Yıllar önce MBA tezimi 'Kadınlar Neden Liderlik Konumlarında Azınlıktalar' konusunda yapmıştım. Tabii buraya sığamayacak kadar uzun ve detaylı bir konu. Literatür ve araştırmam çok detaylı. Şimdi ancak çok az bir bölümüne değinebileceğim. Bu konuda keskin ya da sert çizgilerim yok ama iyi bir gözlemci ve düşünürüm. Kişisel olarak ben kadın da olsa, erkek de olsa her insanın birbirini tamamladığını düşünürüm, herkesin de bir eksik yanı olduğunu… Ancak bir gerçek var ki görünmez bir erkek eli dünyamızı yönetirken biz kadınlar bazen örtük bazen açık engellemeler ile var olmaya çalışıyoruz bu erkeklerin dünyasında…

Mesela, biliyor muydunuz kadınların her ay kullandıkları tampon ve padlerden vergi alındığını? Bu günlerde İngiltere'de bunun tartışması yapılıyor, bunlar üzerindeki verginin kaldırılması… Ve kadınlar diyor ki 'Bu malzemeleri erkekler kullanıyor olsa baştan hiç vergi konmazdı!' Yani 'Ayrımcılık'tan söz ediyorlar.

30lu yaşı aşmış genç bir yakınımla konuşuyorum. Başarılı, en iyi okullardan diplomaları var, doktora yapıyor bu hanım. Diyor ki 'Üniversitedeki akademisyenlik kadrolarında ya erkekler ya da evlenmemiş, çocuksuz kadınlar var. Belli ki evli ve çocuklu olanlar tercih edilmiyor'… Bu açıdan geleceğine kaygıyla bakıyor… Haksız mı? Değil…

Genç hanımlar ekliyor. 'Gençliğimizin en güzel yıllarını erkek arkadaşımıza veriyoruz. 30 yaşını geçip 35 lere gelince onlar bizimle evlenmiyor, ayrılıyoruz ve sonunda annelikten mahrum kalıyoruz. Oysa onlar 40 lı yaşlara geldiklerinde 20li yaşlardaki genç kızlarla evlenip çocuk sahibi oluyorlar'… Bu sistemin adaletsizliğine yanıyorlar. Kaybettiklerine…

Literatürde şöyle bir kavram var: 'Kapı Bekçileri'. Görünmez kapı bekçisi bunlar. Üzerlerinde bekçi üniforması yok ama gireni çıkanı onlar kontrol ediyor. Hayatın kapı bekçileri erkekler yani. Siyasette onlar, böylece örneğin Milli Eğitim Bakanı erkek oluyor. O erkek bakan, kapı bekçisi olarak erkek müşteşar, danışman, genel müdür, müdür, daire başkanı, İl Mili Eğitim Müdürü, Talim Terbiye Kurulu vb ataması yapıyor. Böylece Milli Eğitimi yöneten bir erkek ordusu ortaya çıkıyor. O erkek ordusu ve erkek kapı bekçileri müfredatı, kitapları, ülkenin eğitimi şekillendiriyor. Bunları yapabilecek kadınlar yok mu? Var ama kapı bekçileri içeri almıyor…
Gizli ve örtük ayrımcılık dediğimiz konsept işte tam burada çıkıyor. Gizli bir el daha ilkokulda ders kitaplarında anne ve kız çocuğu mutfakta bulaşık yıkarken babayı ise evrak çantası ile takım kıyafetiyle işe giderken resmediyor. Minicik yedi yaşındaki kız ve erkek çocuklarının şartlanması işte böyle başlıyor. Kız çocuğunun tek hayal dünyası evlenmek ve bulaşık yıkamakla kısıtlanırken kızlar 'Düşük Beklenti Tuzağı'na düşüyorlar.

