Türkiye geçtiğimiz hafta başlayan ve görünürde hala devam eden ekonomik krizi konuşuyor…

İşte, evde, sokakta ve bilhassa kahvede…

Kimileri konuşmakla da kalmıyor, milli mücadeleye bir yenisini daha ekleyerek çağrıda bulunuyor…

Sonrasında dolar bozduranlar, iphone kıranlar, vatan haini avına çıkanlar…

Mesele üzerine herkesin bir sözü ve aksiyomu olunca haliyle diyecek bir şey kalmıyor.

En iyisi bunları bir kenara bırakarak başka bir konuya değinelim: 'Kuşak ve Yol Projesi'

ÇİN TİPİ BİR KÜRESELLEŞME: KUŞAK VE YOL PROJESİ

Söz konusu proje hem Avrupa ve Asya'yı ticari olarak birbirine bağlamayı, hem de tarihi İpek Yolu'nun 21.yüzyıl vizyonuyla yeniden canlandırılmasını amaçlıyor. Çin, bu proje kapsamında yer alan ülkelere finansman sağlıyor, yatırım yapıyor ve gerektiğinde altyapılarını inşa ediyor…

Misal Avrupa'ya şöyle bir baktığımızda Çinli şirketlerin bugün itibariyle Sırbistan Belgrad'ta demiryolları yapımını üstlendiğini…

Yine Çinli bir şirket olan COSCO'nun Atina Pire limanının %51'lik hissesini elinde bulundurduğunu…

Ve aynı şekilde Çinlilerin Girit adasında ciddi enerji yatırımları yaptığını biliyoruz.

Şu ana kadar bu proje için harcanan tutar, Amerika'nın 2.Dünya Savaşı sonrasında Avrupa'nın ekonomik inşası için oluşturduğu Marshall yardımlarının bugünkü değerinden 12 kat daha fazla

O günkü Marshall yardımlarının günümüz Avrupası'nı yarattığını hesaba katarsak varın projenin büyüklüğünü siz düşünün…

Çin Devlet başkanı Xi Xinping, Amerika'nın içe kapandığı bir dönemde 'Kuşak ve Yol Projesi' üzerinden Çin tipi bir küreselleşme vizyonu ortaya koyuyor.

Ne kadar başarılı olacağı meselesine zamanla tanık olacağız, fakat ekonomik kriz meselesinin konuşulduğu bugünlerde Kuşak ve Yol Projesi'nde Türkiye'nin konumu ve geleceğine dair en ufak bir tartışmayı televizyon ekranlarında görememek gayet can sıkıcı.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana, her hükümet farklı bir tehlike ya da düşmana karşı milli mücadele yürüttüğü için ekranlarda bu tür tartışmaları yapmaya zaman kalmıyor…

Allah'ın izniyle serbest piyasanın beli bükülürse belki bu türden tartışmalara bir gün sıra gelir…

KÜRESELLEŞMENİN SEYRİ VE AMERİKAN HEGEMONYASINI YENİDEN DÜŞÜNMEK

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'ye karşı bir ekonomik savaş yürütüldüğünü ve yeni ekonomik müttefikler bulmak gerektiğini söyledi…

Bunun ekonomik bir savaş olup olmadığı hususu başka bir yazının konusu olur, o nedenle bugünlerde Amerikan hegemonyası üzerine düşünmekte tekrar fayda var.

Çünkü Amerikan hegemonyası, Trump yönetimi altında iflas etmenin eşiğinde…

Geçmişte Dünya Bankası ve IMF gibi kurumlar söz konusu hegemonyaya rıza göstermenin ekonomik araçlarını teşkil ederken…

NATO, küresel rızayı üretmenin askeri bir aracı vazifesi görmekteydi…

'Demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü' gibi ilkeler ise Amerika'nın bu rızayı üretmede kullandığı temel siyasi araçlardı

Şimdi Trump başta olmak üzere, saydığımız bu araçlara dünyada itibar eden ülke kalmadı.

Çünkü Trump yönetimi altında, mevcut ekonomik kurumlar baskı ve ötekileştirme mekanizmalarına dönüştü.

