İletişim ve ulaşımdaki müthiş gelişme sayesinde dünyamız küçülmüş, adeta bir ’“Uzay Köyü’” haline gelmiştir. Dünyanın bir ucunda meydana gelen bir olay anında her yerde duyuluyor.’¶
Dün Japonya’’da, Japonya tarihinin en büyük deprem felaketi yaşandı. Televizyonlardan canlı olarak evlerin, otomobillerin, gemilerin birer oyuncak gibi sürüklendiklerini korkuyla izledik. Çok sayıda insan kaybımız var.
Korkuyla izledik çünkü, depreme karşı en üst düzeyde tedbir alan ve uyarı sistemlerini devreye sokan Japonya’’da bunlar olabiliyorsa, bizde neler olmaz ki, varın gerisini siz düşünün.
İstanbul deprem riski en yüksek illerimizden biri ve en çok nüfusun yaşadığı şehrimiz. İstanbul 1994 yılından beri Recep Tayyip Erdoğan ve ekibi tarafından yönetiliyor. Tam tamına 17 yıl. Çok partili demokratik rejimimizin tüm ömrü 61 yıl. Demokrasi maceramızın yaklaşık üçte biri kadar zamandır bu tarikatçı ve cemaatçi kadronun yönettiği İstanbul olası bir depreme hazır mı?
Bu konunun uzmanlarının ve bilim adamlarının dediğine göre hazır değil’… Bol miktarda laf, laf, laf’…
1994 yılından beri bu ekip Türkiye’’nin kaderinde önemli roller üstlendi. Belediye Başkanı olan, Başbakan oldu. Belediyedeki daire ve şube müdürlüğü yapanların bir kısmı önemli Bakanlıklara, bir kısmı ise bürokrasinin en üst kademelerine geldiler. Türkiye gibi çok önemli bir ülkenin kaderiyle oynadılar. Kendileri, yakınları çok zengin oldular. Günahsız insanlara tuzak kurulmasına göz yumdular, kul hakkı yediler. Kafalarının arkasında ki rejimi yerleştirmek için Türkiye’’nin temel değerleriyle oynadılar, Türkiye’’yi herhangi bir felaket karşısında koruyacak kurumları ıslah edecekleri yerde, milli kurumlarımızı yıpratma yarışına girdiler. Hukuk devleti ilkesini perişan edecek uygulamalara geçit verdiler. Maceraları üzerine kitaplar yazıldı. Bu dönemde yapılanların kırkta biri başka dönemlerde olsaydı Türkiye’’de yer yerinden oynardı’…
Bu devir de sona erecek. Nasıl ki, insanların kaderi varsa ve onu yaşamak zorunda iseler, ülkelerin de kaderi vardır ve onu yaşamak zorundadırlar.
Bu çağdışı kafanın Türk toplumuna dayattıkları öncelikli konu, herkesin 3 çocuk sahibi olması. Bilimsel düşünceden, gerçeklikten uzak bir kafanın anlamadığı gerçek şudur; Dünya denilen gezegenin taşıyabileceği insan sayısı 8 Milyardır. Bu anki dünya nüfusu ise 6,5 Milyardır. Böyle bir durumda, en az üç çocuk deyip cahil, eğitilmemiş ve aç insanlar dünyaya getirmenin kime ne yararı olacaktır, anlamak mümkün değildir.
Aklın gereği, dünyadan verebileceği kadarını almaktır. Daha fazlasını istersek dünyayı tüketiriz.
Bugün yerküre bizi ikaz ediyor, ’“Beni Tüketmeyin’”, ’“Beni Isıtmayın’”, ’“Beni üzerinde yaşanabilir olmaktan çıkarmayın’” diyor. Dünyanın hiçbir döneminde yerküre, insanları bu kadar ikaz etmedi ve insanlar yerkürenin uyarısını bu kadar iyi duymadı.
Dün Japonya’’da, Japonya tarihinin en büyük deprem felaketi yaşandı. Televizyonlardan canlı olarak evlerin, otomobillerin, gemilerin birer oyuncak gibi sürüklendiklerini korkuyla izledik. Çok sayıda insan kaybımız var.
Korkuyla izledik çünkü, depreme karşı en üst düzeyde tedbir alan ve uyarı sistemlerini devreye sokan Japonya’’da bunlar olabiliyorsa, bizde neler olmaz ki, varın gerisini siz düşünün.
İstanbul deprem riski en yüksek illerimizden biri ve en çok nüfusun yaşadığı şehrimiz. İstanbul 1994 yılından beri Recep Tayyip Erdoğan ve ekibi tarafından yönetiliyor. Tam tamına 17 yıl. Çok partili demokratik rejimimizin tüm ömrü 61 yıl. Demokrasi maceramızın yaklaşık üçte biri kadar zamandır bu tarikatçı ve cemaatçi kadronun yönettiği İstanbul olası bir depreme hazır mı?
