suçlamak ve ülkeden sınır dışı etmek konusunda son derece hızlı davrandı.

Donald Trump, bunun üzerine 1 hafta sonra basının karşısına çıkarak Koronavirüs yerine 'Çin Virüsü' demeyi tercih etti…

Trump ırkçılıkla suçlandı…

Suçlamayı reddederek, 'Çünkü virüs Çin'den geldi' dedi.

Özetle virüsün nasıl ortaya çıktığı elbet bu yazının konusu değil.

O nedenle parantezi kapatıyoruz…

Fakat dünya son derece hızlı bir şekilde 'kaos ve belirsizlik' çağına doğru ilerliyor…

Uluslararası ilişkiler perspektifinden yorumlarsak, içinde bulunduğumuz dönemi N. Poulantzas'un geliştirdiği 'göreli özerlik' kavramıyla da açıklamak mümkün…

Devletin dış göreli özerkliği, o devletin kendisini büyük ölçüde uluslararası sistem ve başka devletlerin etkisinden kurtarması anlamına gelirken, koronavirüsü sonrası devletlerin içe kapanması, sınırların kapatılması, ticari faaliyetlerin durdurulması ve buna benzer güvenlik tedbirleri - kavramı hatırlatırcasına- birbiri ardına geliyor.

Uluslararası sistemdeki bu çözülmenin ilk işaretlerinin gözlemlendiği yer olarak Avrupa Birliği, bu ortam içinde 'ulusüstü bir proje' olmaktan çıkarak hızla 'devletler dünyasına' geri dönüyor…

Almanya'nın sınırlarını kapattığı, İtalya'nın yardım çağrılarına kayıtsız kalındığı ve Sırbistan'ın 'peri masalı' olarak gördüğü AB, koranavirüs krizi ortadan kalksa dahi ciddi bir siyasi krizle mücadele etmek zorunda kalacak.

Böyle bir krizde, malların, hizmetlerin, sermayenin ve insanların serbest dolaşımını sağlayan bir Avrupa Birliği'ne yeniden geri dönülmeyebilir ki, bu hiç de uzak bir ihtimal değil…

Ayrıca bu siyasi bunalım, Avrupa'da görülen yabancı düşmanlığının (xenophobia) sadece Çin'le sınırlı kalmayıp, aynı zamanda Asya kökenlilere de yönelmesiyle son derece dramatik boyuta ulaşabilir. Daha da vahimi, Avrupa projesini kökten reddeden milliyetçi akım ve partilerin tüm kıta Avrupa'sında siyasi güç kazanmasıdır ki, bu da gayet mümkün…

Öte yandan bunlar olup biterken, küreselleşmenin hızının yavaşladığı ve bir müddet durgunluktan sonra eski hızına kavuşacağını savunan görüşler de mevcut…

Bu görüşü savunanlara göre Çin, bu süreçte ciddi bir zarara uğramakla beraber kaybını 2021 itibariyle hızla telafi edecek…

Bu görüşü savunanlar ayrıca Çin'in, salgınla mücadele kapsamında dünyayla kurduğu dayanışmayı da telafi edici bir örnek olarak gösteriyorlar.

Bir başka deyişle, Çin'in bilabedel dağıttığı maskeler, test kitleri, vantilatörler ve diğer tıbbi malzemeler bir dayanışma örneği olarak sosyal medya paylaşımlarında çokça yer alıyor…

Fakat ne yazık ki küresel dinamikler farklı işliyor. Söz konusu tıbbi malzemelerin üretiminde baskın konumda bulunan Çin'in, kaçamayacağı bir 'ahlaki sorumluluk' nedeniyle üretimini neredeyse 10 katına çıkararak bunu gerçekleştirdiğini özellikle belirtmek gerek.

Belki ağır bir niteleme olabilir ama sorumluluğun sınırları Wuhan trajedisiyle başlayıp OBOR'da bitiyor…

Hatırlatalım, OBOR (One Belt One Road), yani Çin'in meşhur Bir Kuşak Bir Yol Projesi

Bir başka deyişle, Çin'i 69 ülke üzerinden kara, demiryolu ve liman bağlantıları aracılığıyla Avrupa'ya ve oradan dünyaya bağlayan Yeni İpek Yolu projesi…

İşte Çin'in hiçbir şekilde riske atamayacağı, 2030 yılı itibariyle 8 trilyon dolarlık yatırım planladığı ve 2049 yılında bitirmeyi planladığı bu devasa projenin geleceği, dünyada Çin mallarına olan küresel talep ve küresel tedarik zincirleriyle doğrudan bağlantılı…

O nedenle, Çin'in esas mücadelesi koronavirüs salgınıyla mücadele olduğu kadar küresel itibarını da yeniden kazanmak üzerine kurulu olacak… En azından -Trump'ın kişiliğini yok sayarsak- ABD'nin şimdilik böyle bir kaygısı yok.

Aksi takdirde, bir Çin hegemonyasından bahsetmek kulaklarda hoş bir seda olarak kalabilir.

Tuhaf ama böyle…

Son sözleri, eserleriyle sosyal bilimler alanında derin ve köklü bir iz bırakarak geçtiğimiz yıl bu dünyadan ayrılan ve 'Dünya Sistemleri Analizi' yaklaşımıyla bilinen Immanuel Wallerstein'dan bir alıntıyla bitirelim:

'… Çin gelecek yıllarda yavaş ama emin adımlarla ekonomik gücünü giderek arttırarak gelecek senelerde durdurulamaz noktaya geleceğine inanıyor. Kendisinin ABD'nin ekonomik refahını, ABD'nin Çin'in ekonomik refahını etkileyeceğinden daha fazla etkileyeceğine inanıyor. Ayrıca en az son iki yüzyıldır siyasi ve kültürel olarak Avrupalılar tarafından yönetilen Asyalıları da kendi tarafına çekeceğine inanıyor… Çin'in bu analizinin iki zayıf noktası var. Çin dünya çapındaki üretim üstünlüğünü sürdüreceği konusunu abartıyor olabilir. Ayrıca tarihsel olarak birçok defa olduğu gibi ülke parçalanabilir de. Birleşik devletlerle bir anlaşma bu sorunların etkilerini en aza indirgeyebilir.'

Sağlıkla kalın…