Erkek çocukları? Okumuş, akıllı, başarılı kızlardan ve eşlerden korkan, onları geyşa misali eve kapamayı tercih eden bir 'Gizli Kültür Egemenliği' tuzağına düşüyor. Kız ve erkek çocukları birbirlerine güvenen, birbirlerini destekleyen, tamamlayan derinlikli, sağduyulu bir konseptten ayrışıp, uzaklaşıp, günlük fırsatları kovalayan bireyler haline geliyor…
Hangisi mutlu? Hiçbiri. Özgür ortamda yetişen, okumuş kızlar gençliklerini bir erkek arkadaşa verip evlenememekten ve çocuk sahibi olamamaktan muzdarip iken, kapalı çevrede, baskı altında yetişen kızları ise eşlerine hizmet ve mutfakta bulaşıkçılıktan öteye gitmeyen bir hayat bekliyor… Erkekler ise gerçek yakın ilişki, yakınlık, derinlik, BİRlik yaşayamadıklarından kızlarımız kadar mutsuz…

Tabii bu yazdıklarım bugünün dünyası için geçerli. Yüzyıllar öncesinde dünya kadınlar için çok daha acımasız bir yerdi. Bırakın engellemeleri, canlarından bile oluyorlardı. Diri diri yakılanlar, sağlıklı iken akıl hastanesine kapatılanlar… ve Hypathia gibi çok değerli matematikçi, felsefeci, bir bilim kadınının onlarca erkeğin üzerine çullanması ile giysileri yırtılıp, taşlanarak öldürülmesi, yetmezmiş gibi bedeninin parçalara ayrılıp İskenderiye'nin sokaklarında sürüklenmesi…

Hypatia, 370–415 yıllarında yaşamış bir Yunan filozof, matematikçi ve astronom kadın. İskenderiye Kütüphanesi'nde felsefe, matematik ve astronomi üzerine dersler vermis, Atina Akademisi'nin Eudoxus'ün başını çektiği Matematik geleneğine üyeymiş. Hypatia doğayı; mantık, matematik ve deney ile açıklamaya çalışan bir bilim kadını.

Hypatia, günümüze kadar ulaşmış olan sayılı kaynaktan biri olan Yunan tarihçi Socrates Scholasticus'un 'Historia Ecclesiastica' adlı eserine göre; İskenderiye'nin en önemli iki figürü olan, İskenderiye Valisi Orestes ile İskenderiye piskoposu Cyril arasında anlaşmazlıklara sebebiyet verdiği ve politik işlere karıştığı gerekçesi ile 415 yılında kıptî Hristiyan bir çete tarafından taşlanarak öldürülüyor.

Hypatia'nın devrin en güzel kadınlarından biri olduğu ve Vali Orestes'in bizzat Hypatia'dan ders aldığı sıralarda Hypatia'ya aşık olduğu biliniyor. İskenderiye'ye Hristiyanlığın hakim olduğu son yıllarında Piskopos Cyril, Hypatia'yı hedef göstererek İncil'den yaptığı alıntılar ile halkı kışkırtıyor ve Hypatia, halk tarafından 'dinsiz' ve 'şeytan' olarak nitelendiriliyor. Kısa bir süre içerisinde de Kıptî bir Hristiyan çetesi tarafından taşlanarak öldürülüyor…

Hayatın kapı bekçileri erkekler yani. Bir papazın vaiz vermesi bir bilim kadının aşağılanmış bir şekilde taşlanarak öldürülmesi için yeterli. Çünkü o erkek kalabalığı bir bilim kadınını taşlamaya ve parçalamaya zaten hazır… Kışkırtılmaya hazır…

Tersini düşünsek mesela? 1500 yıl öncesine gidip, aynı papazın aynı vaizi verdiğinde dinleyenlerden bir uğultu geldiğini ve 'olmaaaz, o çok değerli bir bilim kadını, çocuklarımız üstünde emeği var, onu korumalıyız… 'deyip papaza karşı çıktıklarını… İşte, ben bu tür bir örnekle karşılaşmadım tarihte, belki vardır. Benim gördüğüm keşke bu olsaydı…
Tüm bunların tohumları yüzlerce yıl önce Hypatia gibi bilim kadınlarının uğradıklarıyla ekilmiş, direnen kadınlar canlarından olmuş, işkence görmüş ve o tohumlar bugünlere kadar bu şekilde yeşermiş…