Bu konunun uzmanlarının ve bilim adamlarının dediğine göre hazır değil’… Bol miktarda laf, laf, laf’…
1994 yılından beri bu ekip Türkiye’’nin kaderinde önemli roller üstlendi. Belediye Başkanı olan, Başbakan oldu. Belediyedeki daire ve şube müdürlüğü yapanların bir kısmı önemli Bakanlıklara, bir kısmı ise bürokrasinin en üst kademelerine geldiler. Türkiye gibi çok önemli bir ülkenin kaderiyle oynadılar. Kendileri, yakınları çok zengin oldular. Günahsız insanlara tuzak kurulmasına göz yumdular, kul hakkı yediler. Kafalarının arkasında ki rejimi yerleştirmek için Türkiye’’nin temel değerleriyle oynadılar, Türkiye’’yi herhangi bir felaket karşısında koruyacak kurumları ıslah edecekleri yerde, milli kurumlarımızı yıpratma yarışına girdiler. Hukuk devleti ilkesini perişan edecek uygulamalara geçit verdiler. Maceraları üzerine kitaplar yazıldı. Bu dönemde yapılanların kırkta biri başka dönemlerde olsaydı Türkiye’’de yer yerinden oynardı’…
Bu devir de sona erecek. Nasıl ki, insanların kaderi varsa ve onu yaşamak zorunda iseler, ülkelerin de kaderi vardır ve onu yaşamak zorundadırlar.
Bu çağdışı kafanın Türk toplumuna dayattıkları öncelikli konu, herkesin 3 çocuk sahibi olması. Bilimsel düşünceden, gerçeklikten uzak bir kafanın anlamadığı gerçek şudur; Dünya denilen gezegenin taşıyabileceği insan sayısı 8 Milyardır. Bu anki dünya nüfusu ise 6,5 Milyardır. Böyle bir durumda, en az üç çocuk deyip cahil, eğitilmemiş ve aç insanlar dünyaya getirmenin kime ne yararı olacaktır, anlamak mümkün değildir.
Aklın gereği, dünyadan verebileceği kadarını almaktır. Daha fazlasını istersek dünyayı tüketiriz.
Bugün yerküre bizi ikaz ediyor, ’“Beni Tüketmeyin’”, ’“Beni Isıtmayın’”, ’“Beni üzerinde yaşanabilir olmaktan çıkarmayın’” diyor. Dünyanın hiçbir döneminde yerküre, insanları bu kadar ikaz etmedi ve insanlar yerkürenin uyarısını bu kadar iyi duymadı.
Çevreye ve doğaya saygılı insanlar olmak için çok önemli bir ’“Kültür’” birikimine sahip olunması gerekmektedir. Çevreye ve doğaya saygılı insan demokrasiye, çağdaş yaşama, gelişmeye, zenginleşmeye, dünya vatandaşı gibi yaşamağa sahip çıkacak ve bu uğurda yasaların kendilerine tanıdığı hakları sonuna kadar kullanacak insandır.
Nasıl ki yaşamamız için sağlıklı ve temiz havaya, suya, gıdaya ihtiyacımız varsa, insan olmanın gereği, onurumuzla yaşamak için de demokrasiye, Laik Cumhuriyete, Sosyal Hukuk Devletine ihtiyacımız vardır.
Çağdaş demokrasimizin cemaatler ve tarikatlar tarafından saldırıya uğraması karşısında sessiz kalanlar, günlük çıkarları için çocuklarının geleceğini karartanlar, tıpkı havası suyu gıdaları kirli ve zararlı bir dünyada yaşamak isteyenler gibidir.
Çağdaş demokrasimizin cemaatler ve tarikatlar tarafından saldırıya uğraması karşısında sessiz kalanlar, günlük çıkarları için çocuklarının geleceğini karartanlar, tıpkı havası suyu gıdaları kirli ve zararlı bir dünyada yaşamak isteyenler gibidir.
Hiç abartmıyorum, Haziran 2011 de ki Genel Seçimler Türkiye için, Japonya’’daki Tusunami dalgası gibidir. Erken uyarı görevimizi yerine getirmeye çalışıyoruz. Ya herkes aklını başına alacak, tüm gücüyle bu seçimler için çalışacak ve çağdaş yaşamı ve demokrasiyi koruyacak ya da Ortaçağ karanlığından gelmekte olan bu Tusunami dalgası Atatürk Cumhuriyetinin tüm birikimlerini silip süpürecek’…
İki gündür, AKP’’den aday olmak için başvuran bazı sivil toplum önderlerinin sadece Milletvekili olabilmek için ne tür yalakalık yaptıklarını görünce bu zavallılara ve onlara oy verenlere çok acıyorum. Önümüzdeki günlerde bunlarla ilgili çok ilginç olaylar anlatacağım’…
İki gündür, AKP’’den aday olmak için başvuran bazı sivil toplum önderlerinin sadece Milletvekili olabilmek için ne tür yalakalık yaptıklarını görünce bu zavallılara ve onlara oy verenlere çok acıyorum. Önümüzdeki günlerde bunlarla ilgili çok ilginç olaylar anlatacağım’…