Hatırlayalım, Trump göreve gelir gelmez Obama dönemindeki serbest ticaret anlaşmalarını askıya almakla işe başladı…

Sonrasında Kanada, Meksika ve AB'ye karşı uyguladığı alüminyum ve çelik tarifesini yükseltti…

Bugün ise Rusya, İran ve Venezuela'ya aynı anda yaptırımlar zinciri uygulamakta…

En son Türkiye de bu yaptırımlardan nasibini aldı.

Öte yandan Çin'e karşı ticaret savaşı başlatarak deyim yerindeyse 'pandoranın kutusunu' açtı.

Bunun yanı sıra Trump, NATO şemsiyesi altında büyük paralar harcayarak, Amerika'nın Avrupa'yı koruma sorumluluğu olduğuna artık inanmıyor. Nitekim geçtiğimiz ay NATO zirvesinde Trump, başta Almanya olmak üzere Avrupalı üyelerin milli gelirlerinin %2'sini NATO'ya aktarması gerektiğini ısrarla dikte etti…

Dolayısıyla bu gelişmenin Avrupa'yı başka bir strateji oluşturmaya iteceği çok açık…

Ayrıca tüm bunlara Trump'ın insan hakları, demokrasi, iklim değişikliği ve benzeri meselelerdeki alaycı ve umursamaz tavrını da eklemek gerek…

Elbet, geçmişteki vahim örneklerden yola çıkarak Amerika'nın söz konusu meselelerin hamisi olduğunu kastetmiyorum; ancak geçmiş yönetimler bu konular nezdinde en azından başka ülkelerle ortaklıklar kurabiliyordu. Gelinen nokta itibariyle Amerika, Suudi Arabistan ve İsrail haricinde kayda değer dost ve müttefik bir ülke dahi bulamıyor…

Bu bakımdan Amerika'nın küresel üstünlüğü çökerken, yerini farklı eğilim ve jeopolitik eksenlere bıraktığını söylemek mümkün.

Zbigniew Brzezinski'nin, 'Avrasya Satranç Tahtası' olarak nitelediği alan bunun en canlı örneği…

Çin ve Rusya ikilisi, bir yandan Şangay İşbirliği Örgütünde siyasi ve askeri mekanizmalar oluştururken, öte yanda 2017 itibariyle 84 üyeye ve 100 milyar dolar sermayeye ulaşan Asya Altyapı Yatırım Bankası gibi ekonomik kuruluşlar aracılığıyla Dünya Bankası'na meydan okuyor.

İran bu jeopolitik eksene gün geçtikçe daha fazla dahil olurken, ekonomik krizin etkisiyle Türkiye bu eksenle siyasi ve ekonomik yakınlaşmanın yollarını aramaya başlamış durumda.

Fakat, Rusya ve Çin'le yakınlaşan bir Türkiye, Amerika'nın stratejik çıkarlarına fazlasıyla zarar vermekte… Trump Amerika'sı işte böyle bir ortamda 'yaptırımları' devreye sokarak Türkiye'yi fabrika ayarlarına geri döndürmeye çalışmakta. Bu tutuma Türkiye de çeşitli ithal malların vergisini fahiş oranlarla yükselterek karşılık verdi. Iphone hariç.

Tabi böylesine bir krizden Türkiye'nin karlı çıkacağını söylemek zor ama şurası kesin: Brunson meselesi krizin tuzu biberi.

Aslında Amerika'nın bakış açısını Steven Cook'un üç gün önce Foreign Policy dergisinde kaleme aldığı yazının son satırlarında görmek mümkün: '… Uzun bir süredir, Soğuk savaşın mirası ve NATO müttefikliği, Washington'da ve Avrupa'da Türkiye tartışmasının ana çerçevesini oluşturdu. Belki de Pastör Brunson ve Türk hükümetinin lira krizi konusundaki tepkisiyle alakalı tartışmalar bundan böyle neyin netleştirilmesi gerektiğini ortaya koyacak: Yani Türkiye artık bir dost veya müttefik değil.'

Amerikan Dış Politikası uzun vadede Avrupa ve Türkiye'yle ilişkilerini tamir eder mi? Kestirmek güç.

Fakat daha da güç olanı, Çin tipi bir küreselleşme daha görünür hale gelirken Türkiye'nin nasıl bir yol izleyeceğini kestirmek.

Olsun, mevzubahis '21.Yüzyılda Milli Mücadele' olunca akan sular duruyor…